Adnan Çoban

Kanser travması ve EMDR terapisi

7 Ekim 2020
Kanser bedeni tehdit eden en ciddî hastalıklardandır ve bugün ölüm sebepleri içinde 2. sırayı almaktadır. Öldürücü ve ciddi bir hastalık olması nedeniyle kanserle mücadele yöntemlerinin çok daha detaylı ve organize bir şekilde planlanması gerekir. Kanserli hastalarda görülen olumsuz düşünceler ve olumsuz ruh hali tedavi başarısını düşürür. Yapılan araştırmalar kanserli hastalarda kanserin kendisinden ziyade olumsuz inanışların ve psikolojik sorunların yaşam kalitesini ve süresini etkilediğini ortaya koymuştur.

Kanser tedavisi sadece cerrahi girişim, kemoterapi ve radyoterapiden ibaret değildir. Bunlara kanserin psikolojik yönlerinin ele alındığı ve kişinin ruhsal açıdan güçlendirildiği psikolojik destek programlarının da eklenmesi gerekir. Hastanın içine düştüğü yalnızlık, çaresizlik, değersizlik, haksızlık, güçsüzlük gibi düşüncelerden kurtarılması tıbbi tedaviyi de güçlendirmektedir. Kanser teşhisi konulduktan sonra hastaya “Artık sen bir kanser hastasısın unutma, yemene içmene dikkat etmezsen ölürsün” tarzı konuşmalar hastayı kanserden çok daha fazla örselemektedir. Kanserde şifa ancak biyopsikososyospiritüel bir yaklaşımla mümkündür.

Kanser ruhsal sorunları tetikliyor

Kanserli hastaların %29 ilâ 47’u ruhsal problem yaşıyor. Bunların %20 ilâ 25 ‘inde hayata karşı ilgi kaybı, uykusuzluk, sıkıntı, dikkat ve konsantrasyon zayıflığı, sinirlilik, ölme isteği, intihar düşünceleri gibi şikayetlerle kendini gösteren depresyon görülüyor. Radyoterapi alan hastaların %81’inde depresyon gelişiyor. Bunun %38’i şiddetli depresyondur. Yine kanser hastalarının %8’inde organik ruhsal bozukluk, %7’sinde kişilik bozukluğu ve %4’ünde kaygı bozukluğu gözleniyor. Bunun yanında uyku sorunları, baş ağrıları gibi psikolojik problemler sıklıkla görülüyor. Bu istatistikler kanser hastalarını ne gibi ciddi ruhsal sorunların beklediğini ortaya koyuyor. Hastaların ölümden ziyade kanserin kendisinden, tedavisinden ve sonuçlarından korktuğunu çok iyi bilmek gerekir.

Kanser bir ruhsal travmadır

Kanser hastaları ve hasta yakınları kanser gerçeğiyle yüz yüze geldiklerinde ilk etapta bir şok dönemine girerler. “Artık her şey bitti, bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, hayatın sonu geldi, buraya kadarmış” şeklinde olumsuz düşünceler ve “neden ben?” şeklinde isyan belirir. Bunlar kanserin yarattığı ruhsal travma sebebiyle olur ve kişiyi ilk etapta inkâra sürükler. Bu inkâr ilk etapta onları stresten koruyormuş gibi görünür. Ancak uzun sürdüğü takdirde tedaviyi olumsuz yönde etkiler. Sorun büyüyerek tedavide zaman kaybına ve gecikmeye sebep olur. İşte kanserin sebep olduğu ruhsal travmanın bir an önce çözülmesi ve inkâr döneminin mümkün olduğunca kısaltılması kanserde tedavi başarısını ve hastanın yaşam süresini belirleyen en önemli parametrelerdendir. Yapılan araştırmalara göre kanserde tıbbî tedaviye verilen bedensel cevap hastanın ruhsal durumuyla doğrudan ilişkilidir. Ruhsal açıdan güçlü hastalarda tıbbî tedaviye cevap oranı da artmaktadır.

Kanserli hastalar zamanla yarışır

Kanser hastaları için zaman çok önemlidir. Panik yapmadan ama gecikmeden tedaviye başlamalı ve kişi bir an önce hayata kazandırılmalıdır. O yüzden psikolojik destek tedavinin başında devreye sokulmalıdır. Hem hastanın tedavi uyumunu artırmak hem de ruhsal durumunu güçlendirmek için bu şarttır. Ayrıca hasta yakınlarının da bir an önce eğitilmesi ve rehabilite edilmesi gerekmektedir. Çünkü kanserli hastaların yakınlarında yüzde seksenlere varan ruhsal sorun baş gösterir. Tedavi gidişini olumsuz yönde etkileyen önemli bir unsur da budur.

Kanserde psikiyatrik destek ve EMDR terapisi

Yazının Devamını Oku

Hiçbir şeye "hayır" diyemiyorum

8 Ağustos 2019
İnsan ilişkilerinde çoğu zaman ön planda olan değer duygusal ihtiyaçlardır. İlişkinin tatminliğini belirleyen en önemli konu duyguların karşılıklı doyurulabilmesi ve karşılanabilmesidir. Başka bir deyişle ilişkilerde temel kural iki taraftan birinin mağdur olmadığı bir etkileşimin yaratılabilmesidir.

Eğer taraflardan biri rahatsız oluyorsa ortada gözden kaçan bir ihmal var demektir. Bu olumsuz durum önceden fark edilemezse birikir ve ilişkiyi tıkanma noktasına getirir. Örneğin değerlilik algısı üzerinden hayatını şekillendirmiş bir kişinin ilişkilerinde bu ihtiyacı karşılanmıyorsa kendisini engellenmiş ve mağdur hissedeceğinden mutsuz ve karamsar olacaktır.

Bu meyanda “kendi duygularını hiçe sayarak başkalarını mutlu etmeye çalışma” tutumu sıklıkla duygusal ihtiyaç krizine sebep olan önemli bir konudur. Bu kişiler genellikle “hayır” diyemeyen, ilişkilerinde sınır çizemeyen, kendilerini var edebilmenin ve kabul görebilmenin şartının “hayır” dememekten geçtiğine inanan kişilerdir. 

Çünkü hayır dediğimizde yaşayacaklarımızdan korkuyoruz. “Hayır dersem ayıp olur, hayır dersem değerim düşer, hayır dersem dışlanırım, hayır dersem beni kimse sevmez, hayır dersem…” şeklinde otomatik düşünceler kişiyi yalnızlık kaygısına ve ilişkilerde esaret noktasına getiriyor. Bu tutsaklık onu daima mağdur, ezilen, göz ardı edilen kişi haline getiriyor. Böyle bir durumda sonuç genellikle tükenme ve depresyon oluyor. 

Hayır demek bir pasif direncin ve sağlıksız bir karşı gelmenin sonucu değilse genellikle tükenmeyi ifade eder. Bir kişi her zaman yaptığı görevlerini yapamayacağından bahsetmeye başladıysa bilin ki zor durumdadır. “Hayır” demesi “ben bu yükü kaldıramıyorum, bu benim yapmak istediğim bir şey değil” anlamına gelir. Öte yandan tükenmenin olmadığı normal şartlarda söylenen “hayır”, bir sınır belirleme tutumudur. Böyle bir tutum karşıdaki kişinin talep ve beklentilerini ayarlamasına zemin hazırlar. Bu, karşı tarafın hatalarını fark etme ve bu sayede tutumunu düzeltme fırsatını da sunar. 

Öncelikle “hayır” demenin reddetmek olmadığını bilmek gerekir. O yüzden ilk cümlenin olumsuzluk algısına yol açacak şekilde olmaması önemlidir. Bunun için en iyi yöntem söze önce kendi duygularımızı açıklayarak başlamaktır. Bize yük gelen şeyin ne olduğunu ve bizde oluşturduğu olumsuz duyguları söylemek ve ondan sonra karşımızdakinden beklediklerimizi belirtmek çoğu zaman sesimizi duyurmamızı sağlar. Yargılayıcı ve suçlayıcı dilden kaçınmalı, olabildiğince kendi yaşadıklarımız ve hissettiklerimiz üzerinden “hayır”ı ifade etmeliyiz. Evet, insan “hayır” dediğinde de demediğinde de sıkıntı yaşıyor. Ancak “hayır” demediğinizde yaşadığınız sıkıntı sizi soruna, “hayır” dediğinizde yaşadığınız sıkıntıysa çözüme götürür. Siz, sizi çözüme götürecek sıkıntıyı göze alırsanız kazançlı çıkarsınız. O yüzden yeri geldiğinde “hayır” deme cesaretini gösterebilmelisiniz.

Yazının Devamını Oku

Alışveriş bağımlılığı nasıl tedavi edilir?

31 Mayıs 2019
“Pazara bir torbayla gidiyorum, beş torbayla dönüyorum.” “Elimde değil içimden bir ses “al onu” diyor.” “Evim hiç ihtiyacım olmayan şeylerle doldu taştı.” “Dolabımda giymediğim elbiselerle bir mağaza açabilirim.” “Çok harcadığımdan eşimle aram bozuldu, boşanma noktasına geldim.” “Kredi kartımda limit kalmayıncaya kadar harcıyorum.” Bu yakınmalara sahipseniz bir alışveriş bağımlılığı riskiyle karşı karşıya olabilirsiniz.

Bağımlılık önceleri sadece alkol ve uyuşturucu madde kapsamında değerlendirilirdi. Ancak artık haz ve heyecan veren her şeyin bağımlılık etkeni olabileceğini biliyoruz. Bu haz veren yaşantıların başında alışveriş geliyor. “Oniyomani” adını da verdiğimiz alışveriş bağımlılığı kişinin ihtiyacı olmadığı halde dürtüsel bir şekilde alışveriş yapmasıyla karakterize bir bozukluktur.

Toplumda %2 - 8 oranında görülür. Ancak tam bağımlılık olmasa da bağımlılığa yakın düzeyde alışveriş sorunu yaşayan insan sayısı çok daha fazladır. Sadece kadınlarda değil erkeklerde de görülür. Erkekler daha çok cep telefonunu, elektronik eşyaları, otomobil parçalarını tercih ederken kadınlar da takı, giysi, parfüm, ev eşyalarını tercih ediyor.

Alışveriş bağımlılığı olan bireylerde alışveriş merkezlerine veya alışveriş yapılan mekanlara gittiklerinde gördükleri şeyleri ihtiyaçları olmadığı halde almaya zorlayan bir dürtü gelişiyor. Bu kontrol edilemeyen dürtünün etkisiyle kişi bir alışveriş eşyası gördüğünde büyük sıkıntı ve bunaltı yaşıyor. Bu sıkıntı ancak o eşyayı satın almakla geçiyor. Eşyayı aldıktan sonra bir müddet rahatlamış ve mutlu olmuş hissediyorlar ama kısa bir süre sonra büyük bir pişmanlık, suçluluk ve mutsuzluk yaşıyorlar. Bu durum sürekli tekrar ediyor ve kişi bir kısır döngüye girerek alışveriş bağımlısı oluyor.

Alışveriş bağımlılığı olan kişilerde beynin dürtü kontrolünden sorumlu ön bölgesinin işleyişinde bir bozukluk olduğu düşünülüyor. Bu durum ya uzun süren stresten kaynaklanan bir kimyasal bozulma ya da yaşanmış olan travmaların sebep olduğu elektrokimyasal blokajla olabiliyor.

Bunların dışında insan ilişkilerinin zayıflaması, yalnızlık duygusu, çocuklukta yaşanmış olan fiziksel ve duygusal ihmaller, sevilen birinin kaybı, sevgiliden ayrılma, değersizlik, güçsüzlük, yetersizlik, çaresizlik, eksiklik, engellenmişlik, eziklik gibi negatif inanışlar alışveriş bağımlılığına zemin teşkil edebiliyor. Kişiler ruhsal dünyalarında oluşan boşluğu adeta alışveriş yaparak doldurma eğilimine giriyorlar.

Alışveriş bağımlılarının zihinleri sürekli para harcama düşünceleriyle meşguldür. Her şeyi alışveriş yapmak için bir bahane addederler. Bir şeye kızsalar, kaygılansalar, üzülseler ya da tam tersi sevinseler, keyiflenseler, mutlu olsalar ellerinde olmadan bir şeyler satın alma ihtiyacı içine girerler. Kredi kartı limitlerini tüketirler, paraları olmadığında da borç alırlar. Kredi kartı borçları patladığında da deşifre olurlar. Eşleriyle veya aile bireyleriyle para ve harcamalar yüzünden sürekli tartışmalar ve çatışmalar yaşarlar. Bu tartışmalardan kaçınmak için de yalan söylemeye başlarlar. Sonuçta basit bir şekilde başlayan alışveriş macerası kompleks bir bağımlılığa dönüşmüş olur.

Alışveriş bağımlılığı tıpkı alkol, madde, kumar bağımlılığı gibi tedavi edilmelidir. Çünkü en az onlar kadar ciddi ve onlar kadar yıkıcı etkilere sahiptir. Tedavide dürtü kontrolünü sağlayacak ilaçlar, anti-depresyonlar ve kaygı giderici ilaçlar kullanılır. Ayrıca bilişsel davranışçı terapilerle ve bağımlılığa sebep olan olumsuz düşüncelerin kaynağı olan travmaların işlemlenmesinde etkili olan EMDR terapisi gibi travma-odaklı yaklaşımlarla tedavi desteklenmelidir. Bu terapilerle amaç iradeyi ve benliği güçlendirmek, kişinin kaynaklarını geliştirmek, yaşadığı boşluk duygusunu dolduracak yeni hedefler ve hayaller oluşturmaktır.

Alışveriş bağımlılığı gülüp geçilecek bir bozukluk değildir. Bunu bilmek ve yardım alınması gerektiğini kabul etmek tedavinin en önemli unsurudur. Bilinçli yaklaşımlarla tamamen tedavi edilebilecek bir rahatsızlıktır.

Yazının Devamını Oku

Sınav kaygısı başarıyı azaltıyor!

16 Mayıs 2019
Ülkemizde her sene liselere ve üniversitelere giriş sınavları yapılıyor. Milyonlarca gencin gelecek eğitim hayatı bu sınavlarla belirleniyor. Bu derece anlam yüklü olan bu sınavlar doğal olarak öğrencilerde büyük bir kaygı yaratıyor. Bu kaygı çok çalışkan, başarılı öğrencilerin bile korkulu rüyası oluyor. Çünkü sınav kaygısı öğrencilerin bildikleri soruları yanlış yapmalarına sebebiyet veriyor.

SINAV KAYGISI BELİRTİLERİ

Sınav kaygısı yaşayan öğrencilerde sınavı her düşündüklerinde yapamayacakları, istedikleri sonuca ulaşamayacakları endişesi belirir. Bu endişe ile birlikte çarpıntı, soğuk terleme, titreme, mide bulantısı, kusma, baş dönmesi gibi fiziksel belirtilerle seyreden panik benzeri bir tablo oluşur. Bu panik hali konsantrasyon zayıflığı ve dikkat dağınıklığı gibi zihinsel performans düşüklüğüne sebep olur. Öğrenciler hiç bir şey bilmiyormuş, sanki hiçbir şey yapamayacaklarmış gibi hissederler. Aşırı kaygı ve dikkat dağınıklığından dolayı bilgilerini çağıramazlar ve hatırlamakta güçlük çekerler. Bilinen soruların dikkatsizlikten yanlış yapılması da bu sebepledir.

SINAV KAYGISINI NELER TETİKLER?

Sınavı çağrıştıran her şey kaygı etkeni olur. Dersler, kitaplar, sınav kitapçıkları, sayfalar, sınavın ismi, sorular, dersleri anlatan öğretmenler, sınavla ilgili haberler ve konuşmalar sınav kaygısını tetikler. Bu tetiklenmeler sebebiyle öğrenciler ders çalışmaktan kaçınırlar. Ders çalışamama, derse konsantre olamama, derse bir türlü başlayamama hali oluşur. Bu da başarısızlığı getiren en önemli etken olur.

SINAV KAYGISININ SEBEPLERİ

Sınav kaygılarının arka planında öğrencilerin sınavla tetiklenen psikodinamikler yatar. Çoğu öğrenci sınavı başaramadığı takdirde ebeveyninin emeklerinin karşılığını veremeyeceği, çevreye rezil olacağı, itibarının düşeceği hatta dışlanacağı ve sevilmeyeceği düşüncelerine kapılırlar. Başaramamayı yetersizlik, değersizlik, işe yaramazlık olarak değerlendirirler. Bu özellikle beklentinin çok yüksek olduğu ailelerde, biraz sertçe yönlendiren öğretmenlerin öğrencilerinde görülür. Çocuklara dayatılan rekabet duygusu kaygıyı daha da artırır.

SINAV KAYGISI DERS ÇALIŞMAK KADAR ÖNEMLİDİR

Sınav kaygısı ders çalışmayı ve sınav performansını etkilediği için sınav sürecinde halledilmesi gereken en önemli sorundur. Sınav kaygısının giderilmesi ders çalışmak ve sınava hazırlanmak kadar önemlidir.

Ancak aileler ve öğretmenler sınav kaygısını pek önemsemezler, sıradan bir olaymış gibi görürler. O yüzden birtakım tekinlerle, öğütlerle, yönlendirmelerle sınav kaygısını azaltabileceklerini düşünürler. Halbuki bu yaklaşımlar kaygıyı daha da artırır.

Yapılması gereken, öğrencinin kaygıya sebep olan yaşantıları varsa onları tespit edip bunlara karşı duyarsızlaştırmaktır. Kaygıya sebep yaşantılar, çocukluktan itibaren yaşanmış aşırı eleştiri, başarı baskısı, aşırı yüklenme, beklentiyi yüksek tutma gibi yaşantılarla okulda yaşanan başarısızlıklar, öğretmenlerden alınan örseleyici geribildirimler de olabilmektedir. Bazen de bu rekabet ortamında öğrenciler birbirlerine kaygıyı bulaştırırlar.

SINAV KAYGISININ TEDAVİSİNDE EMDR TERAPİSİ ÇOK ETKİLİDİR

Sınav kaygısını tedavide son yıllarda öne çıkan en etkili yaklaşım EMDR terapisidir. EMDR terapisinde öğrencinin sınav kaygısı yaratan geçmiş travmatik yaşantıları belirlenir. Kaygıyı tetikleyen tetikleyiciler listelenir. Bir de öğrencinin sürekli zihninde dönen sınavla ilgili felaket senaryosu tespit edilir. Önce geçmiş yaşantılara, sonra tetikleyicilere ve en sonunda da felaket senaryosuna karşı duyarsızlaştırma yapılır. Bu çalışmaların sonrasında büyük oranda kaygı kontrol edilebilir düzeye gelir ve sınav performansı kısa sürede yükselir.

Ayrıca sınav kaygısı aşırı derecedeyse, öğrenci aşırı paniklemeler ve mutsuzluklar yaşıyorsa, okula gitmek istemiyor, derslerden kaçınıyorsa antidepresanlarla terapi programı takviye edilmelidir.

DİKKAT EKSİKLİĞİ SINAV KAYGISI ETKENİDİR

Unutulmaması gereken bir başka husus da sınav kaygısı yaşayanlarda dikkat eksikliğinin çok sık bir şekilde karşımıza çıkmasıdır. Dikkat ile kaygı çok ilişkilidir. Dikkat eksikliği kaygıyı artırır kaygı da dikkati zayıflatır. O yüzden olası bir dikkat eksikliğini bertaraf etmek için dikkat ölçümü yapılmalıdır. Eğer gerçek bir dikkat sorunu varsa dikkati destekleyen ilaçların da takviye edilmesi başarı şansını ileri düzeyde artırmaktadır.

Sonuç olarak sınav kaygısı sınavlara hazırlanan öğrencilerin başarısını etkileyen en önemli sorundur. EMDR terapisi tedavide son derece etkilidir. Kaygıyı azaltmak başarı şansını artırmaktadır.

Sınav kaygısı yaşayanlara tavsiyeler:

• İyi uyuyun• İyi beslenin• Bol su için• Omega-3 ve vitamin takviyesi alın• Dinlenmeyi ihmal etmeyin• İyi nefes alın• Kaslarınızı gevşetin• Mümkün olduğunca yürüyün• Sosyal hayattan kopmayınAnne-babalara tavsiyeler• Çocuğunuzla ilişkiniz sınav üzerinden olmasın• Sürekli sınavı konuşmayın• Çalıştın mı diye sormayın• Sevgi ve şefkati esirgemeyin• Kuru öğütlerden ve akıl vermelerden kaçının• Çocuğun duygusal ihtiyaçlarını karşılayın• Ona güven verin ve güvenli bir ortam yaratın• Çocuğunuza öğretmenlik değil anne-babalık yapın• Zorlamayın destekleyin• İteklemeyin yanında olun• Rekabet hissi uyandırmayın

Sınav kaygısı yaşayan öğrencilerde sınavı her düşündüklerinde yapamayacakları, istedikleri sonuca ulaşamayacakları endişesi belirir. Bu endişe ile birlikte çarpıntı, soğuk terleme, titreme, mide bulantısı, kusma, baş dönmesi gibi fiziksel belirtilerle seyreden panik benzeri bir tablo oluşur. Bu panik hali konsantrasyon zayıflığı ve dikkat dağınıklığı gibi zihinsel performans düşüklüğüne sebep olur. Öğrenciler hiç bir şey bilmiyormuş, sanki hiçbir şey yapamayacaklarmış gibi hissederler. Aşırı kaygı ve dikkat dağınıklığından dolayı bilgilerini çağıramazlar ve hatırlamakta güçlük çekerler. Bilinen soruların dikkatsizlikten yanlış yapılması da bu sebepledir.

Sınavı çağrıştıran her şey kaygı etkeni olur. Dersler, kitaplar, sınav kitapçıkları, sayfalar, sınavın ismi, sorular, dersleri anlatan öğretmenler, sınavla ilgili haberler ve konuşmalar sınav kaygısını tetikler. Bu tetiklenmeler sebebiyle öğrenciler ders çalışmaktan kaçınırlar. Ders çalışamama, derse konsantre olamama, derse bir türlü başlayamama hali oluşur. Bu da başarısızlığı getiren en önemli etken olur.

Sınav kaygılarının arka planında öğrencilerin sınavla tetiklenen psikodinamikler yatar. Çoğu öğrenci sınavı başaramadığı takdirde ebeveyninin emeklerinin karşılığını veremeyeceği, çevreye rezil olacağı, itibarının düşeceği hatta dışlanacağı ve sevilmeyeceği düşüncelerine kapılırlar. Başaramamayı yetersizlik, değersizlik, işe yaramazlık olarak değerlendirirler. Bu özellikle beklentinin çok yüksek olduğu ailelerde, biraz sertçe yönlendiren öğretmenlerin öğrencilerinde görülür. Çocuklara dayatılan rekabet duygusu kaygıyı daha da artırır.

Sınav kaygısı ders çalışmayı ve sınav performansını etkilediği için sınav sürecinde halledilmesi gereken en önemli sorundur. Sınav kaygısının giderilmesi ders çalışmak ve sınava hazırlanmak kadar önemlidir.

Ancak aileler ve öğretmenler sınav kaygısını pek önemsemezler, sıradan bir olaymış gibi görürler. O yüzden birtakım tekinlerle, öğütlerle, yönlendirmelerle sınav kaygısını azaltabileceklerini düşünürler. Halbuki bu yaklaşımlar kaygıyı daha da artırır.

Yapılması gereken, öğrencinin kaygıya sebep olan yaşantıları varsa onları tespit edip bunlara karşı duyarsızlaştırmaktır. Kaygıya sebep yaşantılar, çocukluktan itibaren yaşanmış aşırı eleştiri, başarı baskısı, aşırı yüklenme, beklentiyi yüksek tutma gibi yaşantılarla okulda yaşanan başarısızlıklar, öğretmenlerden alınan örseleyici geribildirimler de olabilmektedir. Bazen de bu rekabet ortamında öğrenciler birbirlerine kaygıyı bulaştırırlar.

Sınav kaygısını tedavide son yıllarda öne çıkan en etkili yaklaşım EMDR terapisidir. EMDR terapisinde öğrencinin sınav kaygısı yaratan geçmiş travmatik yaşantıları belirlenir. Kaygıyı tetikleyen tetikleyiciler listelenir. Bir de öğrencinin sürekli zihninde dönen sınavla ilgili felaket senaryosu tespit edilir. Önce geçmiş yaşantılara, sonra tetikleyicilere ve en sonunda da felaket senaryosuna karşı duyarsızlaştırma yapılır. Bu çalışmaların sonrasında büyük oranda kaygı kontrol edilebilir düzeye gelir ve sınav performansı kısa sürede yükselir.

Yazının Devamını Oku

Depresyon tedavisine ilaçsız çözümler!

24 Mayıs 2016
Kullanılan yeni ve etkin tedaviler hangileri?

[webtv=122995]

Yazının Devamını Oku

Saç yolma (koparma) hastalığı nedir?

20 Ocak 2015
Bu hastalık genellikle ergenlik döneminde görülüyor.

Saç yolma hastalığı; saç, kaş, kirpik ya da diğer vücut kıllarını şiddetli bir şekilde “yolma isteğiyle” seyreden bir psikiyatrik bozukluktur. Dürtü kontrol bozukluğu sınıfında ele alınan bu rahatsızlıkta kişi karşı koyulamaz bir şekilde vücut kıllarını yolmak ister, bu esnada büyük bir sıkıntı yaşar ancak yolduktan sonra rahatlayabilir. “Trikotilomani” adı da verilen bu hastalık genellikle ergenlik döneminde görülür. Kadınlarda erkeklerden 5-10 kat daha fazla, erken erişkinlikte ise kadın ve erkekte eşit oranda seyreder.

Saç yolma davranışına sıklıkla depresyon, kaygı bozuklukları, alkol ya da madde kullanımı ve diğer dürtü kontrol bozuklukları eşlik eder. Bazılarının altından “manik depresif bozukluk” bile çıkabilir.

Çocukken ailesinden ayrılan, aile fertlerinden birini kaybeden, anne-babası ayrılan, ebeveyn kavgalarına maruz kalan kişilerde saç, kaş ya da kirpik yolma davranışının daha sık gözlendiği saptanmıştır. Yine bu kişilerin ailelerinde aşırı mükemmeliyetçi, eleştirici, reddedici annelerin yanı sıra, duygularını belli etmeyen, pasif babalara da sıkça rastlanır. Çocukken yaşanan her türlü ruhsal travma saç koparma davranışına yol açabilir.

Dürtü kontrol bozukluklarında kullanılan iradeyi güçlendirici ve sıkıntıyı hafifletici ilaçlar, saç yolma hastalığında da etkili olıur. Ancak tek başına ilaç tedavisinin başarı şansı düşüktür. Mutlaka etkin psikoterapi uygulamalarının da tedaviye eklenmesi gerekir. İnsanlar, çocuk ya da yetişkin olsun hiçbir neden yokken saç, kaş, kirpik yolma davranışları içine girmezler. Bu tür davranışlar bilinçaltı çatışmalara bağlı duygusal gerilimle ilişkilidir. Kişi bu davranışları bir nevi bu duygusal gerilimi azaltmak ve rahatlamak için yapar. Ancak bilinçaltı çatışma çözülmedikçe bu gerilim yok olmaz ve sürekli devam eden bir saç yolma takıntısına dönüşür. 

Temizlik takıntısı olan bir kişi nasıl ellerini yıkamadan rahat edemiyorsa, saç yolma davranışı gösteren kişiler de yolmadan rahat edemezler. Saç yolmaya sebep olan ruhsal gerilim etkeni genellikle bugün veya geçmiş dönemde yaşanmış travmatik kayıtlardır. İşte bu sebeplerin giderilmesinde en etkili olan terapilerden biri de EMDR terapisidir. EMDR terapisiyle geçmiş travmaları çözümlenen saç yolma hastalığı olan bireyler, bilinçaltı gerilimi giderilmiş olduğundan büyük oranda rahatlama ve düzelme elde ederler. Bunun yanında bilişsel davranışçı terapiler ve dinamik terapiler de etkili olan diğer yöntemlerdir. 

Psikiyatrist&PsikoterapistYard. Doç. Dr. Adnan Çoban

Yazının Devamını Oku

Narsisistik kişilik bozukluğu nedir?

2 Ocak 2015
Siz de bu ruhsal sıkıntıyı yaşıyor musunuz?

“Narsisizm” ya da “öz severlik”, kişinin kendisini taparcasına sevmesi ve kendisine aşık olması diye tanımlayabileceğimiz bir durumdur. Eğer bu durum bir insanın temel kişiliğini oluşturuyorsa ve bu kişide mesleki, ailevi ve akademik hayatta bir performans düşüklüğüne sebep oluyorsa buna “Narsisistik kişilik bozukluğu” adını verilir.

Narsisistik kişilik bozukluğu, kişinin kendini aşırı derecede önemli görme ve sürekli bir hayranlık isteği ile tanımlanan bir ruhsal rahatsızlıktır. Bu kişiler kendilerini diğerlerinden üstün görürler. Kimse onları yargılayamaz, kimse onları eleştiremez. Ayrıcalıklı bir insan olduklarına inanırlar. Hoşlanmadıkları tarzda davranıldığında agresifleşirler, aşağılayıcı bir tutum içerisine girerler ve bu durumdan hızla uzaklaşırlar. Daima kendilerini pohpohlayan ve alkışlayan kişilerle olurlar. Girdikleri her ortamda en güzel, en başarılı ve en gözde olmayı arzularlar. Kendilerini ancak bu şekilde güvende hissedebilirler. Sürekli üstünlüklerini ispat çabasında olduklarından başkalarıyla iş birliği kurmakta zorlanırlar. Aşırı kırılgan ve kolayca incinebilir bir özelliğe sahiptirler. Başkaları ile ilişki kurmalarındaki tek amaç çok iyi olduklarını onaylatmaktır. Başkalarının hisleri onlar için hiç önemli değildir.

Narsisistik kişilik bozukluğu ve narsisistik kişilik özellikleri olanlarda ön plana çıkan durumlar şunlardır:

Kişisel yetenek ve başarıları abartırlar: Kendi başarılarını ve yeteneklerini abartılı bir şekilde dile getirmekten kendilerini alıkoyamazlar. Buradaki temel motivasyonları onay ve beğeni kazanmaktır. Karşısındaki kişi tarafından onaylanmadığını ve beğenilmediğini hissederse yoğun öfke duyar ve o kişiden uzaklaşır. Kendine beğeni ve övgü verecek kişiler arar.

Karşısındakini aşırı yüceltirler veya yererler: Kendi kıstaslarına göre önemli bulduğu bir kişiyi gözünde abartılı bir şekilde yüceltebilir, bu kişiyi örnek alabilir ve izinden gidebilirler. Burada, örnek almaktan kasıt o kişiden bir şeyler öğrenmek ve onu değerli bulmak değil, o kişinin kendi beğenilirliğini artıracak olduğuna inanmasıdır. Ancak bu kişide kıstaslarına uymayan bir tutumla ya da bir özellikle karşılaştığında ve/veya bu kişi kendisini onaylamayan bir yaklaşım sergilediğinde durum tam tersine döner. Yücelttiği kişi aniden bir böceğe dönüşebilir.

Her yönden ehil kişi olduklarına inanırlar: Her şeyi en iyi onlar bilir. Her konuda fikir yürütme ve etkileme gücüne sahiptirler. İnsanları etkileyemeyeceklerini düşündükleri ortamlara girmez, girmiş olsalar bile bir bahane uydurup orayı terk ederler. Bulundukları ortamlarda onların bilgeliklerini onaylamayan bir söylem ya da tutumla karşılaşırlarsa abartılı bir öfke yaşarlar; bu durumda ya öfke patlaması yaşarlar ya da kendilerine hakim olabilseler bile o ortama bir daha asla girmezler.

Diğer kişileri ezici ve aşağılayıcı bir tutuma sahiptirler: İnsanları değersiz görme ve onları ezme isteğiyle doludurlar. Bunun altında esasen aşırı beğenilme ve onaylanma ihtiyacı yatar. Kendileri yüceltildikçe karşısındakiler ezilecek, karşısındakiler ezildikçe de kendileri yücelecektir inancıyla hareket ederler.

Yazının Devamını Oku