GeriSeyahat Varmak mı önemli, gitmek mi
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Varmak mı önemli, gitmek mi

Varmak mı önemli, gitmek mi

Bunca yıldan beri yollarda olmama rağmen, uzun veya kısa tüm yolculuklar beni hâlâ heyecanlandırıyor.

Mehmet YAŞİN 

Yolda olmayı hep sevmişimdir. Yalnız yolculuklar bana sonsuz huzur ve keyif verir. Hatta kimi zaman yolculuğun kendisi, gidilecek yerden daha caziptir. Doğayı seyretmek, lezzet avcılığı yapmak, müzik dinlemek, yan yollara sapıp küçük keşiflerde bulunmak vazgeçilmez birer uğraştır.

Yolculuktan zevk alır mısınız? Ulaşılacak yerde sizi bekleyen nedene aldırmadan (tatil, iş, kavuşma), yolda olmanın tadını çıkartır mısınız? Yoksa, hedefe bir an önce varmak için gaza basıp gidenlerden misiniz? Ben, yolculuğa çıktığım araç ne olursa olsun (araba, uçak, gemi, tren) yolda olmanın keyfini sonuna kadar çıkartmasını sevenlerdenim. Pencereden akıp giden en basit görüntülerin, küçük ayrıntıların ardındaki öyküleri bulmaya çalışırım. Bize yaşamdan keyif aldıran, bu küçük ayrıntıların anlattıkları değil midir zaten.
Bunca yıldır yollardayım, yola çıkarken hâlâ heyecanlanıyorum. En çok, otomobille yalnız çıktığım yolculuklardan hoşlanıyorum. Biriktirdiğim soruların yanıtlarını, bu tür yalnız yolculuklarda daha kolay buluyorum. Her zaman dinlediğim şarkılar, bu yolculuklarda sanki başka notalarla çalınıyor. Doğada her gün gördüğüm manzaralar sanki görüntü değiştiriyor, bir tabloya dönüşüyor. Yalnız yolculuklarda, yalnızlığın tadını çıkartıyorum.
Sizin bagajınızda neler var? Yedek lastik, kriko, bijon anahtarı, belki bir şemsiye, ilk yardım çantası, atmaya unuttuğunuz bir iki eski eşya, tamirden anlıyorsanız bir takım çantası... Belki birkaç ıvır zıvır daha. Eğer bagajınızda taşıdığınız eşyalar bunlardan ibaretse, siz yola çıkmaktan pek keyif almıyorsunuz demektir. Bir de benim bagajımda olanlara göz atalım: İki adet açılır kapanır iskemle, bir küçük likit gaz ocağı, bardak ve fincanlar, küçük bir mangal, çatal, bıçak, kaşık, tabak, su ısıtıcısı, kahve, paket çay, beş litrelik su bidonu, içeceklerimi ve sandviçlerimi koyacağım büyükçe bir soğutucu... Tabii diğer gerekli eşyalar. Tahmin edeceğiniz gibi, seyahat çantamı koyacak yer bulmakta zorlanırım her defasında. Ama tek başıma yolculuk ettiğim için, arka koltuk, çantaları taşıma işlevini yüklenir.

ARAYOL SÜRPRİZLERİ

Seyahat öncesi en keyif aldığım uğraş yol için sandviç hazırlamaktır. Çeşit çeşit peynir, salam, jambon, hardal, domates... Mutfakta bir sanat eseri yaratıyormuşçasına uğraşırım. Gözüm hiç doymaz. Sayıyı fazla tutarım. Aslında bunların hepsini tükettiğim söylenemez. Yol üstünde lezzet durağı keşfetmeye de bayılırım. Lezzetli bir şeyler bulabilmek için korkusuzca yemeklerin tadına bakarım. Doyunca sandviçleri unutuveririm.
En çok bahar yolculuklarında zorlanırım. Çünkü doğanın uyanışını izlemeye doyum olmaz. Yemyeşil bir tarlanın ortasında, bahar çiçekleriyle bezenmiş yalnız bir ağaç, şırıl şırıl akan küçük bir dere, cıvıldayan küçük kuşlar, pırıl pırıl parlayan bir su birikintisi, pamuk pamuk bulutlar... Bunlar ruhu okşayan yalın görüntülerdir. Aceleci sürücüler, farkına varmadan geçip gider. Ben ise neredeyse her virajda durup, bu muhteşem doğanın fotoğrafını çekerim, kokuları ciğerlerime hapsederim, seslerle kulaklarımı temizlerim. Bu küçük duraklamaların ruhumu dinlendirdiğini, huzura erdirdiğini bilirim.
Gideceğim yere mümkün olduğunca ara yollardan ulaşmaya çalışırım. Örneğin bir Ankara yolculuğum sırasında Bolu civarında otoyoldan çıkıp, yaylalara saptım. Kimsesiz çam ormanlarında park ettim. Kahve yapıp, çevrenin tadını çıkarttım. Bir köy lokantasının önünde durup, keşli cevizli ev eriştesi ile damağımı şenlendirdim. Ankara’ya vardığımda akşam olmuştu. Otel odama çekildiğimde sanki uzun bir tatilden dönüyormuşçasına huzurlu ve dingindim. Ertesi gün, başkentteki sıkıntılı gündem bile huzurumu bozmayı beceremedi.

KARLI YOLUN TİLKİLERİ

Karlı bir günde Kars’tan Çıldır’a gidiyordum. Bembeyaz, soğuk ve ıssız bir gündü. Nereye baksam, uçsuz bucaksız karlı ovaları görüyordum. Uzaklarda, zirvelerine bulut asılmış heybetli dağlar vardı. Yolda kimsecikler yoktu. Arada bir, üstü tepeleme eşya dolu yolcu minibüsleri geçiyordu. Pazardan dönen köylülerdi bunlar. Uzak köylerden yükselen dumanlar, güzel bir şiirin mısralarını andırıyordu. Arada bir tilkileri görüyordum. Karın içinden karnını doyuracak bir şeyler bulma peşindeydiler. Karşımda taşranın muhteşem silueti duruyordu. Otomobilimi kenara çekip dışarı çıktım. Kar kokusunu içime çekip, yalnızlığın duyulmayan sesine kulak verdim. Hayal kurdum, yaşam üzerine düşünceler ürettim, boş boş baktım, sadece tilkileri düşündüm, her şeyden soyundum.
Oradaki kısa bir molanın verdiği huzuru ve dinginliği, nice tatil yerinde arayıp da bulamadığımı itiraf etmeliyim.
Aynı hazzı İtalya’da, Toscana’nın üzüm bağları arasında kıvrıla kıvrıla giden yollarında da aldım. Varacağım kentten daha çok, pencereden akıp giden manzaralar beni heyecanlandırıyordu. Göz alabildiğine uzanan bağları, bağların arasında küçük köyleri, uzun çan kuleleri olan kiliseleri gördükçe, yaşamın ne kadar güzel olduğunun bir kez daha farkına varıyordum. Yolun bitmesini hiç istemiyordum. Onun için önüme çıkan köylerde duruyor, kiminde soğuk bir bardak beyaz şarap, kiminde bir tabak makarnayla, bir bardak kırmızı şarap içiyordum. Gideceğime kente ulaştığımda, sanki tatil bitmiş gibi geliyordu bana. Yol boyu yaşadığım sonsuz keyif yetip artıyordu bile. Kenti gezerken bile yolları özlüyordum.

MİKROBU NEREDEN KAPTIM

Yolculuktan böylesine neden zevk aldığımı kendime sık sık sorduğum oldu. Belki de yıllar önce Amerika’da yaptığım iş yüzünden bu mikrobu (!) kapmış olabilirdim. Florida’da para sıkıntısı çeken bir gençtim. Devamlı bir işim yoktu. Arada bir yaptığım iş de, aklı başında kişilerin yapacağı cinsten değildi. Tatil için otomobille güneye inen ve uçakla dönen zenginlerin araçlarını evlerine götürmekti işim. Seyrek talep geliyordu ama, iş çıkınca binlerce kilometre yol yapmak zorunda kalıyordum. İşte bu garip uğraş sırasında yolculuğu keyifli hale getirmenin yollarını bulmuştum. Bugün yolculuktan zevk almamım gerisinde, o yıllarda edindiğim alışkanlıklar yatıyor olabilir.
Ben tatile gitmek için yola çıkmıyorum, yola çıkmak için tatil bahanesi uyduruyorum. Otele, tatil köyüne, pansiyona vardığım zaman tüm heyecanım sona eriyor, durağanlaşıyorum. Bu, sadece karayolu yolculukları için geçerli değil. Uçak ve gemi yolculukları da aynı hazzı veriyor bana.
Havaalanlarına hep çok erken giderim. Bu acelenin nedeni uçağı kaçırma korkusu değildir. Oradaki koşuşturmayı, insan tiplerini, uçakların iniş kalkışlarını seyretmeyi severim. Özellikle uzak diyarlardaki havaalanlarında bar sohbetlerine bayılırım. Yanınızda oturan ve belki de yaşamınız boyunca bir daha göremeyeceğiniz kişilerin öykülerini dinlemek beni çok etkiler. O (adam veya kadın) kadehindekini bitirdikten sonra, dünyanın diğer ucundaki evine gidecek, sevdiklerine kavuşacak, mutlu olacak, kavgalar edecek, yani normal yaşamına dönecek. Ayrıldıktan sonra, anlatılanlarla bir öykü uydurmaya çalışırım.
Bir de iniş kalkışları gösteren ekrana bakmayı severim. Şimdi dijital olan ve sesi kesilen bu ekranlar, önceleri küçük metal levhalardan oluşuyordu. O levhaların üstündeki rakamlar, harfler yan yana gelip yolcuyu uyarıyordu. Her yeni bildirimde dönen metallerin şıkırtısı tüm salonu dolduruyordu. Şıkırtıyı duyan hemen ekranın karşısına geçip, uçuşu ile ilgili detayı öğreniyordu. O ekranda yazan kent isimlerine bakıp birçok anımı hatırlıyorum: Rio’nun kızları, Buenos Aires’in lezzetli etleri, New York’un her şeyi, Şikago’nun cazı, Rejkavik’in soğuğu, Petersburg’un güzelliği... Havalanları, bütün hengâmesi, ilginçliği ve güzelliği ile uygarlığımızın hayalperest merkezleridir.
Yola çıktığınız günü, bir an önce bitmesi gereken gün olarak algılamayın. O gün, bir daha asla yaşayamayacağınız bir gündür. Onu da keyifli geçirmeye bakın. Bu yüzden yolda olmayı hep sevin.

YOL MÜZİKSİZ OLMAZ

Yolculuklarda en iyi arkadaşım I Pod’um. Çünkü o, uzun yolculuklarımı müzikle şenlendirir. İçinde 6 bin 200 şarkı sığdırdığım bu küçük, sihirli kutudan yayılan nağmeler, insana her türlü yorgunluğu ve sıkıntıyı unutturur. I Pod’umu sadece otomobilde kullanmam. Uçakta, gemi güvertesinde, tren kompartımanında hep yanımda taşırım. Yollarda durmadan değişen radyo istasyonlarına, lüzumsuz konuşan sunuculara, uçaklarda çalınan bildik müziklere mahküm olmam. Şarkılarım farklı başlıklar altında kategorize edilmiştir. Birçoğu “Yol Müzikleri” adı altında toplanmıştır. Direksiyon başına geçtiğimde o başlığı seçerim. Highway Blues, Hotel California, Fly Me To The Moon, Tequlia Sunrise, The Pearl Fishers en sevdiklerim listesinin baş köşesinde yer alır.
Bir de yöre türkülerim vardır. Hangi bölgeden geçiyorsam oranın türküsünü dinlerim: Ordu’dan geçerken “Ordu’nun Dereleri”, Rize’den Artvin’e doğru giderken “Çayeli’nden aşağu giderim yali yali”, Bitlis’e yaklaşırken “Bitlis’te beş minare”, Sivas uzaktan görününce “Oy madımak”, Kars’tan Erzurum’a inerken “Erzurum dağları kar ile kaplı”, Bodrum yarımadasında “Halilim”... Türküler kendilerine ait topraklarda beni başka türlü etkiler. Müzik yolun gıdasıdır. Onun için uzun, kısa yolculuklarda kendinizi müziksiz bırakmayın. 
 

False