GeriSeyahat Portakallar çiçek açtığında Sevilla
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Portakallar çiçek açtığında Sevilla

Portakallar çiçek açtığında Sevilla

Endülüs’ün başkenti, tutkunun şehri Sevilla baharı mart sonunda karşılar.

Murat MÜFTÜOĞLU
muratmuftuoglu@gmail.com
 
Caddelerindeki portakal, limon ağaçları çiçeklenir, tüm kenti başdöndürücü güzelikte bir koku kaplar. UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki Santa Cruz Mahallesi’nin parke taşı kaplı dar sokaklarında yürümenin, portakal ağacıyla süslü küçük meydanlarını keşfetmenin tam zamanıdır.

28 Mart’ta paskalya başlayınca Sevilla tam bir masal şehrine dönüşür. Binlerce çiçekle süslü dev Hz. İsa, Hz. Meryem figürleri, Ku Klux Klan kıyafetliler geçer caddelerden. Sekiz gün boyunca unutulmaz bir şölen yaşanır.

Yıllar önce, bir nisan alacasında varmıştım Sevilla’ya. Günbatımının mavi, yeşil, beyazı, velhasıl cümle renkleri kızıla dönüştürdüğü saatlerdi. Madrid trenininden inip, gardan dışarı adım atar atmaz portakal çiçeği kokuları karşılamıştı beni. Pırıl pırıl bir bahar günüydü. Geniş bulvarları, daracık sokakları, mahalle araları, her yanı portakal ağaçlarıyla bezenmiş bu kent sanki portakal kolonyasıyla yıkanmışçasına çocukluğumun Adana’sı kokuyordu... Memleketim kokuyordu... Sanki Seyhan Nehri’ni Guadalquivir’le değiştirmişlerdi... O gün bugündür Sevilla denince portakal çiçekleri kokar içimde, Çukurova gelir aklıma...

550 YIL MÜSLÜMAN EGEMENLİĞİNDE KALDI

“Endülüs beyaz bir güvercin, Sevilla o güvercinin gerdanlığındaki en pırıltılı inci” demiş 11. yüzyılda Kurtuba’lı (Cordoba) bilge şair, düşünür İbn-i Hazm. Mitolojik kahraman Herkül’ün MÖ 6’ıncı yüzyılda kurduğu iddia edilen şehre Romalıların Betis, Endülüs Emevilerinin Vadi i Kebir adını verdikleri Guadalquivir Irmağı hayat veriyor. İber Yarımadası’nın en bereketli topraklarıyla bu güzelim şehir kimleri cezbetmemiş ki: Tartessuslar, Fenikeliler, Kartacalılar, Romalılar, Vizigotlar, Endülüs Emevileri ve İspanyollar... Romalılar 600 yıl, Müslümanlar 550 yıl yönetmiş. Onca farklı uygarlık, kültür Sevilla’da silinmez izler bırakmış, güzelliğine güzellik katmış.
Atlantik Okyanusu’ndan esen rüzgârlarda saçlarını delişmen bir edayla savuran, bıçkın bakışlara aldırış etmeden güneşin ışıklarıyla yansılanan Guadalquivir’in sularında hayranlıkla aksini seyreden, iç yakıcı, melez bir esmer Endülüs dilberi kadar güzel Sevilla, çok kültürlülüğün, çok renkliliğin, müziğin, dansın, neşenin, tutkulu aşkların, umutsuz sevdaların, hoşgörü ve sanatın simgesi haline gelmiş. Doğanın bahşettiği güzelliklere, kadim uygarlıkların bıraktıklarına yediveren gülü gibi karşılık vermiş... Sevillalı Adrianus, Roma İmparatorluğu’nu yönetmiş, Traianus ve bizim Edirne’yi kurmuş. Toplumbilimin babası sayılan İbn-i Haldun’un ailesi de Sevilla göçmeni. Velazquez, Murillo, Zurbaran, Becquer gibi ressamlar bu şehrin çocukları. Matematikçi ve astronom İbn Sah, şair ve düşünür Cabir İbn Aflah, şair Antonio Machado, flamenko dansçısı Cristina Hoyos da...

SANKİ OPERA SAHNESİ

UNESCO tarafından Edinburg, Buenos Aires ve Berlin’le birlikte Müzik Kenti unvanına layık görülen Sevilla’nın 100’den fazla operaya esin vermesine ne dersiniz? Bizet’in Carmen’i, Mozart’ın Don Juan ve Figaro’nun Düğünü, Rossini’nin Sevil Berberi, Beethoven’in Fidelio’su, Verdi’nin La Forza di Destino’su, Donizetti’nin Maria Padilla’sı hep bu şehirde geçer. 1936 - 38 arasında Madrid Büyükelçiliğimizi yapan Yahya Kemal Beyatlı’ya “Zil, Şal Ve Gül”ü yazdırmış bu kent. Sebebini Santa Cruz mahallesinin daracık taş sokaklarında gezerken anlayacaksınız. Gözlerinizin içine meydan okurcasına bakan Carmen’lerle karşılaşacaksınız. Matador edasıyla dolaşan Don Juan’lar göreceksiniz. Balkonlardan flamenko şarkılarının, kahkahaların sokaklara yayılmasına tanık olacaksınız. Sokakta yürürlerken birdenbire coşup avuçları, topuklarıyla ritm tutan, şarkı söyleyip dans eden, sonra hiçbir şey olmamışçasına hayata devam eden gençler göreceksiniz. Anı yaşayan, hayata “Manyana? Ya veremos” yani “Yarın mı? Hele bir yarın olsun bakarız” anlayışıyla bakan, yemeyi, içmeyi, eğlenmeyi önemseyen, arta kalan zamanda çalışan Sevillalıları...

Sevilla, Şark’ın binlerce yıllık bilimsel, sanatsal, yaşamsal birikimini Batı’ya taşımış. Bilime, sanata değer veren, farklılıklara saygı gösteren, birlikte yaşama kültürünü savunan Al Andalus İslam anlayışını yerel kültürlerle harmanlamış, korumuş. Tutkunun, yani İspanyolların deyişiyle “passion”un şehri olmuş hep. Tutkuyla hayata sarılmanın, aşık olmanın, şarkı söylemenin, dans etmenin, kahkaha atmanın, iyi ve güzele sahip çıkmanın simgesine dönüşmüş.

İSPANYA’NIN EN TUTKULU PASKALYA KUTLAMALARI

Ve işte yine bahar geliyor... Paskalyada şehrin sokaklarını süsleyen narenciye ağaçları çiçeklenecek. Avlular, meydanlar portakal, limon, turunç çiçeği kokacak. Manolya, begonvil, yasemin, gardenya, hanımelileri, zakkumlarla renklenecek. Çiçekler tutkuyla kokacak. Sevillalılar ise bir kez daha Hz. İsa’nın çarmıha gerilişini tutkuyla anacak. 28 Mart - 4 Nisan arasında binlerce çiçekle süslenmiş dev Hz. İsa, Meryem figürleri geçecek caddelerden. İspanya’nın en tutkulu paskalya törenleri yapılacak.

Semana Santa (Kutsal Hafta) 28 Mart’ta geçit töreniyle başlar. Hz. İsa’nın Kudüs’e gelişini zeytin dalları, palmiye yaprakları sallayarak karşılayan Kudüslüleri yaşatır şehir halkı. Yolda yürüyenlerin, balkondan seyredenlerin ellerinde palmiye, zeytin dalları görürsünüz. Hafta boyunca süren geçitlerin en önemlileri 1 - 2 Mart’ta yapılır. Çünkü Hz. İsa’nın son akşam yemeğinin ardından Romalı askerlerce yakalanıp, çarmıha gerilmesi ve ruhunu teslim etmesi bu iki günde yaşanmıştır. Her iki akşam çiçekle süslü dev figürler geçer sokaklardan. Hz. İsa’nın çilesini yansıtan yürüyüşün ritmi çok yavaştır, saatler sürer. Mahşeri kalabalık sabırla izler. Yaşlılar kortej güzergahına dizilen iskemlelere ücret karşılığı, rezarvasyonla oturur. Ağlayanlara, kendisini yere atıp paralayanlara, balkondan sarkıp Hz Meryem ve Hz. İsa’ya şiirle şarkı arası saeta’lar (methiyeler) düzenlere rastlarsınız. Devasa figürleri onlarca gönüllü omuzda taşır. Kortejdekilerin giysileri birbirinden şaşırtıcıdır: Mantilla (baş örtüleri) ve peineta’lı (örtüyü dik tutan saç tokaları) kadınlar, rengarenk giysileri ve armalarıyla bandolar, yalın ayak haç taşıyarak Hz. İsa’nın acısını paylaştıklarına inanan müritler, Romalı askerlere ya da Yahudilere tanınmamak için gece toplantılarına kukuletalı giden ilk Hıristiyanlara atfen Ku Klux Klan kıyafetleriyle yürüyenler... Muhteşem bir görsel şölendir kortejler.
Kutsal hafta Hz. İsa’nın ruhen dirilip, göğe yükseldiğine inanılan 4 Mart’taki ayinlerle noktalanır. Bir haftalık tatilden sonra anne babalar işlerine, çocuklar okullarına, turistler de memleketlerine döner.

AVRUPA’YA İLK DOMATES, PATATES VE TONLARCA ALTIN BU LİMANDAN GİRDİ

Sevilla 700 bin merkez, 1,5 metropol nüfusuyla İspanya’nın üçüncü büyük kenti. Avrupa’nın sur içi bölgesi en geniş şehirlerinden. Atlantik Okyanusu’na kuş uçuşu 70 kilometre uzakta, buna karşın tarih boyunca ülkenin önemli liman kenti olmuş. İçinden geçen Guadalquivir Irmağı’yla bağlanıyor denize. Irmakta 105 kilometre yolculuktan sonra ulaşılması, limanını hep güvenli kılmış. Sevilla, Endülüs Emevileri ve sonrasındaki küçük Müslüman sultanlıklarla önem kazanmış. 1248’de III. Fernando’nun fethiyle Hıristiyan İspanyolların eline geçmiş. 1492’de Kristof Kolomb’un Amerika’yı keşfiyle açılan sömürge çağında Afrika ve Uzakdoğu’dan getirilen mallar hep bu limandan Avrupa’ya girmiş. Altın, gümüş, kahve, tütün, Avrupa’da bilinmeyen domates, patates önce Sevilla’ya uğramış. Bugün bile şehrin sokakları, parkları egzotik ağaçlarla dolu. Ticaretle zenginleşip “Altın Şehir” adını almış. Sermaye birikimi daha sonra sanayi devriminin önünü açmış.

18. yüzyıl’da İspanyol İmparatorluğu’nun duraklaması, sömürgelerini kaybetmesi, çöküşe geçmesinin de acılarını yaşamış Sevilla. 1929’de düzenlenen HispanoAmericano Expo Fuarı’yla silkinip yeniden yükselişe geçmiş. 1992 Expo Fuarı şehri hareketlendirmiş. Bugün her iki fuarın alanları turistik merkez. Sevilla, Endülüs Özerk Bölgesi’nin başkenti seçilip, ardından İspanya Avrupa Birliği’ne girince eski parlak günlerine kavuştu. Tarihi dokusunu kaybetmeden uluslararası etkinliklerin şehrine dönüştü.

ADIM ADIM ALTIN ŞEHİR

La Giralda’ya tırmanıp şehri seyredin La Carboneria’da flamenko şovu izleyin

Dilerseniz Sevilla turumuza 1929 Expo Fuar alanından başlayalım. Plaza Espana, yani İspanya Meydanı olarak anılan alandaki en görkemli binalar İspanya pavyonu olarak inşa edilmiş. Günümüzde Sevilla Üniversitesi ve Endülüs Özerk Bölge Yönetimi hizmet binaları olarak kullanılıyor. Meşhur İspanyol yelpazesini andıran meydanda tüm İspanya kentlerinin gözalıcı seramik fayanslarla resmedildiği locacıklar var. Arabistanlı Lawrence ve Star Wars filmlerinin bazı sahneleri burada çekilmiş.
Meydanın karşısında Maria Luisa parkı olarak adlandırılan muhteşem botanik bahçesi, geçmişte saraya aitmiş. Parkta ve Avenida de Palmeras bulvarı üzerindeki birbirinden güzel binalar katılımcı ülkelerin pavyonlarıydı. Bugün müze, kültür merkezleri ya da konsolosluk olarak kullanılıyor. Tropikal ormanı andıran parkı faytonla da gezebilirsiniz. Plaza America’daki bembeyaz güvercinleri, şair Becquer anısına yapılmış güzelim anıtı görmeden çıkmayın.

KOLOMB’UN GÖRKEMLİ MEZARI KATEDRALDE

Parktan çıkıp Cid Meydanı’na yürüyün. Hemen solunuzda Carmen operasında geçen Tütün Fabrikası’nı göreceksiniz. Bu harika bina artık Sevilla Üniversitesi. Yolunuza devam edip Avenida Montoto Bulvarı’na doğru Murillo Bahçeleri’nden, Kristof Kolomb anıtından geçip, ünlü Santa Cruz mahallesine girin. Juderia (Eski Yahudi Mahallesi) olan bu bölge çok şirindir. Daracık taş sokakları, portakal ağaçlarıyla süslü küçük meydanlara açılıyor. Jose Feliciano’nun özel bir şarkı yazdığı minicik Dona Elvira Meydanı’nına mümkünse bir gece vakti uğrayın. Seramik banklarına oturup, kendinizle bir süre baş başa kalın. Calle Mateos Gago sokağındaki eski bir hamamdan dönüştürülmüş Bar Giralda’nın tapaslarına (mezelere) tadıp buz gibi jerez ya da manzanilla için. Güveçte ıspanaklı nohutu hararetle tavsiye ederim. UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası Listesi’nde yer alan bu mahalleyi gezmeye doyamayacaksınız. Amatör gençlerin Calle Levies sokağındaki kömür deposundan müzikhole dönüştürdüğü La Carboneria’ya uğrayıp flamenko gösterisini izlediğinizde kentin ruhunu daha iyi anlayacaksınız. Gerisi sizin içgüdülerinize, koku alma yetinize kalmış.

Bir yolunu bulup Plaza de Contratacion ya da Virgen de Los Reyes meydanına çıktığınızda artık Sevilla’nın kalbindesiniz. Karşınıza devasa katedral çıkacak, Endülüs’ten kalma Merkez Camii’nin üzerine inşa edilen dünyanın üçüncü büyük katedrali. Camiden geriye kalan minareye, yani Sevilla’nın sembolü La Giralda çan kulesine 35 kat rampayla çıkıp Sevilla’yı 95 metreden kuş bakışı seyredin. Müslümanlar kenti terk ederken taş taş söküp götürmek istemiş, III. Fernando’nun “götürülecek her taş için bir baş keserim” tehditi üzerine La Giralda yerinde kalmış. Katedraldeki Kristof Kolomb’un görkemli mezarı ve altar da görülmeye değer.
Sonra doğruca Real Alcazar de Sevilla/ Sevilla Kraliyet Kale Sarayı ve bahçelerini görmeye gidin. 10. Yüzyıl başında Endülüs Emevileri’nce yapımına başlanan kale saray, sonradan gelen sultan ve krallarca dev bir komplekse dönüşmüş. Sarayın girişinde yazılı Virgilio’nun veciz sözü ilginç: “Her şeye hazırlıklı ol!” Sarayın hemen karşısında muhteşem Amerika Arşivleri Binası var, katedralin hemen yanında da Başpiskoposluk Sarayı.

NEHİRDEKİ GERDANLIKLAR

Katedralin arkasındaki Constitucion Bulvarı’ndan sola dönüp Guadalquivir Nehri’ne yönelin. Yolunuzun solunda kral için yapılıp sonra turizmin hizmetine sunulan masalsı güzellikteki Alfonso XIII Oteli’ni ve San Telmo Sarayı’nı göreceksiniz. Nehir kıyısına vardığınızda sağa doğru ilerleyin, limanı koruma amaçlı yapılmış günümüzde Deniz Müzesi olarak hizmet veren Torre del Oro/ Altın Kuleyi ve sonrasında sağınızda boğa güreşleri yapılan Maestranza arenasını göreceksiniz. Arenanın karşısında da Carmen heykelini.
Irmağın öte yakasına geçip eskiden buram buram flamenko kokan, Çingene kimliğinin damgasını vurduğu Triana semtini gezebilirsiniz. Irmak boyunca uzanan Betis Caddesi ırmağa nazır balık restoranları ve barlarla dolu. Restoranlardan herhangi birine girebilirsiniz. En tanınmışı Rio Grande. Barlardan Lo Nuestro’yu tavsiye ederim. Ama saat 01.00’de programın başladığı La Madruga (C/Salado, 11) Sevillalı gençlerin sabaha kadar flamenko şarkıları söyleyip, tutkuyla dans ettikleri müthiş bir bar.
Artık Altın Kule’ye dönüp motorla nehir turu yapmanın zamanı. EXPO 92’nin Sevilla’ya kazandırdığı çağdaş mimari harikası yapıları, Eiffel’in Triana Köprüsü’nü, Santiago Calatrava’nın Alamillo Köprüsü’nü, La Barqueta Köprüsü’nü bu turda görebilirsiniz.

BUNLARI YAPMADAN DÖNMEYİN

Alışveriş için Avenida Constitucion Caddesi sonundaki C/ Sierpes ve C/ Tetuan caddelerine gidin. * Sierpes ve Tetuan caddelerinin arasındaki sokaklarda mütevazi balık ve deniz mahsulleri restoranları var. Sevilla’nın meşhur Pescaitos Fritos’unu (Karışık balık tabağı) tadın. * Sierpes Caddesi’nin sonunda, köşedeki pastanede Kutsal Haftada yapılan Torrijas (bizim ekmek tatlısı benzeri) yiyin. * Endülüs mutfağının lezzetlerini gözde restoranım Corral del Agua’da (Calle del Agua, No: 6) keşfedin. * Boş bir gün yaratabilirseniz araç kiralayıp 80 kilometre uzaklıktaki Jerez de La Frontera’da binicilik okullarını gezin. Dans eden İspanyol atlarının gösterilerini izleyin. * Domecq y Tio Pepe gibi ünlü bir şarap mahzenine uğrama fırsatını kaçırmayın. * 130 kilometre uzaklıktaki Cadiz kentini, kilometrelerce uzanan okyanus kumsallarını görün. * Zamanınız varsa 110 kilometre uzaklıktaki Cordoba’ya kadar uzanın.

False