GeriSeyahat Karagöl’ün dibinde, çiğdemlerin peşinde
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Karagöl’ün dibinde, çiğdemlerin peşinde

Karagöl’ün dibinde, çiğdemlerin peşinde

Taraklı’ya karayoluyla 21 kilometre uzaklıkta, Kapıorman Dağları’nın yükseklerindeki tuhaf bir göl bu... Artık kış aylarında bile dolduğunu gören yok. Bahar yaklaşırken zeminindeki yılankavi derecikler, birbirinden güzel çiğdemlerle sıra dışı bir görünüme bürünüyor.

Önceki yıl sonbaharda görmüştüm ilk kez Karagöl’ü. Taraklı Belediye Başkanı Tacettin Özkaraman’ın dağyolunda tozu dumana katan otomobiliyle Acelle Göleti’ne gidiyorduk. Yanından geçerken, güneşte kavrulmuş yaban otlarıyla dolu, göz alabildiğine uzanan tozlu düzlüğü eliyle gösterip “Burası Karagöl” demişti. Önce espri sanmıştım, sonra gölün öyküsünü anlatınca durumu kavramıştım. O geziden hafızamda kalan fotoğraf Acelle Göleti’nin kıyısındaki lale goncası büyüklüğündeki sonbahar çiğdemleri ve çölü andıran Karagöl’dü.
Şubatın son haftasında, üyesi olduğum yürüyüş grubu Kapıorman Dağları’nın yaylaları arasında bir ‘kar yürüyüşü’ düzenleyince, fırsatı kaçırmadım, Karagöl’ü bir kez daha görmek için yola düştüm. Taraklı ilçesinin Dışdedeler Köyü’nden başlayıp, Bolu’nun Göynük ilçesindeki Kaşıkçışeyhler Köyü’nde bitirecektik yürüyüşü. Geçen yıl aynı günlerde, bu rotada yürüyenler bellerine kadar kara batmış, kimi yerlerde boylu boyunca kara gömülmüş, arzu ettikleri macerayı doyasıya yaşamışlardı. 17 kilometrelik parkur 10 saat sürmüştü.
Bu kez Kapıorman’larda kar olmadığını biliyordum. Bir hafta öncesinde, çok daha soğuk havada güneyden, kuzeye dağlarda yürümüş, sadece kuytularda kar birikintisine rastlamıştım. Arkadaşlarım yine kara basmayı umuyordu. Benim hayalim farklıydı. Karagöl’ün yanı sıra, haritalarda dikkatimi çeken geyik üreme sahasından geçmek, yaban hayvanlarını görmekti.

Adeta golf sahası

Hava açık ve pussuz, hafif rüzgârlı, tişörtle yürünebilecek kadar sıcaktı. Pırıl pırıl güneş altında kilometrelerce ilerisi görünüyordu. 1100 metre irtifadan başlayıp, yaklaşık 1500 metrelere kadar yükseldik. Köknarların arasındaki orman yollarından, baharı karşılayan çayırlardan, kuytulardaki karlardan geçtik. Kasımda açan, safrana çok benzeyen tarhana çiçeğinin varyeteleriyle doluydu çayırlar. Bazılarının rengi maviye, çoğunun mora yakındı. Öylesine güzeldi ki öbek öbek çiğdemlerin görünümü, ben de gruptaki fotoğrafçı arkadaşlarım gibi sık sık kendimi yere atıyor, makro çekim yapıyordum.
Bir gözüm de çevredeki dağlarda, ufuktaki yerleşimlerdeydi. Dik bir yokuşu tırmanarak ulaştığımız 5-6 evlik küçük yayla yerleşiminin ardında, aşağılarda boydan boya uzanan Karagöl’ü gördüğümde adeta donup kaldım...
Yüksekliği 1400 metreyi bulan dağların arasında, doğu-batı yönünde 3 kilometre uzanan, zümrüt yeşili bir alandı Karagöl. Eni bir kilometreyi buluyordu. Taraklı, Akyazı, Karapürçek ilçelerinin kesişme noktasının yanı başındaki bölge haritalarda Karagöl Yaylası olarak işaretlenmişti. Bulunduğum batı yamacının yanı sıra kuzey ve doğusunda da 10-15 evlik yayla yerleşimleri vardı. Bunlar göl tabanından sadece 20-30 metre yüksekte olduğuna göre, Karagöl tarih boyunca hep sığ bir su birikintisi olmuştu. Tabii yeterli yağmur yağarsa... “Güneyinde bir yeraltı deresi var, çok dolduğunda suyu buradan akıp, aşağılarda ortaya çıkıyor” dedi 20 yıldır bu dağlarda yürüyüş yapan yol arkadaşım.
Gruptakiler fotoğraf çekip yollarına devam etti. Ben tepede kalıp bir süre daha manzaranın tadını çıkardım. Golf sahasını andıran gölün zeminindeki iki derecik tuhaf denebilecek sıklıkta kıvrımlar yaparak akıyordu. Kenarları adeta insan eliyle kesilmişti, öylesine düzgündü. Derelerin her iki yanındaki su dolu, zemini çimden çukurlar tuhaf bir simetriyle sıralanmıştı. Tepeden bakınca ayna gibi parlıyorlardı. Bir sedef kakma ustasının, doğada yarattığı şaşırtıcı tablo gibiydi önümde uzanan manzara. Arkadaşlarım gölün zeminine inip, karınca gibi yürümeye başlayınca daha da tuhaf bir görünüm aldı...

Çiğdem, çuha, menekşeler

Birkaç kare fotoğraf çekip, ben de tepeden aşağıya koşturdum. Daha önce gelgit sırasında okyanus zemininde yürümüştüm ama bir gölün dibindeki ilk adımlarımdı bunlar. Zemindeki otlar biçilmiş gibi olsalar da kalın bir tabaka üstünde, yaylanarak yürüyordum. Çamurdan eser yoktu. Sıçrama, kendini yerlere atma, yuvarlanma arzusu veriyordu yerdeki yastık yumuşaklığındaki tertemiz çimler. Tarlakuşları heyecanla havaya fırlayıp, yerden yaklaşık 15 metre yüksekte helikopter gibi aynı noktada durarak mütemadiyen ötüyordu. Bize şarkı gibi gelen bu feryatlar gerçekte yuvada yatan dişilere uyarı olmalıydı. Takvimler hâlâ kışı gösterse de doğanın nabzı atıyordu...
Tepecikler, derecikler, minik göller arasında çocuklaşan, neşeyle sıçrayan, fotoğraf çeken, çektiren arkadaşlarım önde, ben arkada yürürken aklıma su kuşları takıldı. Ortada yoktular. Kim bilir, belki göç yolları değişmişti.
Gölün zemini, dikkatli gözler için, küçük ve çok zarif çiğdemlerin açtığı bir çiçek bahçesiydi. Yol boyunca başka yerde rastlamadığım, sivri yapraklı türler, uçuk morlular güneşe doğru boynunu uzatmıştı. Dereciklerin içinde minyatür sarı çuhalar açmıştı. Çoğunlukla sarısına rastladığım yabani menekşelerin moru gölün çok güneş alan bölgelerinde görülüyordu.
Kuzey ve batı yerleşimlerinde hayat yokken, doğudaki birkaç baca tütüyordu. Köyün kıyısındaki çeşmenin başında mola verip, erzaklarımızı çıkardık. Öğle yemeğimizi yerken doyumsuz manzarayı seyrettik. Nisandan itibaren her cuma burada köy pazarı kuruluyor, yaylacılar şimşirden oydukları kaşıkları, elişlerini satıyordu. Aynı zamanda şenlik yeriydi pazar. Sonra yaz geliyor, büyük şehirlerin sıcağından kaçanlar hafta sonunda gölün zemininde kamp kuruyor, piknik yapıyordu.

Huşu içinde gölü, dağları seyredip üstümüzden neşeli şarkılar söyleyerek geçen sakaları dinlerken ansızın bir motosiklet sesi duyuldu. Köyün gençleri egzosu patlak motosikletle biz konukları için gösteriye çıkmıştı. Arkamızdaki yolda birkaç tur atıp, sonra çeşme başına geldiler, kendilerini dağlara vurmuş şehirlilere yakından bakmak için. Molamız bitmiş, tekrar yola çıkma vaktimiz gelmişti. Acelle Göleti, dağlar, tepeler ve 10 kilometre ötedeki Kaşıkçışeyhler Köyü bizi bekliyordu...

False