ÖSYM, sınav ücretlerini 2019’da yüzde 20 arttırmıştı. Buna göre DGS ve YDS ücretleri 100’den 120 TL’ye, KPSS oturumlarından her biri de 60’tan 75 TL’ye çıkmıştı. Vatandaşlar özellikle dar gelirli, işsiz gençlerin ve öğrencilerin sınav başvuru ücretlerini ödemekte güçlük çektiğini vurgulayarak indirim yapılmasını talep etti. KDK’nın ÖSYM’ye tavsiye kararında sınavların eğitim hakkının bir uzantısı olduğu, yüksek sınav ücretlerinin ekonomik olarak dezavantajlı kesimlerin bu hizmetten faydalanmasını güçleştireceği belirtildi. Eğitim-öğretim hizmetlerine ulaşmada öğrenciler arasında fırsat eşitliği sağlanmasının bir anayasal hak olduğu hatırlatıldı.
Kararda şu ifadelere yer verildi:
“Başvuru ücretlerinin makul bir düzeye çekilmesi ve sosyal devlet ilkesinin bir gereği olarak işsiz gençlere ve öğrencilere başvuru ücretlerinde indirim düzenlemesi yapılması için tavsiyede bulunulmasına karar verildi.”
KDK’ya verdiği bilgiye göre, ÖSYM her yıl 50 sınav yapıyor. Bu sınavlara yılda ortalama 10 milyon kişi katılıyor. ÖSYM, kurum olarak vergi mükellefi olduğuna da dikkati çekerek, adaylardan alınan sınav başvuru ücretlerinde yüzde 18 KDV’nin dâhil olduğunu hatırlattı. ÖSYM, tahsil edilen sınav ücretlerinin azaltılması amacıyla KDV muafiyetine ilişkin mevzuat değişikliği taleplerinin de olumsuz sonuçlandığını belirtti. Edinilen bilgiye göre, KDK sorunun çözümü için KDV indirimi dahil farklı seçenekleri araştırıyor.
‘KÖPRÜ VAZİFESİ GÖRÜYORUZ’
Türkiye Otizm Tanı ve Eğitim Vakfı Genel Müdürü Betül Selcen Özer, otizmli çocukların yüzde 10’unun üstün yeteneklere sahip olduğunu belirtti. Özer, bu sınıfları hizmete açmadan önce öğretmenlere ve otizmli çocukların ailelerine eğitim verdiklerini belirterek şunları söyledi: “Eğitim her çocuk için anayasal hak, ancak otizmli çocuklar için haktan da öte tek çare, tek tedavi. Otizmli çocuk ne kadar erken tanı alırsa, ki 18 ay tanı için çok kıymetli, hemen ardından da yoğun, sürekli özel eğitime ulaşabilirse, yüzde 50’si bağımsız bireyler olarak hayatlarına devam edebiliyor. Milli Eğitim Bakanlığı ile birlikte birçok proje gerçekleştirdik. İhtiyaç olan okulları öncelik sırasına göre belirliyoruz. Destek vermek isteyen kurum ve kuruluşlar ile destek verilmesi gereken okulları buluşturuyoruz. Destekçilerin katkılarıyla yeni özel eğitim sınıflarını açmaya devam edeceğiz. Bakanlığın bize verdiği ihtiyaç listesine göre sınıfları donatıyoruz. Üzerine ekstra bilgisayar ya da özel eğitim uygulamalarını da ekliyoruz. Bugüne kadar vakıf olarak 13 bin öğretmene eğitim desteği verdik. 2 bin de sağlık personelini eğitime kavuşturduk. 450 bine yakın çocuğumuz ve ailesine ulaştık. Milli Eğitim ve Sağlık bakanlıklarıyla yürüttüğümüz tarama projeleri var. Vakıf olarak açtığımız bir de model okulumuz bulunuyor. Burada da örnek, en iyi müfredatı uyguluyoruz. Gerekli her türlü materyale sahip okulumuz 11 ay bir hafta süreyle açık. Haftanın bir günü de eğitim evde yapılıyor.”
Kampotu Voonka Pazarlama Direktörü Hande Yalçın da bugüne kadar birçok sosyal sorumluluk projesine imza attıklarını söyledi. Yalçın, otizmli çocuklarla ilgili farkındalığı arttırmak ve eğitimlerine katkıda bulunmak için Tohum Otizm Vakfı ile ortak proje yürüttüklerini belirtti.
ÜSTÜN YETENEKLİ ÖRNEKLER VAR
Tohum Türkiye Otizm Tanı ve Eğitim Vakfı Genel Müdürü Betül Selcen Özer, bir televizyon kanalında otistik doktorun hikayesinin anlatıldığı dizinin yayınlanmaya başlanmasının ardından “Bu mümkün mü?”, “Her otistik birey bu tür üstün yeteneklere sahip midir?” gibi birçok soruyla karşılaştıklarını belirterek, şöyle devam etti: “1988 tarihli Rain Man (Yağmur Adam) filminde Dustin Hoffman’ın canlandırdığı Raymond Babbitt karakteri gibi doktor Ali karakteri de savant sendromuna sahip. Savant sendromu otizmin bir türü. Tüm otizmlilerin yüzde 10’unda görülebilen bir sendrom. Dünyada pek çok örneği var. Bunlar, üstün bellek, kafadan matematik işlemleri, müzik ve sanat yeteneklerine sahip olabiliyor.”
İlk, orta ve lisede okuyan yaklaşık 18 milyon öğrenci ile 1 milyon öğretmen için ders zili 9 Eylül Pazartesi günü çalacak. 2019-2020 eğitim öğretim yılında okulla ilk kez tanışacak çocuklar için uyum eğitimleri ise 5-6 Eylül’de yapılacak. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) da okulların açılmasına kısa süre kala ücretsiz ders kitaplarının dağıtımına başladı.
MEB; bu yıl 146 milyon ders kitabı dağıtacak. İl ve ilçe milli eğitim müdürlükleri, MEB’e bağlı devlet okulları ile bölgelerinde bulunan özel okullara ücretsiz ders kitaplarını teslim etmeye başladı. Bu yıl müfredatta yer alan derslerin kitapları, 9 Eylül’e kadar tüm eğitim kurumlarına ulaşmış olacak. İlk, orta ve lisede okuyan yaklaşık 18 milyon öğrenci de kitaplarını okullarından teslim alacak.
Öte yandan, Talim Terbiye Kurulu da MEB’in resmi internet sitesinde, ‘Ders kitapları hakkında merak edilenler’ başlığıyla bilgi notu paylaştı. Ders kitabı nedir, hangi süreçlerden geçerek belirlenir, incelenir, onaylanır ve öğrenciye ulaşır gibi sorulara yanıt verdi. Ders kitaplarının, MEB’e bağlı örgün ve yaygın eğitim kurumlarının haftalık ders çizelgelerinde yer alan derslerin öğretim programlarına göre hazırlandığı, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı tarafından inceleme ve değerlendirme işlemleri tamamlanarak okutulmasının uygun bulunduğu belirtildi. Bilgi notunda, kitapların incelenme ve değerlendirilme sürecinde yaklaşık 35 bin eğitimcinin görev aldığı bilgisine de yer verildi.
MEB’in 2003-2004 eğitim öğretim yılından itibaren ders kitaplarını öğrencilere ücretsiz olarak dağıttığı belirtilirken, “Başlangıcından bugüne, 16 yıllık süreçte, öğrencilerimize toplam 2 milyar 850 milyon 288 bin 456 adet kitabı ulaştırılmıştır” denildi.
2018-2019 eğitim öğretim döneminde ise yaygın eğitimde kullanılan kitaplar da dahil toplam 168 milyon 192 bin 641 ücretsiz ders kitabı dağıtıldı.
Yök’e bağlı olarak 2015’te kurulan ve Temmuz 2017’de tamamen bağımsız hale gelen Yükseköğretim Kalite Kurulu (YÖKAK), üniversiteleri geliştirmek için çalışmaya devam ediyor. YÖKAK Başkanı Prof. Dr. Muzaffer Elmas, kurulun bu yılın başında Avrupa Yükseköğretimde Kalite Güvencesi Birliği (ENQA) üyeliğine kabul edildiğini hatırlatarak, Hürriyet’e şu açıklamalarda bulundu:
DUYURUSUNU YAPACAĞIZ“Üniversiteleri bir bütün olarak değerlendiriyoruz. Haziran sonuna kadar mezun veren tüm üniversitelerin akreditasyon süreçlerini tamamlamış olacağız. Üniversitelerin programlarının değerlendirmesini ise kalite ajansları yapıyor. Eskiden Mühendislik Eğitim Programları Değerlendirme ve Akreditasyon Derneği (MÜDEK), Fen, Edebiyat, Fen-Edebiyat, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakülteleri Öğretim Programları Değerlendirme ve Akreditasyon Derneği (FEDEK) ve tıp fakültelerini akredite eden ajanslar vardı. Şimdi toplam 12 ajans var. Bunlar, üniversitelerin programlarını değerlendirerek, 2-5 yıl süreyle akredite ediyorlar. İsteyen üniversiteler yurtdışından akreditasyon alabiliyor. Maalesef tespit ettiğimiz suistimaller oldu, o nedenle yabancı kuruluşlardan alınan bazı akreditasyonları kabul etmedik.
KRİTERLERİN NELER OLDUĞU BELLİTürkiye’de önlisans, lisans, yüksek lisansta toplam 29 bin bölüm var. Bunun 9 bine yakını lisans, yani 4 yıllık. Bunlardan akredite olan program sayısı 400’ler civarında. Bu da düşük bir rakam. Zaten 100’ü 2-3 üniversitenin. Ülkemizde akreditasyon mecburi değil, gönüllü. Bu süreci gönüllü kuruluşlarla tamamlamak, tüm bu programları akredite etmek kolay değil. Üniversitelere bu konuda sorumluluk vereceğiz. Buna ilişkin duyurumuzu da yakında yapacağız. Üniversitelerin, programlarının kalitelerini, tescillerini kendi kurdukları sistemlerle yapmalarını istiyoruz. Ajanslar da baksın. Ama baş edemiyorlar. Bir üniversiteye bakıyorsunuz, 140 programdan sadece 5’i akredite. 135’i ne durumda bilmiyoruz.
KALİTE AJANSI GİBİ ÇALIŞSINLARAkreditasyonda öğrencinin etkinliği, hocaların uygunluğu, fiziki yeterlilikler, mezunların istihdam durumu gibi kriterlere bakılıyor. Üniversiteler de eğer özerk kuruluşlarsa kendi akredite süreçlerini izlesinler. Bölümler raporlarını yazıp getirsin, kendi hedefleri doğrultusunda bunlara bakılsın. Dünyadaki eğilim bu yönde. Üniversiteler, kalite ajansları gibi çalışsın. Hepsinin çok güzel, dünya çapında hedefleri var, ama sonuçlara bakan yok. Bu kültür de yok. Bu kültürü oluşturmaya çalışıyoruz.”
PROF. DR. MUZAFFER ELMAS: TÜRKİYE’YE UYGUN MODELTürkiye’ye uygun bir model oluşturuyoruz. Üniversitelerdeki kalite komisyonları rektörlerin başkanlığında süreçleri organize etsin istiyoruz. Rektörler, nasıl üniversitenin her şeyiyle ilgileniyorsa, öğrencilerin nasıl mezun olduğu, iş bulup bulamadığıyla da ilgilensin. Bölümlerde, sektörlerin ihtiyaçları doğrultusunda dersler veriliyor mu, bu eğitimin sonucunda ne oluyor, bunları takip etsin.
İLETİŞİM FAKÜLTELERİ SIRAYA GİRDİÜniversiteler, başarılı öğrencilerin tercihlerinde öne çıkabilmek, daha kaliteli bir eğitim vermek ve bunu da tescil ettirebilmek için çaba harcarken, fakültelerin bölümleri de ayrıca akreditasyon süreçlerine girmeye başladı. 2018 yılı başında YÖKAK’tan iletişim eğitimi akreditasyonu konusunda tescillendirilen İletişim Araştırmaları Derneği (İLAD) Başkanı Prof. Dr. Aysel Aziz, öncelikle Prof. Dr. Halil Nalçaoğlu başkanlığında Eğitimi Değerlendirme Kurulu’nu (İLEDAK) oluşturduklarını söyledi. ‘Gazetecilik’, ‘Radyo Televizyon ve Sinemacılık’, ‘Halkla İlişkiler’, ‘Reklamcılık’, ‘Görsel İletişim’, ‘İletişim Bilimleri’ ve ‘Dijital ve Sosyal Medya’ olmak üzere 7 dalda akreditasyon verdiklerini belirten Aziz, Hürriyet’e şu değerlendirmelerde bulundu:
iLK ETAPTA 34 PROGRAM İÇİN BAŞVURU YAPILDI“İlk etapta 34 bölüm için başvuru yapıldı. Bu çok yüksek bir rakamdı. Değerlendirmelerimizde öğretim üyesi, öğretim elemanı, çalışanlar, öğrenciler, mezunlar ve diğer tüm paydaşları da dikkate alıyoruz. Örneğin, başvuru yapılan programın ilk mezunlarını vermesi yani en az 5 yıllık olması gerekiyor. Diğer bazı kriterler de dikkate alınınca değerlendirme isteği kabul edilen bölüm sayısı 14’e indi. Biz bu programlardan yedisinin değerlendirmesini tamamladık. Beşine iki yıl süreli akreditasyon verdik. İkisinin başvurusu ise olumsuz sonuçlandı. Fakülteler, bölümlerini akredite ettirmekte o kadar istekli ki. Başvurusu reddedilen bir bölüm hızla yeniden başvurdu.”
ANKARA ÜNİVERSİTESİ İLETİŞİM FAKÜLTESİ ÜÇ BÖLÜMLE ÖNE ÇIKTI