İtalya'nın İsviçre sınırında bir cennet: Como Gölü

Güncelleme Tarihi:

İtalyanın İsviçre sınırında bir cennet: Como Gölü
Oluşturulma Tarihi: Haziran 14, 2011 07:14

Geçen hafta, İtalya’nın İsviçre sınırındaki Como Gölü’ne gittim. Üç bacaklı gölün etrafını büyülü dağlar sarmıştı. Masmavi bir su, insanın düşlerini zorlayan birbirinden lüks villalar, küçük köyler, zirvede kartal yuvası gibi evlerle Como insanı sarıp sarmalıyor, kendine âşık ediyordu.

Haberin Devamı

                     

Haritamda bir kırmızı nokta daha olacak. Her gittiğim yerin üstüne kırmızı bir nokta koyduğumu, sonra o noktalara bakıp düş yolculuklarına çıktığımı belki biliyorsunuzdur. Haritamın bir bölümü gelincik tarlası gibi oldu. Bunca yıldan beri yollardayım, haritanın üstünde hâlâ gelincik bitmeyen boşluklar var. Dünya ne kadar büyükmüş meğer!

 

 KISA HABERLER

Yaz geldi, Hatay’ın pazarları, sofraları şenlendi
Tarihi eserleri kadar zengin mutfağıyla da ünlü Hatay’a sadece lezzetli yemekleri için bile gitmeye değer. Antakya yemekleri deyince ilk akla gelen nohut, tahin ve tereyağıyla yapılan humus oluyor. Hemen hemen her yerde önünüze nefis tadıyla meze olarak konuluyor. Kızarmış ekmek, ceviz ve nar ekşisiyle yapılan muhammara bir diğer ünlü meze. Bizim bildiğimiz içliköfte Şam Oruğu adıyla tanınıyor. Bu köfte de zeytinyağıyla fırınlanarak hazırlanıyor. Buğday, nohut ve etin macun kıvamına gelinceye kadar dövülmesiyle hazırlanan aşur bir başka yemek seçeneği. Baklavalık yufkanın içine dövülmüş et, soğan, maydanoz ve baharatlarla hazırlanan semirsek ise bir çeşit börek.

Bozcaada şarap günlerine hazırlanıyor
Bozcaada uzun ve soğuk geçen kış uykusundan uyandı. Zeytinlikler, bağlar çapalandı, sonbaharda uykuya yatırılan şarap fıçıları açıldı. Her yerde şarap ve zeytin kokusu var. Yazın ilk müjdesi Yöresel Tatlar Festivali oldu. Ada halkı şimdi 23 Haziran’da başlayacak, 7’nci Şarap Tadım Günleri’nin heyecanını yaşıyor.

Como Gölü’ne gidiyorum. İtalya’nın İsviçre sınırındaki üç bacaklı göle. Fotoğraflarına bakılırsa, yeryüzündeki cennetlerden biri. Milano Menpaza Havaalanı’ndan, kalacağım otelin minibüsüyle gidiyorum. Şoför yolun 1.5 saat süreceğini söylüyor. 70 kilometre nasıl bu kadar sürer ki! Halbuki yöreyi anlatan broşürde, hızlı trenin yarım saatte Como’ya vardığı belirtiliyordu. Demek Como ile otelimin bulunduğu Bellagio kasabası arasında epey mesafe var.

Haberin Devamı

Hava kapalı. Dahası, bulutlar, vapur bacasından çıkan duman kadar siyah. Bir süre sonra tüm sularını tam üstümüze boşaltıyorlar. Önümüzde su perdesi oluşuyorlar. Zavallı silecekler! Sağa sola gidip geliyor ama yetişemiyor. Camın önünden bir şelale akıyor sanki. Kırkikindi yağmurları bu kadar şiddetli yağar mıydı? Güneşli bir yolculuk düşlemiştim, yağmurlu bir başlangıç oldu.

 

Haberin Devamı

Camlar buğulanıyor. Zaten su perdesinden etrafta bir şey seçilmiyor. Kafamı cama yaslayıp uyumaya çalışıyorum. Nafile bir gayret. Biliyorum ama inatla gözlerimi kapatıyorum.

 

SİHİRLİ GÖRÜNTÜLER

 

Sonunda yağmur insafa geliyor. Bulutlar hâlâ koyu gri ama yağmur diniyor. Bir süre sonra da Como Gölü görünüyor. Minibüsüncamına sihirli görüntüler yansıyor. Zirvesi sivri dağların tam ortasında beyaz bulutlar uzanıyor. Aşağıda kırmızı damlı evler, kilise kuleleri seçiliyor. Koyu gri bu göle hiç yakışmamış. Yol daracık ve virajlı. Bir yanda dağ öte yanda göl var. İki araba yan yana zor geçiyor. Şoför her virajda klaksona basıyor.

Dağlar, masallardaki dağlara benziyor. Bulutlarla sarmaş dolaş, ıslak.

 

Haberin Devamı

Döne dolaşa sonunda Bellagio kasabasına geliyoruz. Dar sokaklardan ilerlerken şoför bana bakmadan, “Burası Como’nun incisidir” diyor. Sesinde gururlu bir tonlama var. Buralı mı acaba? Ve otel; Grand Hotel Villa Serbelloni. Como Gölü’nün üç bacağının birleştiği yerdeki bu kirli sarı bina oldukça yaşlı. Geçmişi 1873’e dayanıyor. Lobiye girince kendimi sarayın kabul salonunda sanıyorum. Tavan neredeyse beş metre yükseklikte. Etrafı altın varaklarla süslenmiş dev bir ayna salonu süslüyor. Bej, vişneçürüğü, koyu sarı kumaşlarla kaplı berjer koltuklar çok davetkâr. İnsan o rahatlığın içine gömülmek istiyor. Yerler, gri damarlı beyaz mermerlerle kaplanmış. Tavandan sarkan koca kristal avize pırıl pırıl yanıyor.

 

Haberin Devamı

Nihayet odamdayım. Huzurlu bir görüntü var. Yeşilliklere bakıyor. Camları açıp, kuş seslerini içeri davet ediyorum.

Gece yağmur, duruyor, yağıyor, duruyor, yağıyor. Palmiyelerin bel kırmasına bakılırsa rüzgar hâlâ öfkeli. Göl yanı başımda ama göremiyorum. Gözlerim karanlığı delemiyor. İlk kadehten sonra yağmur, rüzgâr, karanlık güzelleşmeye başlıyor. Hüznümü gören garson, kulağıma havanın yarın güneşli olacağını fısıldıyor. İnternetten öğrenmiş.

 

NAPOLYON’UN VİLLASI

 

Ertesi gün. Dünkü karanlık gri gün, pırıl pırıl güneşli güne bırakmış yerini. Havanın güzel olduğu, kuşların seslerinin neşesinden belli. Como Gölü’nün gerçek yüzünü kahvaltı masasında görüyorum. Boncuk mavisi suların üstünde minik dalgalar oynaşıyor. Karşıdaki zirvesi sivri dağlar meğerse yemyeşilmiş. Evler kıyıya kümelenmiş. Tepelerdeki yalnız evler çok çekici. Onlardan birisinde oturmak isterdim. Zirvede küçük bir kilise var. Bir kayanın tam ucunda. Papaz, acaba bu muhteşem manzaranın tadını çıkarıyor mudur?

 

Haberin Devamı

Gölün güney ucundaki Como kentine gidebilmek için vapura biniyorum. Ortasında bacası olan eski bir vapur. Hiç acelesi yok. Bir kıyı senin bir kıyı benim köylere uğraya uğraya gidiyor. Tam bana göre bir yolculuk. Gölü, kasabaları, dağları, villaları seyrede seyrede gideceğim. Amerikalı turistler ağırlıkta. Çoluk çocuk gelmişler. Gürültüleri gölün romantizmine çizikler atıyor.

 

Gökyüzünde, kaymak gibi lüle lüle bulutlar var. Güneşli ama gölgesi üşüten bir gün. Evler sahile sıralanmış. Tepeler ormanlık. Amerikalı turistlerin rehberinden bilgi çalıyorum. Karşıdaki büyük beyaz Villa Melzi d’Eril’de Napolyon bir süre yaşamış. Kim bilir ne şampanyalar patlatmıştır göle karşı. İngiliz ve Fransız bahçeleri birbirleriyle yarışıyor sanki. Evlerin damını örten kıpkırmızı Marsilya kiremitleri, gölün mavisine, dağın yeşiline çok yakışmış.

 

Tremezo kasabasına yaklaşırken, Amerikalı turistler birden geminin sağına doğru yöneliyor. Rehbere kulak veriyorum. Önünden geçtiğimiz muhteşem villada George Clooney oturuyormuş. Binlerce kare fotoğraf çekiliyor. Ben de çekiyorum. Adam kalabalıklardan kaçmak için bu cennete sığınmış ama nafile.

Herkesin gözü üstünde. Bu nedenle geçen yıl satışa çıkarmış!

 

Mehmet Yaşin'in yazısının devamını buradan okuyabilirsiniz

  

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!