Sokaklardaki kız çocuklarının yeni evi

Güncelleme Tarihi:

Sokaklardaki kız çocuklarının yeni evi
Oluşturulma Tarihi: Mart 09, 2002 22:47

Dün sessiz sedasız açılan, tabelasız bu binada şimdiden sekiz kız çocuğu var. Birimin Müdürü Abdullah Karatay'ın tespitiyle, hiçbir aidiyet duygusu olmayan, ailelerine karşı hiçlik duygusu taşıyan küçük genç kızlar. Kapalı mekan fobileri var. Bu yüzden merkezde açık kapı yöntemi uygulanıyor. Hayatın fazlasıyla hırpaladığı bu çocuk yaştaki genç kızların büyük dramlarını dinledik.

İstanbul sokaklarının acımasız karanlığına düşmüş olan kız çocuklarının artık başlarını sokacakları bir yuva var. İstanbul Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü tarafından yaptırılan ve dün sessiz sedasız hizmete açılan çocuk sığınma evinde 15 kız çocuğu kalacak, eğitim görecek ve meslek edinecek. Evlerinden kaçarak sokağa düşmüş bu kız çocuklarının önemli bir bölümü fuhuşa bulaştırılmış. Her biri değişik serüvenlerden gelen, şiddet, tecavüz, cinsel tacize uğramış, sevgisiz kalmış bu çocuklar yeni merkezde önce tedavi ve bakıma tabi tutuluyor. Bir kısmı uçucu madde ve esrar bağımlısı olan bu kız çocuklarına UMATEM tarafından profesyonel destek sağlanıyor. Sosyal Hizmetler'den ve Çocuk Esirgeme Kurumu'ndan sorumlu Devlet Bakanı Hasan Gemici'nin hazırlayıp hayata geçirdiği bu projenin, benzer problemlerin yaşandığı başka şehirlerde de uygulanması planlanıyor. Uzun süredir Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü'nün gözetimi altında bulunan ve her birinin apayrı bir dramı olan sekiz kız çocuğu bu yeni binaya yerleştirildi. Onlarla uzmanlar nezaretinde hikayelerini konuştuk.

Proje iki yıl önce başladı

İstanbul Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü, bu projenin alt yapısını iki yıl önce kurmaya başladı. Şimdi İstanbul Emniyet Müdür Yardımcısı olan dönemin Beyoğlu Emniyet Müdürü Tayfur Erdal Ceren'in de desteğiyle başlatılan proje sokaklarda yaşayan kız çocukları için bir merkez oluşturmayı hedefliyordu. İstanbul Sosyal Hizmetler İl Müdürü Kahraman Eroğlu, sokaklarda yaşayan kız çocuklarının erkeklerden farklı olarak çok daha büyük bir risk altında olduğunu düşünüyor: ‘‘Geçmiş yıllarda sokaklarda sadece erkek çocukları bulunurdu. Ama özellikle son beş yıl içinde kız çocuklarının sayısında önemli bir artış oldu. Bu çocuklar, erkeklerden farklı bir şiddete ve travmaya maruz kalıyor. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'yle temasa geçerek ortak çalışmalar yaptık. Bu çocukları, yetiştirme yurdundan farklı bir kurum çatısı altında toplamanın daha uygun olduğunu tespit ettik. Bakanımız Hasan Gemici ve İstanbul Valiliği'nin özel ilgisi sonucu uzmanlardan oluşan ayrı bir birim oluşturduk ve bu çocukların bakımını onlara emanet etmeye karar verdik.’’

Yeni birimin Müdürü Abdullah Karatay Hacettepe Üniversitesi mezunu. ODTÜ Sosyoloji'de master yaptı. Sokak çocukları ve sokakta çalıştırılan çocuklar üzerine önemli çalışmaları olan bir uzman. ‘‘1997'ye kadar Türkiye'de böyle bir sorunun olduğunun kabul edilmiyordu. Çocuk hakları kavramının gelişmesine paralel olarak bu sorun görülür hale geldi. Çocukları kullananların takip ve teşhir edilmesi, çok ağır bir şekilde cezalandırılması gerekli. Koyu bir karanlık içinde büyümüş, sevgisiz, çaresiz ve kimsesiz çocuklardan hepimiz sorumluyuz. Herkesin yapabileceği bir şey mutlaka vardır. Devlet bu konuda adım attı, şimdi hepimiz harekete geçmeliyiz’’ diyor.

Laleli'de ürkekçe yürüyor gazete parçalarını okuyordu

Adı Z. Alfabenin son harfiyle başlayan bu ismi kendisi seçmiş. ‘‘En sondayız ya, yani en uçta, en olmadık yerde. Onun için, ismimin Z ile başlasın istedim’’ diyor. Geçmişi hakkında birşey bilinmiyor. Çünkü bulunduğunda yanında ne bir nüfus kağıdı, ne de kimliğini gösteren herhangi bir belge varmış. Nerede doğduğunu, annesinin, babasının kim olduğunu bilmediğini söylüyor. Yaşı bazı günler 14 oluyor, kimi zamanlar 15. Kendisiyle ilgilenen uzmanların bir kısmı geçmişini bildiğini ama gizlediğini düşünüyor. Bir kısmı da yaşadığı travmanın şiddetiyle tüm kayıtların silinmiş olmasının mümkün olduğunu.

Laleli'nin arka sokaklarında devriye gezen bir kadın sivil polis tarafından merkeze getirilmiş. Ürkek bir kedi yavrusu gibi yolun kıyısından, neredeyse duvarlara sürünerek yürüyormuş. Sonra ansızın durup sokaktaki bir gazete parçasını alarak yere çömelip sonuna kadar okuyup yoluna devam ediyormuş. Kadın polis onu dakikalarca izlemiş. Dilenmiyor, hiç kimseden bir şey istemiyormuş. Çöp tenekelerinden çıkardıklarıyla kimseye göstermeden karnını doyurmaya çalışıyormuş.

BİR DE KASIMPATILARINI

Kadın polis ona yaklaşıp, ‘‘anladığım kadarıyla okumayı seviyorsun’’ demiş. O da, ‘‘aslında resim yapmayı ve yazı yazmayı daha çok seviyorum. Bir de kasımpatılarını’’ diye cevaplamış. Memur onunla birlikte yürümeye başlamış. Üstü başı biraz kirli ama düzgünmüş. Türkçesi de çok iyi. Hafiften bir kar serpiştirirken ‘‘evin nerede kızım?’’ diye sormuş kadın polis. İşaret parmağıyla sokakları göstermiş. Adını sorduğunda ise biraz düşünüp, ‘‘Z’’ demiş. Kar şiddetini artırmaya başlayınca polis, ‘‘Gel seninle sıcak bir yerde oturup, birşeyler yiyelim’’ demiş. Oturup konuşmuşlar. Polis olduğunu öğrenince çok ama çok şaşırmış ve ‘‘Ama sen gülüyorsun’’ diye tepki göstermiş. Sohbetin bu noktasından sonra memur Z'nin ‘‘Polis Abla’’sı olmuş.

POLİS ABLA GELECEKSE OKEY

Polis Abla, onu yanına alıp sokaklardaki devriye görevini tamamlayınca Vatan Caddesi'ndeki merkeze götürmüş. Merkezden, Sosyal Hizmetler İl Müdürü Kahraman Eroğlu'na telefon etmişler. ‘‘Hemen getirin’’ yanıtını alınca durumu Z'ye anlatmışlar. Z'nin yüz ifadesinden gitmek istemediğini anlayan Polis Abla, ona hemen her gün ziyaretine geleceğine söz verince ‘‘o zaman okey’’ demiş. Şimdi Z, Polis Abla'nın getirdiği küçük romanları okuyor, yağmurlu gecelerde tüm odaları tek tek dolaşıp uyuyan arkadaşlarının üstünü örtüyor. Camın önüne oturup, saatlerce yağmur damlalarının ip gibi camın yüzeyindeki akışını seyrediyor. Resim yapıyor, yazı yazıyor. Kursa gidip, bilgisayarda grafik eğitimi almak istiyor. Geçmişine dair karanlığın kapıları ise sımsıkı kapalı...

İçinde kütüphane, spor salonu, yemekhane, resim ve el sanatları atölyesi ve bilgisayar odasının bulunduğu yeni binada, okuma yazma eğitiminin yanında mesleki eğitim de veriliyor. Psikolog, rehber danışman, hemşire ve sosyal hizmet uzmanının bulunduğu çocuk evinde gönüllüler de çalışmalara katılıyor.

Tam anneciğine kavuşmuşken buz gibi bir duvara çarptı

Annesi henüz 17'sindeyken bir polise aşık oluyor. 18'i tamamladığında evleniyorlar. Bir sene sonra ablası doğuyor, beş sene sonra da K.Ö. ‘‘Duyduğum ilk sesler annemle babamın kavga gürültüleriydi’’ diyor. O zamandan aklında kalanlar, her gün dövülmekten gözleri, kolları mosmor dolaşan, dudakları patlamış, gözü yaşlı bir anne, hoyrat, acımasız, taş kalpli bir baba. Annesi bir gün ansızın ortadan yok oluyor. Baba, ‘‘anneniz öldü’’ diyor. Miniminnacık iki kız kardeş birbirine sokulup geceler boyu ağlıyorlar. 7-8 yaşındayken babası, ‘‘başını kapatmadan sokağa çıkmayacaksın’’ diyor. 10 yaşına geldiğinde ablası ortadan kayboluyor. O buz gibi evde yapayalnız dört yıl geçiyor.

Babası onu arada bir dövüyor ama itaatkar bir çocuk olduğu için genellikle hayat sakin akıyor. Günlerden bir gün babası ‘‘seni annene götüreceğim’’ deyince anlıyor ki annesi yaşıyor. Anneciğine kavuşacağı için o denli heyecanlanıyor ki sekiz saat süren otobüs yolculuğu, sekiz yıl gibi geliyor. Alacakaranlık bir Ankara sabahı, baba-kız kapıyı çalıyorlar. Hiç tanımadığı bir kadın açıyor. Babası, kadını göstererek ‘‘işte bu senin annen’’ deyip, çekip gidiyor. Hayallerindeki annesinin yerinde, saçları darmadağın, gözleri tedirgin, buz gibi bir duvarla karşılaşıyor. Annesine sarılmak için şöyle bir hamle yapıyor ama kadın onu eliyle durdurarak, ‘‘tamam tamam gir içeri’’ diyor.

KOCAM SENİ İSTEMİYOR

Salondaki koltuğa şöyle bir ilişiyor. Göbekli, pos bıyıklı, kem bakışlı bir adam çıkıp geliyor ve ‘‘demek senin küçük kızın bu’’ diyor. Adam annesinin hazırladığı kahvaltıyı ağzını şapırdatarak yerken, K.Ö. açlıktan guruldayan karnının sesini eliyle bastırmaya çalışıyor. Adam gittikten sonra annesi, ‘‘burada kalamazsın kocam seni istemiyor’’ diyor. Bir-iki saat sonra annesiyle birlikte evden çıkıp terminale gidiyorlar. Annesi ona bir kere bile dokunmadan, K.Ö.'yü meçhul bir İstanbul akşamına, anneannesinin yanına gönderiyor. Haremde onu yaşlı ama çok süslü püslü bir kadın karşılıyor. Küçük kız lüks bir dairede oturan anneannesinin yanında biraz soluk alıyor. Sokağa çıkıp kendisine yeni arkadaşlar edinmeye başlayınca, anneannenin hala icraatini sürdüren çok eski bir hayat kadını olduğunu öğreniyor. Eve gelen erkekler tarafından tacize uğramaya başladığında orayı terkedip, kendini İstanbul'un arka sokaklarına bırakıyor. Sonrası malum...

PAVYONDA BULUNDU

Bir gece yarısı polisler onu bir barda bulup, Beyoğlu'ndaki çocuk merkezine getiriyor. Bir gün kurum yöneticisi abiye, ‘‘ablam Antalya'da oturuyormuş. Bir buçuk yaşında bir bebeği varmış. Onun yanına gitmek için hazırlık yapıyorum. Bunu bilmenizi istedim’’ diyor. Yeğeni için patikler, rengarenk kazaklar örmeye başlıyor. Çocuk Evi yöneticileri, K.Ö.'nün beyanındaki isim üzerine Antalya'daki kurum aracılığıyla bir ön araştırma yapınca, durum daha içinden çıkılmaz bir hal alıyor: Ablası da hayat kadını ve birlikte yaşadığı adamdan çocuk sahibi.

K.Ö.'ye bunu anlatmıyorlar, gitmemesinin daha uygun olduğunu söylüyorlar. Ama o, bir gün, evdeki arkadaşlarına Antalya'daki ablasına gittiğini söyleyerek ansızın ortadan kayboluyor. Aylar sonra, Antalya'dan gelen haber Çocuk Evi'ndeki ablaları, abileri çok ama çok üzüyor. Polisler, küçük K.Ö.'yü gece yarısı bir pavyonun neon ışıkları ve dumanları arasında kaybolmak üzereyken buluyor...

Şimdi yeniden İstanbul'da. Haftalardır yeni kurum binasının eşyalarının yerleştirme işinde gönüllü olarak çalışıyor. Diğer kızlara nasihat veriyor...

YAŞLANINCA SANA DA BAKACAĞIM

Kız Çocukları Evi'nin Müdürü Abdullah Karatay, kurumda bir müddet kaldıktan sonra kayıplara karışan bir kız çocuğunun veda mektubunu gösterdi. Aynen şunlar yazıyordu: ‘‘Abdullah Abi, biliyor musun dünyada ben en çok seni sevdim. Benim canım abim, biricik babam sensin. Şimdi gidiyorum. Belki dönerim, belki hiç gelmem. Ama sana söz veriyorum. Tineri bırakıcam. Anneme ve kardeşlerime bakmak için çalışıcam ve sen yaşlandığında sana da bakıcam. Bundan böyle her isteneni yapmıycam. Yok şuymuş, yok buymuş dinlemicam. Bana iyilik yapana iyi olucam ama kötülük yapana aynen davranıcam. Ama bir gün ölürsem kabrimde bile seni babam gibi sevicem. Küçük kızın S.’

E. S. her gün farklı bir hikayeyle uyanıyor

Daha konuşmaya yeni başlamıştık. E.S.'nin ilk cümlesi, ‘‘herkes biraz yalnızlığı bilir ama hiç kimse yapayalnız olmak ne demektir onu anlayamaz’’ oldu. Ve karmakarışık bir hikaye anlatmaya başladı.

Hikaye Anadolu'nun orta yerindeki büyük bir şehirde başlıyor, 14 yaşında yüklü bir başlık karşılığı evlendiriliyor. Bu sırada bir gençle tanışıp aşık oluyor. Sevdiği gence kaçıyor. Aradan bir ay geçtikten sonra dayak faslı başlamış. Üç aylık hamile olduğunu söylediğinde sevdiği adamdan karnına tekme yiyor. Babaevine gidiyor, ‘‘çocuğu aldıracaksın ya da bu evi terkedeceksin’’ denilince sokaklarda alıyor soluğu. Bileziğini satarak bir doktora gidip çocuğunu aldırıyor. Kalan parayla da bir bilet alıp İstanbul'a geliyor. Polisler onu Beyoğlu'nun arka sokaklarında bulmuş ve Çocuk Evi'ne getirmiş. Hikaye burada bitti. Birkaç soruya daha cevap verdikten sonra çekip gitti. Çocuk Evi'nin yöneticisi, ‘‘bizdeki kayıtlarda ise bu çocuğun serüveni çok farklı’’ dedi, hiç şaşırmadan. 14 yaşındayken üç kişinin tecavüzüne uğramış olduğu görünüyor kayıtlarda. E.S. her gün farklı bir geçmiş zaman hikayesiyle güne başlıyormuş.
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!