Şehrin öbür ucundan koşarak gelenler

Güncelleme Tarihi:

Şehrin öbür ucundan koşarak gelenler
Oluşturulma Tarihi: Ağustos 15, 2011 00:00

Kuran’ı Kerim’in Kasas ve Yasin surelerinin 20. ayetlerinde, iki ayrı adamın, Seman ve Habib en Neccar’ın “şehrin öbür ucundan koşarak gelişleri” anlatılır.

Haberin Devamı

HZ. MUSA, “hikmet ve ilim sahibi” olarak ihtimal ki Kahire’ye girdi, halkı geldiğinden habersizdi. Kavga eden iki kişiyle karşılaştı; biri kendi halkındandı, öbürü “düşman.” “Derken, taraftarlarından olan, düşmanlarından olana karşı Musa’dan yardım istedi, o da düşmanlarından olan kişinin göğsüne bir yumruk indirdi de işini bitiriverdi; bu iş dedi, Şeytan’ın işlerinden; şüphe yok ki O, insanı apaçık sapıklığa sevk eden bir düşman.” (Abdülbaki Gölpınarlı Meali- Kasas/ 15)
Korku içinde geçirilen gece
Musa, Allah’tan af diledi, bağışlandı ve bir daha suçlulara ve suça itilenlere arka çıkmama sözü verdi. Bağışlanan Musa, geceyi ise korku içinde, etrafı gözetleyerek geçirdi. Sabah kimseye yakalanmamaya çalışarak kenti dolaştığı sırada, başını derde sokan o İsrailli’yi yeniden gördü. Bir başka kavgadaydı ve bir kez daha kendisinden yardım istiyordu. Musa, İsrailli’yi “Sen serserinin birisin” diyerek azarladı. “Düşmanın” da dahil olduğu itiş kakış arasında, kimi yorumlara göre “halkından olan”, Musa’nın dünkü cinayetin faili olduğunu açıkladı. Musa’yla ilgili bu bilgi, Firavun’a iletildi.
Sonrası: “Şehrin öbür ucundan koşarak bir adam geldi. ‘Ey Musa! İleri gelenler, seni öldürmek için aralarında senin durumunu görüşüyorlar. Şehirden hemen çık. Şüphesiz ben sana öğüt verenlerdenim’ dedi. Musa korku içinde etrafı gözetleyerek oradan ayrıldı. ‘Rabbim! Beni zalimler topluluğundan kurtar’ dedi.”(Kasas 20- 21. Ayetler) Musa, Medyen’e doğru yola çıktı. “Şehrin öbür ucundan koşarak gelip Musa’yı uyaran” kişinin adının “Seman ya da Şemun” olduğuna inanılır.
İhtimal ki Antakya
Yüzyıllar geçer; Antakya olduğuna inanılan kente iki elçi gelir. Yalancılıkla itham edildikleri için destek olarak üçüncü bir elçi daha gönderilir. Geleneksel inanış, elçilerin Hz. İsa’nın havarileri olduğu yönündedir. Örneğin Muhammed Esed ise ayette anlatılan kıssanın temsili olduğunu düşünür ve elçilerin Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed’i simgelediğine vurgu yapar. Kıssa şöyle devam eder: Elçiler, kent sakinlerine “Biz sizin için gönderilmiş elçileriz ve bize düşen açıkça tebliğ etmektir” der. Ancak, “Sizin yüzünüzden üstümüze uğursuzluk geldi” tepkisiyle karşılığını alırlar.
Koşarak gelen marangoz
Tebliğlerinden vazgeçmemeleri halinde işkenceyle tehdit edilirler. Elçiler, uğursuzluğun kaynağının bizatihi kentin sakinleri olduğunu savunur. Tartışmanın sürdüğü bir sırada, “Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve şöyle dedi: ‘Ey kavmim! Bu elçilere uyun.’/ Sizden bir ücret istemeyen o kimselere tâbi olun; onlar doğru yoldadırlar.” (Yasin 20- 21. Ayet) Esed’e göre “Şehrin öbür ucundan koşarak gelen adam” ise inanmış azınlığın simgeleşmesidir. Bu simgesel kişinin kimliğiyle ilgili olarak pek çok tefsirde “Habib en Neccar” bilgisi verilir; Neccar marangoz demektir, Marangoz Habib. Ki Habib en Neccar’ın ismi Anadolu’da inşa edilen ilk camiye verilir, cami Antakya’dadır.
Seman ve Habib en Neccar’ın koşularının taşıdığı anlam üzerinden de okunabilecek Kasas ve Yasin Sureleri’nin detaylarına bu yazıda girmeyeceğiz. Ancak Kuran-ı Kerim’de iki ayrı surede “Şehrin öbür ucundan koşarak gelen” iki farklı karakterden bahsetmesi, belki de şu demektir: Herkesin ve her zaman, şehrin öbür ucundan koşarak gelen birine ihtiyacı olabilir; “Şehrin öbür ucundan koşarak geleniniz eksik olmasın.”

KONULU HADİS PROJESİ

Haberin Devamı

Verdiğimiz sadaka içimize sinmelidir
MEDİNE’li sahabî Berâ b. Azib anlatıyor: “... kötü malı, hayır diye vermeye kalkışmayın...”  âyeti, biz Ensâr topluluğu için nazil oldu. Bizim hurma bahçelerimiz vardı. Herkes hurmalarının azlığı veya çokluğu nispetinde bir veya iki hurma dalı getirir Mescid’e asardı. Suffe Ehlinin yiyecek bir şeyi olmazdı. Onlar ellerine aldıkları sopalarla asılı dallardaki ham ve olgunlaşmış hurmaları düşürüp yerlerdi. Aramızda hayra gönlü olmayan insanlar da vardı. Onların astıkları dallar kırıktı ve hurmaları da çok kötüydü. Bunun üzerine “Ey iman edenler! Kazandıklarınızın iyilerinden ve rızk olarak yerden size çıkardıklarımızdan iyilik için harcayın. Size verilse, gözünüzü yummadan alamayacağınız kötü malı, hayır diye vermeye kalkışmayın. Biliniz ki Allah zengindir, övgüye lâyıktır” (Bakara, 2/267)  âyeti indi. Resûlullah (sav) buyurdu ki: Sizden birine, verdiği şeyin bir benzeri verilmiş olsa onu gözünü yumarak ve utanarak alır. Berâ “Bundan sonra biz elimizde bulunan ürünlerin en iyisinden getirmeye başladık” demiştir. (Tirmizî, Tefsîrul-Kur’an, 2, no: 2987; İbn Mâce, Zekat, 19, no: 1822)
Hazırlayan:
Dr. Mahmut Demir Din İşleri Yüksek Kurulu Uzmanı

Haberin Devamı

DİN İŞLERİ YÜKSEK KURULU KARARLARINDAN

Ücretle Kuran okutmak:  KUR’AN-I Kerim okumak ibadettir. Bu itibarla ölünün arkasından Kur’an-ı Kerim okunabilir ve okunması müstehabtır. İbadet, dünyevî bir menfaat için değil, sadece Allah rızası için yapılır. Bu sebeple, Kur’an-ı Kerim’in para karşılığında okunması ve okutulması dinen caiz değildir. Böyle bir okumadan dolayı sevap da oluşmaz. Ancak ücret şart koşulmaksızın ölüye Kur’an okuyanlara bir miktar bağışta bulunmanın dinen bir sakıncası yoktur.

ESMA-İ HÜSNA

el-VEHHAB: “(Aklıselim sahipleri); Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalbimizi eğriltme, bize katından bir rahmet ver, çünkü sen vehhabsın (derler.)” (Âl-i İmrân, 3/8)
Karşılıksız veren, bağışlayan ve hibe eden anlamındaki “el-Vâhib” isminin mübalağalı şekli olan “el-Vehhab” sözlükte çok bağışlayan, çok hibe eden demektir. Allah’ın sıfatı olarak yaratıklarına karşılık beklemeden maddi- manevi pek çok nimet veren, ikramında devamlı olan, lütfu, ihsanı ve rahmeti bütün varlıkları kuşatan demektir. Yüce Allah, kullarına her türlü maddi ve manevî nimetlerini bolca verir. Çünkü O, cömerttir, ikram, ihsan ve lütuf sahibidir. O’nun lütfu devamlı ve karşılıksızdır. Yerin ve göğün hazineleri O’nun katındadır. Her şeyin sahibi O’dur. Dilediğine bol rızık, mal-mülk, hidayet, sıhhat, afiyet, şöhret, makam, itibar, ilim, basiret, hikmet ve hidayet verir. Bütün bunlar, O’nun vehhâb olmasının sonucudur. Maddi ve manevi her türlü nimeti O’ndan istemeli, O’nun nimetlerini elde edebilmemiz için O’na kullukta kusur etmemeli ve çalışmalıyız. O’nun bize lütuf ve ikramda bulunduğu gibi biz de O’nun verdiklerinden O’nun kullarını yararlandırmalıyız.
Hazırlayan Doç. Dr.
İsmail Karagöz

Başbakan’a ilahi CD hediyesi

Haberin Devamı

Meltem ÖZGENÇ/ANKARA
İSTANBUL Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Görevlisi Ubeydullah Sezikli ve Makedonya İslam Birliği Kültür Dairesi Müdürü Abbas Jahja’nın birlikte hazırladığı Anadolu Balkan ilahileri CD’si Kültür ve Turizm Bakanlığı’nca desteklendi. Bakan Ertuğrul Günay da, CD’yi başta Başbakan Erdoğan olmak üzere tüm kabineye Bakanlar Kurulu’na hediye etti. Başbakan’ın dinleyip çok beğendiği 19 ilahiden bazısı şöyle:
“Sallallah Rabbuna, Bismillahi, Ver Gönlünü Mevlaya, Şehitski Rastanak, Mir Se Erdhe, Jemi Ardhun, Hicaz Kanun Taksimi, Ani Kur Nijerzija, Zoti Jone.”

Dr. Ubeydullah Sezikli kimdir?
1974’te Çorum’da doğdu. 1992 yılında girdiği Bursa Büyükşehir Belediye Konservatuarı’nın dört yıllık ses eğitimini tamamladı. 1990 yılında başladığı ney eğitimini 2000 yılında Neyzen Ömer Erdoğdular ile sürdürdü. 1998’de Uludağ Üniversitesi’nde İlahiyat Fakültesi’ndan “Son dönem Tekke Musikisi” isimli bitirme tezi ile mezun oldu. Tekke Müziği, yitik ilahiler ve Alevi Bektaşi musiki formları üzerine çalışmalarına devam eden Sezikli, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde Uzman Dr. olarak görevine devam ediyor.

Dr. Abbas Jahja kimdir?

Haberin Devamı

1970’te Tetova-Kalkandelen’den doğdu. 1984’te hafızlığını tamamladı. 1990 yılında Üsküp İmam Hatip Lisesi’ni bitirdi. Şuanda Makedonya İslam Dini Birliği’nde Kültür Dairesi Müdürü olarak görev yapıyor.

Ramazan ve çocuk

MAZİMİZİN altın sayfalarıdır çocukluk günleri... Ne yaşadıklarımızı ne de o yaşananları hafızalarımızdan ve hatıralarımızdan silmek mümkün... Ramazan’ı ve oruç ibadetini tanımaya başladığımız o günlere ait hatıraları anımsadıkça o tuttuğumuz ilk oruçların tadı damağımızdadır hâlâ. Ramazan’ın ayrı bir yeri vardır çocukluğumuzda... Öyle ki herkes gelecek olan bir şeyden bahsederken, sanki trenle gelen birileri vardır ve o birileri çok önemli misafirdir.
Sezai Karakoç, ramazan makalelerinin toplandığı “Samanyolu’nda Ziyafet” adlı kitabında çokça bahseder Ramazanın çocuğundan, çocukluğun Ramazanından.
Sahurda uyanırlar
“Çocuğun dünyasında orucun yeri bambaşkadır. Evvela Ramazanı bekler. Çevresindeki konuşmalar ona kutlu bir misafirin geleceğini haber vermektedir. Ramazan bütün görkemi ile gelir. Evde bir değişim başlamıştır. Çocuk bu değişime katılmaya çalışır. Sahura kalkar. Büyükleri “uyu” dese de o, dinlemez sahurda uyanır. İftar vaktini sabırla bekler. Kulağı ezan sesinde... Çocuk ve oruç arasında bir iyilik ırmağı akar: “Oruç ve namazladır ki, kutsal bir dünyaya girer çocuk. Sözle değil; bizzat o dünyanın içinde yaşar Mutlak Gerçeği.”
Bir güvercin
olduğunu sanır
“Çocuk daha birkaç yaşındayken, bu ayda, sık sık ‘oruç’ ve ‘oruç tutmak’ kelimelerini işitir ve bu ilkin anlaşılmaz loş bir düşünce getirir ona. Dünyadan parça parça alçılar kopardığı döneminde, belki karşılaştığı ilk mücerret şeyin oruç olduğunun farkına varır. ‘Orucun tutuluşu’ ona ilkin kaçtığını hatırlatır ve bundan orucun bir kuş, bir horoz, bir güvercin olduğunu sanır. (...) Aslında çocuk pek de yanlışlık yapmamıştır. Çünkü oruç, içimizden kafasını çıkarıp şu yokluk çöplüğünü altın tüyleriyle şereflendiren ve sonsuz üstün sesiyle yüreğin gecesini sona erdiren bir kırmızı horozdur. İnançların üstünde “pırr” diye uçan bir güvercindir. Ve oruç tutmak, insan yüreğini canlı, cıvıl cıvıl sesli kuşlarla doldurmak değil midir? O kuşlar ki, âdeta gökyüzüyle beslenir ve gökyüzünü örtünürler.”
Çocuk için
eğlencedir
Oruç tutan çocuk daha bir büyümüştür artık, sanki bir ay boyunca oruç tutan “büyükler” kategorisine dâhil oluvermiştir. O da “oruç tutmak”, böylece büyüdüğünü ispat etmek ister. Büyükler kıyamaz genellikle, “sen küçüksün, acıkırsın, susarsın...”, “hem sana farz değil, sonra tutarsın...” gibi pek çok yolu denerler çocuğu ikna için... Ama Ramazan çocuk için aç kalmak değildir. Ramazan çocuk için eğlencedir. Kendini denemedir. Kaç saat aç kalabileceğini ve ne kadar sabırlı olduğunu denemedir... Önce kuş orucu, tekne orucu ile kendini aşar. Yenilmez, pes etmez. Öğlene kadar çok da güzel sabredebilmiştir. Ona su içmek serbesttir ama O, ağzına su sürmez. Saat gece yarısını geçtiği zamanlarda, sokağın köşesindeki davul sesiyle başlar ilk sahur, olanca gücüyle gerilmiş deriyi çomakla buluştururken ve çeşitli maniler okurken davulcu... Daha dün geceden “Anne beni de kaldır sahura” deyip, gözler ovuşturulur kalkarken ve uykuya direnirken, çoğu zaman yüz de yıkanmaz sofraya oturulurken... Sahur, uykunun arasında tatlı bir rüya gibidir, ne yediğini, nasıl yediğini bilmeden atıştırırken ve tekrar soğumadan yatağını el yordamıyla bulurken...
Pide kuyruklarına
gönüllülük
Pide kuyruklarına gönüllü gider her çocuk. O kuyruklarda pidelerin kokusunu çeker içine... Açlığını biraz daha fazla hisseder... Akşamı iple çeker her şeye rağmen ve akşam herkesten önce oturur iftar sofrasına... Elinde kaşık çatal, akşam yemeğinin hoş kokuları arasında herkesten önce bekler bir yanda okunan ezan sesini, ha atıldı ha atılacak derken “gümm” sesiyle, mutluluğun doruğuna ulaşır... “İftar topu, zaferdir onun için. Çocukluğun tabiat üstündeki zaferi. Çocuk tabiatı yenmiştir; top bunun için patlar. Biraz halsiz düşmüş, sesi bir ton eksilmiş olarak yaklaşır iftara. İftar heyecanı sarmıştır her yanı. Ezanla beraber belgelenir orucu.”
Mahyaların ışıkları önce çocukların gülen yüzlerine vurur. Çocukların ilk oruçlarını açışının heyecanını yaşar minareler... İlk okunan akşam ezanı ile yüzleri gülen çocuklar, iftarı açmanın telaşındadır. Ailesinden herkes de onları tebrik etme yarışındadır.
Kikirdeyen çocuklar
Ramazan gülen çocuk yüzlerine gelir önce... Sonra yüreklere gelir Ramazan... Coşkusuyla, heyecanıyla büyük küçük herkesin ruhunu kuşatırken, küçük yüreklerin teravihe gidişlerinin ayak sesleri duyulur sokaklardan... Sokaklar bu seslere şahit olmaktan mutlu, aileler geleceklerinden umutlu.. Teravihe koşmaktadır çocuklar... En çocuksu yanları orada saklıdır... Hoca “...veleddallin” dediğinde hep bir ağızdan olanca gücüyle “AMİN!” diye bağırırlar. “Bak sakın koşma, gülme, yaramazlık yapma.” gibi tembihlerle camiye götürülürken, büyüklerin sert uyarıları ve homurdanmalarına rağmen tüm masumiyetleri camiye yansıyıp, verilen sözü unutup bir tarafta kikirdeyen, bir tarafta da büyükler rükuya varınca hemen koşuşmaya, konuşmaya, oynamaya, elleri bağlı yürümeye, gözleriyle her yeri kolaçan etmeye başlayan ama yine de camide olduğunu unutmayan çocuklar...
Sokağı şenlendiren
davul sesleri
Cami şerefelerinde her gece yakılan kandiller, büyük camilerin minareleri arasında salınan mahyalar, sahurda sokağı şenlendiren davul sesleri, büyük gümbürtü ile yankılanan iftar topları, iftara has özel yemekler, iftar davetleri, teravihe gidişler, cami ziyaretleri, bayram hazırlıkları gibi birçok şey çocukların oruca doğru yaptıkları yolculukta birer binek gibidir.
Ramazan herkesi paylaşmaya davet eder. Komşuluğa davet eder... Arkadaşlığa davet eder. Bu davet edişten çocuklar da nasibini alır. Öğrenmeyi öğretendir Ramazan... Çocuk duygularına kir bulaşmasın diye iftar vakti duadadır aileler... Aileler masumluğun şahidi, göz aydınlığımız, sevincimiz, ümidimiz çocuklar ise Ramazan’ın bereketidir.

* Dr. Ömer MENEKŞE
DİB. Bilgi Yönetimi ve İletişim Daire Başkanı

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!