PKK'yı vurduk DEAŞ kaçtı

Güncelleme Tarihi:

PKKyı vurduk DEAŞ kaçtı
Oluşturulma Tarihi: Nisan 02, 2017 00:08

Yanımda tankıyla Kıdemli Astsubay Çavuş Ömür vardı. Gencecikti. Ateş mevzisine tankını sokup attığı mermilerle PKK’nın doçkalı, ZU-23’lü üç pick-up’ını darmadağın etti. Mozallah’ı bu şekilde vurduğumuzu görünce DEAŞ Yusufbayk’tan kaçmaya başladı. Sanırım bu atışlar empati yapmalarına neden olmuştu. Şaşkın şaşkın ne güldük ama...

Haberin Devamı

ÖSO liderleriyle toplandık. Üç mihver belirledik. Yusufbayk, Keklice... Bir kol da Bülent Albayrak binbaşının emir komutasında Er Rai-Çobanbey tarafına gidecekti. Buradaki ilk çatışmalar Yusufbayk’ta başladı.Yusufbayk’a yaklaşınca doçkalar atışa başladı. ÖSO savaşçıları etrafımızda toplanmaya başladılar. Fıstık bahçelerinden ilerlerken, ÖSO bir de bizi korumaya çalışıyordu.

Bizimle kader birliği yapmışlardı. Ve buna inanıyorlardı. Kim ne derse desin, bu adamlar Suriye’nin milli kuvvetleriydi. İçlerinde dışarıdan hiçbir katılım yoktu. Onlar vatanlarını, evlerini, topraklarını, yaşamlarını kurtarmaya çalışıyorlardı. Bunun da ancak Türkiye ile olabileceğine inanıyorlardı.

Bununla birlikte ÖSO’nun bir büyük sorunu vardı. Liderlik!

Bir de iç çekişmeler. Çok farklı farklı yapılardan oluşuyorlardı ve çok farklı motivasyonları vardı. Bunları düzeltmek için çok uğraşmak zorunda kalacaktık.
DEAŞ bizden korkup kuvvet toplama alanları oluşturmaya başlayınca, fırsatçı PKK aldığı himaye ve desteğin şımarıklığında tutabildiği her yeri tutmaya başladı. Bunu da kendi aklı ve keşfiyle yapmıyordu. Bu kadar netti.

TANKIN EZMEDİĞİ SU BORUSU
Yanımda tankıyla Kıdemli Astsubay Çavuş Ömür vardı. Gencecikti. Ateş mevzisine tankını sokup attığı mermilerle PKK’nın doçkalı, ZU-23’lü üç pick-up’ını darmadağın etti. Mozallah’ı bu şekilde vurduğumuzu görünce DEAŞ Yusufbayk’tan kaçmaya başladı.

Sanırım bu atışlar empati yapmalarına neden olmuştu. Şaşkın şaşkın ne güldük ama.

İlerlemeye başladık. Önümüze çıkan bir evde yaşlı bir amca, 3 kadın, 4 de küçük çocuk vardı. Her ne hikmetse evi terk etmemişlerdi. Tankın ilerleme istikametinde evin su ihtiyacını sağlayan artezyen kuyusunun borusunun üstünden geçmesi gerekiyordu.

Suları kesilmesin diye tankı etrafından dolaştırdık.

Onlar da bunu gördüler. Nasıl dua ettiler bir görseniz. Eve buyur etti amca.

Biz halk zarar görmesin diye geleceğimizi önceden köy halkına haber veriyorduk. Bu bize dezavantaj getirse de bir tek masumun zarar görmemesi için açık bir harekât icra ediyorduk.

Artık görüyorduk. Dere yataklarına saklanmış halk oralardan çıkıyor, evlerine dönüyorlardı.

Bizim böyle davranmamızın, köylülere zarar vermeme gayretimizin de başka karşılıkları oluyordu. Artık köylüler içinde bize gönüllü olarak haber verenler vardı. DEAŞ’ın görüntülerini çekip bize ulaştırıyorlardı. Böylece pek çok DEAŞ mevzisini tespit ettik, vurduk vurduk geçtik.

PKKyı vurduk DEAŞ kaçtı


'TÜRK ASKERİ BİR YERDE KANINI VERİRSE BİR DAHA ORAYI BIRAKMAZ'
BAB’da çatışan bir asker anlatıyor:

Bab Akil Dağı çatışmalarında bilinen mermilerle şehit olan yok. Şehitlerin hepsi bombalı araç, roket, havan...

DEAŞ yoğun bir havan atışına başlamıştı. Biz kimi zaman ZMA ya da tankı kendimize siper ederek ileri noktalara sıçrıyorduk. Sonra olmaması gereken bir şey oldu ve yanımızdaki Leopar tankı arıza yaptı. Ben bu ana kadar Leopar’ın en iyi tank olduğunu düşünürdüm. Ancak her tarafı elektronik olan bu tank bir arıza verdiği zaman çakılıp kalıyordu. Oysa M60T’ler daha mekanikti ve muharebe sahasında daha az problem çıkartıyordu.

Havan atışları sırasında bir havan mermisi arıza veren tankla güney duvarı arasına düştü. O sırada ayakta mevzi tutmuş ve ateş eden Önder Astsubay yaralandı. Onun hemen arkasında Göktan Astsubay’la, Ömer Güner Astsubay vardı. Onlar arkadan gelip Önder’i kucakladıkları gibi emniyetli bir bölgeye çektiler.

BACAĞIMDAN ŞARAPNELLE
O sırada ben de bacağımdan bir şarapnelle yaralandım. Baktım, idare eder, çatışmaya devam ettim. Sonra bir fırsatını bulup, pantolonumu sıyırdım ve bacağıma baktım. Bu şartlarda benden çok daha ağır yaralılar varken, ben bu çatışmayı bırakamazdım. Bayram Ali’yle, Ömer ve Göktan ağır yaralı Önder’e yardım ediyorlardı. Onlar acil yardımdayken ben onları himaye ediyordum.

Önder kendini kasmıştı.

Nefes alamıyordu.

Makasla dişlerini kırarcasına ağzını açtılar. Nefes almasını sağladılar.

Sonra onu zırhlı aracın içine koydular.

Furkan yanıma koşup dedi ki,

“Abi tabur komutanına söyle tahliye edelim, yoksa şehit olacak.”

TAHLİYE YOK, TAKVİYE GELECEK
Ben de Furkan’a dedim ki: “Komutana söylerim ama durum ortada kardeşim.”

Hemen sonra tabur komutanı da yanımıza geldi. “Komutanım tahliye edelim. Yoksa şehit olacak.” Komutan, “Etrafımız sarılı aslanım!” dedi ve devam etti:
“Tahliye olmayacak, takviye gelecek.”

Göktan komandolardan yaralı olan bir Biksi’cinin Biksi’sini almış ateş ediyordu. Onun orada o Biksi’yle, yaklaşmakta olan bir pick-up’ın içindeki bütün DEAŞ’lıları vurduğunu gördüm.

Bundan sonra bir sessizlik oldu.

BAB’DA BİR FURKAN
Bizi tepeye kadar Furkan götürdü.

Yüzbaşı Alper şehit olduğunda da yanındaydı. Çatışma sırasında bir hemşehrim var, Erol Başçavuş... Yanına doğru gidiyorum. Kurban Astsubay orada öylece kalakalmış, ağlıyordu.

“Ne oldu Kurban” dedim.

“Komutanım Önder şehit oldu, ona ağlıyorum” diye yanıt verdi.

Ben de, “Moralini yüksek tut be aslanım! Hepimiz üzülüyoruz ama burada üzülmeye fırsat yok. Kendimizi bırakırsak çok daha kötüsü olur. Daha çok şehit veririz” diye teselli etmeye çalıştım.

Bu telkinden sonra Kurban oradan çıktı ve mevzilere doğru gitmeye başladı.

Sonra Erol Başçavuş’la konuşmaya başladım. Tam işte bu anlarda bir bağırış oldu: “Bombalı araç! Bombalı araç!”

Başımı bir çevirdim. Bombalı araç 6-7 metre arkamdaydı. Aracı görmemle başımı ZMA’nın içine sokmam bir oldu.

Ve araç patladı:

“Öldüm mü ben?”
“Ne oldu?”

Başımı içeri soktuğum halde, ilk başımdan kanlar damladığını gördüm.

Bilal baktı, “İki kaşın yarılmış” dedi. Aceleyle boynumdaki puşiyi çıkartıp başıma sardı. Şıp şıp! Başımdan kan damlıyordu. Kolonu kaldırmaya çalıştım. Olmadı. Bayram Ali ile Ömer Başçavuş geldi. Kolonu çektik. Ellerimizle kazımaya başladık. İlk önce Serdar Başçavuş’u çıkarttık. Serdar Başçavuş’un ayakları yamuk duruyordu. Ayakları kırılmış zannettik. Ama kırılmamıştı. Sonra yığının altından bir kol uzandığını gördük. Canhıraş eşelemeye başladık. Ve Tarık Başçavuş’u da oradan çıkardık.

Canlıydı!

Onları pançoya koyduk.

Baktım, herkes şehit ve yaralılara yardım ediyordu. Ben de devletin malzemelerini toplamaya başladım. O esnada kılıflı bir tabanca buldum. Her nedense tabancanın Sait Başçavuş’a ait olduğunu düşündüm. Ben orada malzeme toplarken Sait’i gördüm; “Sana bir şey olmadı mı Sait?” dedim.

“Olmadı” dedi.

Çok sonradan, Ruslar tarafından söylenmiş bir söz duyacaktık.

Bu askerce bir tespitti.

Biz Akil Dağı şehitlerini verince Ruslar demişti ki: “Artık Bab düştü.”

Sonra da eklemişlerdi: “Türkler artık bu işi bitirdi. Türk askeri bir yerde kendi kanını verirse bir daha orayı bırakmaz.”

PKKyı vurduk DEAŞ kaçtı


PKK'NIN TANKIYLA ORADA TANIŞTIK
MENBİÇ tarafındaki Balaban köyünde PKK’nın toplandığını öğrendik. Sultan Murat Tugayı’yla birlikte üstlerine yürüdük. Engebeli bir araziydi. Burada bir sürprizle karşılaşacaktık. Bu köyde PKK’nın tankı vardı. Seçebildiğim kadarıyla bir T-62’ydi. Hem o tankla attılar hem de tanklarımıza dört güdümlü tanksavar roketi Cornet fırlattılar. PKK’nın tankıyla, daha doğrusu o tankın attığı mermiyle ilk kez orada tanıştık. Artık bizimkiler gümbürdemeye başladılar. 50-60 kişi vardı, bizim tanklar onları fena sopaladılar. Bizim zırhlılar PKK’nın elindeki ateş gücünü ve neler olabileceğini anlamıştı. Vurulmamak için önce keşif ve hedef tarifi, sonra süratle yaklaşıp, seri atış yapıyor ve mevzi değiştiriyorlardı.

YAŞLI AMCADAN GÜMGÜM İKRAMI
BURALARIN halkı bizi kurtuluş olarak görüyordu. Bütün fakirliklerine rağmen ellerinde ne varsa bizimle paylaşmaya çalışıyorlardı. Şeker, ekmek parçası.
Biz de onlara kumanyalarımızı veriyorduk.

Su büyük bir sıkıntıydı. Çocuklara pet şişelerde kendi içme suyumuzu veriyorduk, koşa koşa evlerine götürüyorlardı.

Sabah bir ziyaretçimiz vardı. Yaşlı mı yaşlı bir amca. Demirciymiş. Sırf bize ikramda bulunmak için gümgüm yapmış.

Gümgüm, Araplara özgü mırra’nın pişirildiği bizimkilerden çok daha büyük, cezve işlevi gören sürahi gibi bir şey. Orada kaldığımız iki gün boyunca her sabah yanımıza gelip bundan ikram etti, kırmadık, izin verdik.

PKKyı vurduk DEAŞ kaçtı


ZAFER BAYRAMI'NDA CEPHE TAARUZU
30 AĞUSTOS’TA hedefimiz Kulliyah köyüydü.

31. Özel Kuvvet Tabur Komutanı Bülent Albayrak Binbaşımızın taburu da Zorhar (Zavgar) köyünü ele geçirecekti.

Yaklaştık, muharebe keşfi yaptık. Artık her taraf dümdüzdü. O zaman cephe taarruzu yapacaktık.

Yayıldık ve muharebe düzenine geçtik.

Biz birinci hatta, arkamızda ÖSO’cular...

Böylece Kulliyah’a taarruza geçtik.

30 Ağustos Zafer Bayramı öncesi, aynı atamızın yaptığı gibi, bugün biz de Suriye’de DEAŞ’a karşı cephe taarruzu yapıyorduk. Gazi Mehmetçik Paşayı, gazi ataları anmadan, yad etmeden edemezdik. Bizim onları yad edişimiz de Mehmetçik’e özgüydü. Sürat, atılganlık, cesaret, atış, şok etkisi ve biraz da deli gözlük... İşte böyle DEAŞ’ın üzerine yürüdük.

BAKMADAN GEÇME!