Johnson mektubu

Güncelleme Tarihi:

Johnson mektubu
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 01, 1998 00:00

Haberin Devamı

Hürriyet'in geçmişinde özel yeri olan haberlerden biri de ‘‘Johnson Mektubu’’. 1964 yılında Türkiye, İsmet İnönü'nün kararıyla Kıbrıs'a bir çıkarma yapma hazırlığı içindedir. Ancak çıkarmadan bir anda vazgeçilir. Bir süre sonra Hürriyet'te ‘‘Johnson Mektubu’’ haberi Cüneyt Arcayürek imzasıyla patlar ve Türkiye'de bütün dengeler altüst olur. Amerikan Başkanı Johnson, Kıbrıs çıkarmasını bir mektupla engellemiştir. Tam on yıl sonra Hürriyet yine Kıbrıs'la ilgili bir konuda diğer bütün gazetelere fark atar. 24 Temmuz 1974 günü Kıbrıs çıkarmasının ilk fotoğrafları Hürriyet'te yayınlanır. Adaya gidebilen tek gazeteci Hürriyet'tendir: Cüneyt Arcayürek... Bu iki haberin öyküsünü, ‘‘Ben hiçbir zaman yaptığım haberi kendime mal etmem, etmedim. Her başarı Hürriyet'in başarısıdır’’ diyen Cüneyt Arcayürek anlatıyor:

‘‘Türkiye Kıbrıs'a bir çıkarma hazırlığı içinde. İsmet Paşa kararlı ve Dışişleri'ne o sıradaki Amerikan elçisi Raymond Hare‘in çağrılmasını ve kararın bildirilmesini söylüyor. Dışişleri Amerikan elçisiyle görüşüyor. Elçi ‘‘Bana lütfen üç saat izin verin, bu meseleyi düşüneyim’’ diyor. Dönüyor sefarete, dediği saatte geliyor ve içinde 'Bu çıkarmayı yapamazsınız' diyen bir mektup getiriyor. Gerekçeleri şu: Silahlarınızı bizden alıyorsunuz, siz bu silahlarla Kıbrıs'a çıkarma yaparsanız hemen müdahale ederiz. 1965'te iktidar değişti. Böyle bir mektup olduğu çıktı ortaya. Ortalık karıştı. Herkes bu mektubun peşinde. İşte o sırada Hürriyet gazetesi olayı patlattı. Mektubu yayınladık. Nasıl elde ettiğimi söyleyemem. Ertesi gün bana CHP Genel Sekreteri Kemal Satır telefon etti. ‘‘İsmet Paşa'nın cevabi mektubunu da yayınlıyor musunuz’’ dedi. Ben biraz zafer sarhoşluğu içinde, ‘‘onu da bir gün yayınlarız’’ dedim. Akşam üzeri bir haber geldi, CHP İsmet İnönü'nün Johnson'a yazdığı mektubu Akşam'a, Milliyet'e vermiş. Hemen Necati Zincirkıran'ı aradım. Zincirkıran bana ‘‘alsak da yayınlamayacağız’’ dedi. Niye, dedim. ‘‘Çünkü asıl mesele Johnson'un mektubuydu,’’ dedi. Düşünün mektup geldiği halde yayınlamadık. Johnson mektubu etrafında gelişen olayların en önemli tarafı halk deyimiyle, Türkiye'nin gözünü açmasıdır. Türkiye yalnızca Amerika'ya bağlı bir dış politika yürütmesinin acısını hissetti. İkincisi Türkiye silahlarını yapmadıkça her zaman başkalarına bağımlı bir savunma sistemi içinde kalacağını da anlamış oldu. Türkiye bir sömürge devleti gibi davranırsa bunun bedelinin büyük olacağını gördü.’’

İlk fotoğraflar

‘‘Ecevit İngiltere'de, İngilizler'le Kıbrıs'a birlikte müdahale görüşmeleri yapıyor. Dönüşte çıkarma yapma kararı çıktı. Tabii biz gazeteciler çok heyecanlandık, biz de gidelim istiyoruz ama kimseyi götürmüyorlar. Mersin'e gittim, şehre girmedim çünkü bütün gazeteciler orada, otelde kalamazsın, hepsi otellerde. Arabanın içinde uyudum. Ve hiç unutmam, giderken Hüseyin Ezer'in fotoğraf makinasını da aşırmıştım. Sabah Adana'ya telefon ettim, Kara Kuvvetleri Komutanı paşayla görüştüm, o da bana ‘‘Sen git Mersin'deki çıkarma karargahına, orada çıkarmaya katılacak olan komutan Bedrettin Demirel var, benim tarafımdan geldiğini söyle’’ dedi. Ben hemen gittim, Bedrettin Demirel bir çardağın altında oturuyor, kendimi tanıttım, paşanın söylediklerini aktardım. Beni fena halde azarladı, çok canım sıkıldı çıktım. Oradaki bahriyelilerle kantine gittim, çay, kahve, sohbet. Bir yandan da pencereden çardağa bakıyorum, ne yapıyor adam diye, çardak yakın çünkü. Bir baktım ‘‘Emredersiniz, hay hay’’ filan diyor. Hemen yanına gittim, yüzüne bakıyorum. Bunun üzerine ‘‘Efendim, burada bir adam var, siz göndermişsiniz’’ dedi. Arkasından da ‘‘Başüstüne efendim’’ deyince ben rahatladım. Bana dönüp ‘‘Tamam kardeşim götüreceğiz seni’’ dedi. Çıktım yanından, denizcilere dedim ki ‘‘bu adam aksi, son anda vazgeçer, iyisi mi siz beni şu gemilerden birine bindirin.’’ Gemilerden birine bindirdiler. Derken kalktık, kalkınca ben de dışarı çıkabildim gönül rahatlığıyla. Adaya çıktık ve ben sayısız resim çektim. Komutana gidip acilen geri dönmem gerektiğini söyledim. O sırada tesadüf bir paraşütçü yaralanmış. Onun taşınacağı helikoptere atladım ve İncirlik'e geldim. Oradan şehre. Hemen gazeteye telefon ettim, Nezih Demirkent çıktı telefona. Bana ‘‘hala gidemedin mi’’ dedi. ‘‘Gittim de geldim bile’’ dedim. Hemen araba tutmamı söyledi ve bir taksiyle Adana'dan hiç durmadan İstanbul'a geldim.

Foto Ali Ersan uçakla yolluyor

Hürriyet yayın hayatına başladıktan iki ay sonra dünya da barış dönemine geçişi Londra Olimpiyatları'yla kutladı. II. Dünya Savaşı olimpiyatlara ara vermiş, 1935'te Almanya'da Hitler'in bir propaganda gösterisine dönüştürdüğü Berlin Olimpiyatları'ndan sonra uluslararası barışın simgesi olan bu oyunlar rafa kaldırılmıştı. 1948'de bu defa bütün dünyadan sporcular Londra'da toplanıyordu. Hürriyet tedbirini çok önceden almıştı. Televizyonun olmadığı bir ülkede olimpiyatları mümkün olduğu kadar kısa sürede gazeteye ulaşacak fotoğraflarla vermekten başka çare yoktu.

9 Temmuz 1948'de Hürriyet birinci sayfadan 'Gazetemiz Londra’ya iki arkadaşı gönderiyor' diye bildiriyordu. Semih Türkdoğan ve Foto Ali Ersan adındaki iki arkadaşın resimleri de basılmıştı. Gazete olimpiyatlar daha başlamadan her gün bir 'ön haber' vermeye başlamıştı. Ali Ersan'ın uçağa binişi haberdi, Londra'da akredite gazeteci olduğunu gösteren 'press card'ı haberdi. Ve bir sürpriz oldu. Türk sporcular, en başta güreşçiler olmak üzere, Türkiye'nin sporda gelmiş geçmiş en büyük başarılarını elde etmeye başladılar. Rakiplerini art arda tuş eden Nasuh Akar, Yaşar Doğu, Gazanfer Bilge, Celal Atik gibi güreşçilerin zafer fotoğrafları yalnız Hürriyet'te yayınlandı. Gazete bunu her fırsatta özenle belirtiyordu: Fotoğraflar olimpiyatları gazetemiz adına takip için Londra’ya giden arkadaşımız foto muhabiri Ali Ersan tarafından uçakla gönderilmiştir. Türk sporu için bir efsane haline dönüşen Londra Olimpiyatları, Hürriyet tarihi için de bir efsane haline dönüştü. 1948 yazında artık Hürriyet Türk basınında kalıcı olduğunu gösterdi.

Çekemezsin yavrum!

Hürriyet Haber Ajansı muhabiri Hüseyin Demir, Tansu Çiller'in tatildeyken fotoğraflarını çekmek için çok uğraşır ama bakanın tavrı kesindir. ‘‘Yavrum, ben senin hangi tür fotoğraf çekmek istediğini biliyorum. Çekemezsin.’’ Ancak Hüseyin Demir'i yıldırmaz bu. Nitekim 25 Nisan 1993 günü Tansu Çiller, Ertuğrul Özkök'ü arayarak şöyle der: ‘‘Ertuğrul Bey, başıma tuhaf bir şey geldi. Bir muhabiriniz, yandaki binanın damına çıkıp oradan benim mayolu fotoğrafımı çekti ve kaçtı.’’ Tansu Çiller'in Antalya Beldibi'ndeki villasının boş havuzunda, mayoyla güneşlenirken çekilen bu fotoğrafı ertesi gün, ’Çiller yardımcılarının getirdiği havluyla minderi yere serdi. Bunların üzerine sırtüstü uzanan Çiller,vücudunu Akdeniz'in yakıcı güneşine teslim etti, uzun süre böyle kaldı’’ resimaltıyla Hürriyet'in birinci sayfasında çıkar.

Parola Hürriyet

Hürriyet'in popülerliği, yalnız haberlerinde ve bunları sunuş biçiminde yatmıyordu. Başından itibaren kampanya ve promosyonlarıyla dikkati çekti. İkinci ayında sınıfını ‘‘pekiyi’’ ile geçen çocuklara kitap vererek ilk kampanyasını yapmıştı. Sonraları, düzenlediği sayısız yarışmalar, dağıttığı ödüller ve promosyon ürünlerinin ötesinde, okuyucularını seferber eden, Hürriyet adını markalaştıran bazı kampanyaları, en az röportajları kadar yaratıcıydı. İşte dört örnek...

GÖÇMENLERE KÖY KAMPANYASI

1950'de Bulgaristan'dan Türkiye'ye büyük bir göç oldu. Türkiye bu büyük göç dalgasıyla nasıl başedeceğini bilmiyordu. Bu ortamda henüz iki yaşını doldurmamış olan Hürriyet bir kampanya başlattı: Göçmenlere Köy... Gazete 30 Eylül'de ilk bağışı 10 bin lirayla kendisinin yaptığını duyuruyor, isteyenleri kampanyaya katılmaya çağırıyordu.

Aylarca her gün Hürriyet'te Göçmenlere Köy kampanyasına kimlerin kaç lira, kaç kuruş bağışta bulunduğu listeler halinde yayınlandı. İşte bazı örnekler: Bir Yunanlı turist (150 lira), Sait Faik Abasıyanık (5 lira), Burla Biraderler ve Şürekası (1000 lira), Agop (5 lira), Terzi İzzet Ünver (1000 lira), Göztepe'de merhum Osman Ferit Paşa eşi Fahire Çaprazlı (25 lira), Foto Sabah sahibi İsmail İnsel (100 lira), Vali Fahrettin Kerim Gökay (300 lira), Mektep gemisi gedikli erbaşları (11 lira 59 kuruş), kuru kahveci Kevork (10 lira), Kadıköy şoförleri (50 lira), Rumelikavağı halkı namına Nizamettin Sülün (45 lira 50 kuruş), Edib Cansever (5 lira) ...

Bağışta bulunanlar ertesi gün gazetede adını görmek istiyordu. Gazete sık sık yer olmadığı için herkesin ismini aynı gün yayınlayamadığını, ama bütün bağışçıların sıraya konulduğunu, mutlaka isimlerin çıkacağını belirtiyor, okurlarından sabırlı olmalarını istiyordu...

HÜRRİYET HALK ÜNİVERSİTESİ

1960'lı yıllarda üniversite popüler hale gelmiş, öğrenci sayısı artmıştı. Artık lise mezunu olmak yetmemeye başlamıştı. Hürriyet, toplumda yüksek eğitime, üniversite diplomasına, ‘‘kültürlü olmaya’’ ve yabancı dil öğrenmeye yönelik arzuyu çabuk keşfetti.

26 Kasım 1962'de birinci sayfadan ilan ediyordu: Hürriyet Halk Üniversitesi başlıyor... Dört ‘‘fakültesi’’ vardı Hürriyet'in: Hukuk ve iktisat; umumi kültür; tıp ve Almanca. Toplumun ilgisini çeken ya da bilgilenmeye en çok ihtiyaç duyduğu alanları seçmişti gazete. Haftada dört gün dördüncü sayfanın yarısı bu dört fakültenin derslerine ayrılmıştı. Bu dersleri saklamak isteyenler için de dosyalar hazırlanıyor ve okuyucuların adreslerine parasız olarak postalanıyordu. Hürriyet, üniversitesinden mezun olanlara diploma da verdi. Bu diplomalar yıllarca sayısız Hürriyet okurunun işyerinde, evinde asılı durdu.

BU GECE SİZDEYİZ

1969 Mart’ında Hürriyet yeni bombasını ilan etti. Parola Hürriyet: Bu gece sizdeyiz! Her hafta Hürriyet'ten bir ekip, bir evin kapısını çalacak ve soracaktı: Parola? Hürriyet, diye cevap verecekti haftanın talihlisi. Hürriyet gazetesini gösterirse başına talih kuşu konacaktı.

25 Mart 1969'da gazetenin manşeti ‘‘İlk talihli Fatih'ten Koray ailesi.’’ Orhan Kantoğlu yazıyor: ‘‘Duyduk duymadık demeyiniz! 34 AS 970 plakalı taksinin dört tekerleği de Koray ailesine çalışıyor dünden itibaren... Çarşamba Hallaç Mehmet Sokağında 13 numaralı evin iki göz odasında oturan 13 yıllık evli, 13 aydan bu yana her ayın ilk günü bin beş yüz liralık bono ödeyen baba Salim Koray'ın feraha kavuşarak derin bir ‘‘oh’’ çekmesine gazeteniz Hürriyet sebep oldu..'

Kapıyı Hürriyet'in genel yayın müdürü Necati Zincirkıran çalmış ve ‘‘Parola?’’ diye sormuştu. ‘‘Parolamız Hürriyet’’ demişti Koray ailesinin reisi. Heyecandan evin içinde bir türlü Hürriyet gazetesini bulamıyordu. Hürriyet ekibi ‘‘Eh, hoşçakalın’’ demek üzereyken gazete bulunmuştu. İşte ilk talihlinin aldığı hediyeler: 5 bin liralık Akbank çeki. Hoovermatik çamaşır makinesi. Jumbo çatal kaşık bıçak takımı. Cem düdüklü tencere. Cem elektrikli ütü. Cezine elektrikli ızgara...

HÜRRİYET KERVANLARI

Gazete o yıllarda bir ‘‘Yıldırım Servis’’ kurup herkesin derdine derman olmaya çalışarak halkla ilişkilerini iyice güçlendirmişti. Sonra işi okuyucuların ayaklarına kadar gitmeye kadar vardırdı. 3 Ağustos 1970'te ‘‘Hürriyet Kervanı’’nın yola çıktığı bildiriliyordu birinci sayfadan. ‘‘Ekibimiz derdinizi dinleyecek, çaresini arayacak, hastanıza bakacak, ilacınızı verecek ve sizleri hediye yağmuruna tutacak...’’

Kervanda Yıldırım Servisi ekibi halkın dertlerini dinliyor, bir doktor hastalara bakıyor, ilaç dağıtılıyor ve herkese armağanlar veriliyordu. Hürriyet Kervanı ekim ayının sonuna kadar Türkiye'deki bütün bölgelere gitti. Ertesi yıl gazete hızını alamamış olacak ki bu defa da bir Sünnet Kervanı çıkardı yola. 1000 çocuk sünnet edildi...






Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!