Hadi beyler yay vaziyetleri

Güncelleme Tarihi:

Hadi beyler yay vaziyetleri
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 11, 2002 23:20

İstanbul Tünel'de artık kurum olmuş bir meyhane. Adının Yakup 2 olmasına bakıp, Yakup 1'i merak edenler, merak ettikleriyle kalır, çünkü Yakup 1 yok, sadece Yakup Arslan'ın önceki mekanı oldu tarihte. Adı Yakup'tu. O Yakup ki, daha amcasının meyhanesinde işçiyken, ünlü şair Edip Cansever'in ‘‘Çağrılmayan Yakup’’ şiirine adını verdi. O kadar mı, dünyada kaç meyhane için konçerto yazıldı? Yakup Arslan'ın, daha 11 yaşındayken, amcasına ait Refik Meyhanesi'nde başlayan meyhanecilik serüveni 40'ına merdiven dayadı. Ama o şimdilerde kendi mekanı Yakup 2'nin 20. yılını kutluyor.

Kutlanan ciddi bir tarih sözkonusu: Müdavimler daha çok kültür, sanat, medya dünyasının ünlüleri. Muhabbetler Türkiye'yi kurtarmaktan en berbat erkek geyiğine kadar geniş bir yelpazede. Söylenen şiirin, şarkının, anlatılan fıkranın, belleklere kayıtlı anının haddi hesabı yok. Tüketilen rakı miktarı deseniz, yerküreyi baştan sona beş kez yıkayıp paklar herhalde. Orası Yakup'un yeri; The Levant Herald gazetesinin mürekkebi kurumamış sayfalarından, Nil Lokantası'nın ünlü köftesinden, Bekir Saz'ın ara nağmelerinden geçip bugüne gelen ve asla çağrılmayan Yakup'un yeri. Bu arada 20. yıl, tarihten bir sürprizle zenginleşiyor: Önümüzdeki günlerde Yakup müdavimlerini terasında da ağırlamaya başlayacak.


1960'ların başları. Asmalımescit'in gündüz de güneş görmeyen, geceleri iyice karanlık, rutubetli sokakları. Konsomatristlerin topuklu, kabadayıların arkasına basılmış ayakkabılarının çıkardığı seslere pavyonlardan yükselen efkarlı tıngırtılar karışmakta. Sabahın beşine doğru çınlayan bir kadın kahkahasını, kafa göz patlatmakta olan erkek hırıltıları kesmekte. Asmalımescit'te ‘‘mazbut’’ bir hayat sürmek, normal saatlerde uykuya dalmak mümkün değilken. Yine de Maltalı Levanten Mizzi'nin, The Levant Herald gazetesi tıkır tıkır orada basılır, İstanbul'un en süslü avizeleri oradaki antikacılarda satışa sunulurken... Rize'nin Hemşin'inden 11 yaşında bir çocuk düşer Sofyalı Sokak'a. İlkokulu bitirir, babasını kaybeder etmez, amcası Refik'in meyhanesinde alır soluğu.

İşi yaylalara çıkanların erzağını hayvanlarıyla taşımak olduğu için, ‘‘katırcı’’ diye anılan Niyazi Arslan'ın üç çocuğundan üçüncüsü olan Yakup, geceden kalma kokuların, ‘‘hanımlı ve bazen sazlı’’ diyen ilanların, hálá ayılamamışların arasından yürür amcasının ‘‘dükkan’’ına. Farkında mıdır, ünlü opera bestecisi Donizetti'nin kardeşi, Mızıka-i Hümayun'un kurucusu ve şefi Donizetti Paşa'nın evinin önünden de geçer zaman zaman. Amcasının dükkanı ise ayrı alemdir; başta şairler olmak üzere, sanatçı, gazeteci, aydın insanlarla dolu, küçücük bir meyhane. O meyhane, nasıl Veysel Öngören'in bir şiirine mısra olduysa (Ferit'e söyle/Akşam sekizde Refik'te olsun), Yakup da o küçücük yaşında koca şair Edip Cansever'in koca bir şiirine adını verecektir (Çağrılmayan Yakup). Kendi meyhanesini açmadan çok önce, henüz Refik'te komiyken... Bu yüzden çok sonraları, hatta Cansever dostu olduktan, ‘‘senin adını kullandım’’ dedikten de sonra haberi olacaktır bu şiirden. Ama o zamanlar, şair-gazeteci Refik Durbaş'ın deyişiyle, o kuşağın gençliğinin genç garsonu Yakup, çağrılmadan her masanın gözetmeni, jandarması, hatta karakoludur!

Köşede bir masa vardır; başta Edip Cansever ve Özdemir Asaf olmak üzere, şair, ressam taifesinin mekan tuttuğu. Altıncı Filo'nun İstanbul'u sık ziyaret ettiği günlerde ressam Komet, bir Amerikalı'dan gaspettiği kep ile Refik'e girer, Cansever'in önünde selama durur. Yanıbaşında da inzibat olarak Yakup! Refik Durbaş'a göre Refik bir insan galerisidir; baş mimarı Refik Baba'ysa, yanıbaşında Yakup hazırdır. Müjdat Gezen'in ağabeyi Necdet Abi, gündüzcülerdendir. Akşam oldu mu üşümesi tutar. Soba da yürüyen bir katalitik! Necdet Abi, gündüz fazla oturduğundan, karanlık basınca meyhane içinde dolandıkça üşür, sırtını sobaya verir. Soba da yürüdüğünden, bir süre sonra kalayı basar: ‘‘Kim yürüttü sobayı kıçımdan lan!’’

HEM KEMANCI, HEM AŞÇI

İşte o sobayı içerde dolaştıran Yakup, babasının yerine koyduğu amcasının tam 17 yıl işçiliğini yapar; ‘‘sigara al, küllüğü boşalt’’ komiliğinden mutfağa, bulaşığa, börek pişirmeye, sonra garsonluğa, ardından kasaya geçiş yapar. Ona göre, kimin neyi nasıl yeyip içtiğini bildiği ve istenmeden sunduğu için ‘‘çağrılmadan gelen’’ denmiştir kendisine. 1977 Martı'nın başında işçilikten patronluğa terfi eder. Aslında denizyollarına girmek üzeredir, ama tam girecekken amcası yeni yerine taşınıp depo olarak kullandığı eski meyhaneyi satmaya kalkınca... Yine ünlü aydınların müdavimi olduğu, bu kez kendi meyhanesini işletmektedir. Üç beş masa bir süre sonra yetmez olur, yandaki kahvenin mal sahibiyle anlaşarak mekanı genişletir. Ancak dükkanın dolup taştığını gören malsahibi meyhaneciliğe özenince, Asmalımescit Caddesi'ndeki şimdiki yerine taşınır. Bundan tam 20 yıl önce, 22 Nisan 1982'de. Bir kısmı 1940'a kadar Madam Margrite ve Avusturyalı eşi aşçı Wiemer'in işlettiği Viyana Lokantası olan, 1941'den sonra Rudolph Fischer'le Refik Arslan'ın birlikte Nil Lokantası yaptığı, bir ara da Bekir Saz olan mekandır burası. Yıllar içinde genişleyecek, rahat oturmayla 100-110 kişilik bugünkü halini alacaktır.

ENTEL MEKANI DEĞİL

20 yıl boyunca, Ali Rıza Kardüz'ün deyişiyle rakının kitabının her gece yeniden yazıldığı Yakup 2'den kimler gelip kimler geçmez ki... Yazmakla bitmez liste, Aziz Nesin'den İlhan Berk'e, Aydın Emeç'ten Çetin Özbayrak'a, Murat Belge'den Mehmed Kemal'e, Hasan Pulur'a, Güngör Uras'a uzanır. Çoğu da müdavim olur yıllarca; ama P Dergisi yayın yönetmeni Celal Üster'e göre ‘‘çok kişi Yakup'u son yılların o salakça deyişiyle 'entel'lerin devam ettiği bir yer sanır, oysa orada çok değişik kesimlerden insanlar birbirlerine değip çarpmadan biraraya gelir’’, bunun sırrı da Yakup'tadır. Artık bir kurumdur Yakup; 20 yıldır değişmeyen geniş yuvarlak masalarıyla, duvarlarındaki lambriler, fotoğraflar, resimler, gazete küpürleriyle, ızgara muska böreği, mantarı ve karidesi, yaprak ciğeriyle.

Ama söz konusu olan bir meyhaneyse, en önemlisi muhabbetler değil midir? Celal Üster, bir meyhanede konuşulanların en önemli özelliğinin, kağıda dökülmemesi, uçup gitmesi, çoğunun sonradan hatırlanmaması olduğunu söyler. Ya da herkese göre değişik biçimlerde hatırlanması. Yakup'ta ise ona göre, herkes hem kendisidir, hem bütünün bir parçası. Onun Yakup'tan tanıdığı en renkli kişilerden biri aşçıbaşı İlyas'tır (Kefeli). Artık yoktur ya, çok keyifli akşamlarda masanın üstünde keman çaldığı çoktur. Öğlenleri Tünel'de bir dükkanda dönercilik de yapan İlyas Usta, aynı zamanda birçok ressamı kıskandıracak kadar iyi desen çizen, geç saatlerde nefis alaturka söyleyen biridir. Üster '80'lerin ünlü 6-8 masasına değinmeden geçmez: ‘‘Gazeteciler Aydın Emeç, Çetin Özbayrak, grafik sanatçısı ve matbaacı Ferit Erkman, mimar ve matbaacı Selçuk Batur ve daha ender olmakla birlikte tiyatro sanatçısı Cüneyt Türel ve avukat Aydil Kurtkaya'dan oluşan ama akşamına göre değişik katılımlarla büyüyen ve küçülen bir masa (Yuvarlak masaya herkes sığar). Aydın ve Çetin artık hayatta değiller. Ferit ve Selçuk uzun yıllardır gelmiyor. Aslında bu masada evli olanlar saat sekizde kalkıp giderdi. Gerçi Çetin de evliydi ama biz ikimiz kalırdık. Bence bu masanın en çekici yanı, en ciddi konularla en ciddiyetsiz konuların içiçe ve içtenlikle konuşulabilmesiydi.’’

YÜRÜYEN PAVURYALAR

Ve bir başka ünlü masada yaşananlar: Murat Belge, bir akşam önce Balık Pazarı'na uğrayıp alışveriş yapar, sonra da bir tek atmak için Yakup'a gelir. Masası bir süre sonra kalabalıklaşır, Belge de ‘‘kısa metraj’’ içkisini uzattıkça uzatır. Alışveriş torbası da masanın altında. Bir süre sonra masanın altından tıkırtılar duyulur. Eğilip bakanlar ne görsün: Belge'nin Balık Pazarı'ndan aldığı pavuryalar torbayı delmiş, dolanıyor! Belge de kızar, ‘‘madem torbanızdan çıktınız, pişirileceksiniz!’’ Masalarda bu ve benzeri olaylar yaşanırken Yakup Arslan, elinden düşürmediği tespihi ile jandarmalığını sürdürecek, bu arada her masada bir duble derken, günlük rakı tüketimini iki şişeye vardıracaktır. Şu sıralar biraz azaltmış, günde sekiz dubleyle sınırlamaktadır ama ne kadar içerse içsin, kapanış saatini hiç unutmaz. En popüler sözlerinden biri, gece meyhaneyi boşaltmak için kullandığı ‘‘Hadi beyler, yay vaziyetleri’’dir. ‘‘Hadi yaylanın’’ın bu kibar versiyonunu, bir yılbaşı promosyonu olarak çakmaklara bile yazdırmıştır.

Refik Durbaş'a göre, Yakup nasıl bir zamanlar Refik Meyhanesi'nin gözbebeğiyse ‘‘Doktor’’ da Yakup 2'nin gözbebeğidir. Gözleri artık iyice görmediği için bir yıl önce emekli olan bu emektar garsonun adını kimse bilmez (Ali Rıza Kaya), hatta kendi bile! Şimdiki aşçı Cemal Usta, barmen Uğur, diğer garsonlar Sanlı, Mehmet, hepsini tanımıştır çalışanların ama çoğunun adını bilemez, çünkü hepsinin de adı Yakup'tur, çağrılsa da çağrılmasa da. ‘‘Yakup işte.’’ Şiirleri söyledik ama konçertoyu da unutmamak gerekir; bir de konçerto bestelenmiştir Yakup 2 adına, şaka değil. 1989'da birkaç ayını İstanbul'da geçiren Alman besteci Detlef Glanert, Yakup'taki havaya öyle bayılmıştır ki, ülkesine dönünce Yakup 2 Konçertosu besteler. Parça Berlin'de seslendirilir. Anılar mı? Kimbilir kaç cilt oluşturur. Ama ‘‘söylemem’’ diyor Yakup Arslan: ‘‘Her gün bir anıdır burada, yazmaya zaman var daha.’’
Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!