Bombacı, telefon kabinindeki gizli kamera ile yakalandı

Güncelleme Tarihi:

Bombacı, telefon kabinindeki gizli kamera ile yakalandı
Oluşturulma Tarihi: Mart 15, 1998 00:00

Haberin Devamı

Türkiye'nin, Abdi İpekçi cinayetiyle sarsıldığı günlerdi. İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş, tüm zamanını, enerjisini bu işe vermiş; ipucu arıyordu. İstanbul Emniyet Müdürü Kozakçıoğlu'na talimat verdi:

- Akla gelebilecek herşeyi inceleyin. Abdi beyin bütün ilişkilerini de araştırın. Alacak borç ilişkileri, araştırdığı konular, hepsine.

Kozakçıoğlu temaslara başladı. Birkaç gün sonra da elinde bir dosyayla Güneş'in yanına geldi:

- Efendim, Abdi beyle ilgili herşey incelendi. Özel ilişkileri de ortaya çıktı. Demek bizim de özel hayatımızda dikkatli olmamız gerekiyor...

Kozakçıoğlu, MİT'in İstanbul Bölge Şefi Nuri Gündeş'ten, İpekçi'nin telefon konuşmalarının tutanaklarını almıştı. MİT, İpekçi'nin tüm telefon konuşmalarını dinlemiş; özel yaşamının tüm ayrıntılarını raporlara geçirmişti. Kozakçıoğlu, yeniden sordu:

- Efendim, dosyayı görmek ister misiniz?

Bakan, kendine geldi. ‘‘Hayır’’ dedi.

- Hayır. Lütfen, istemem. Eşi de duymasın bunları.

İpekçi'nin anısına saygısızlık etmek istememişti. Özel yaşamının sırlarını taşıyan dosyanın masasının üzerinde kalmasının yükünü omuzlarına alamazdı. Ünlü gazetecinin özel yaşamının gizli kalmasına özen göstermişti. MİT ise aynı özeni göstermedi. İpekçi'nin telefonlarından edinilen bilgileri, olur olmaz yerlerde kullanıp açığa çıkmasına neden oldu!

12 Eylül yönetimi, ‘Babalar operasyonu’na başlamıştı. Operasyonu doğrudan MİT yürütüyordu. Gözaltına alınanlardan biri de Dündar Kılıç'tı. 1-25 Mart 1984'te MİT'te sorguya alındı. Sorgu, İpekçi'nin öldürülmesi konusuyla başladı. İlk soru, MİT'in İpekçi'nin telefon konuşmalarını dinleyerek neler öğrendiğini ele veriyordu:

- Daha önceleri Emel Sayın'la Semiramis Pekkan'la dost hayatı yaşayan Abdi İpekçi, sonraları bu yaşantısını şarkıcı Hümeyra ile sürdürmeye başlamış. Böyle birşey var mı?

Kılıç- Vallahi hiç duymadım efendim.

- Bu ilişkiden haberdar olan Hümeyra'nın kocası kimdi? Fikret Hakan mı?

Kılıç- O da i...nin biri efendim.

- Hah.. İstanbul mafyası diye adlandırılan meşhur kabadayı Dündar Kılıç'a durumu iletmiş ve Abdi İpekçi'nin öldürülmesini istemiştir. Bu nedenle Abdi İpekçi, Dündar Kılıç'ın adamları tarafından öldürülmüştür.

Kılıç- Vay anasını, imkanı var mı efendim?

Garip bir sorguydu... İpekçi cinayetinin üzerinden tam beş yıl geçmişti. Tetiği çektiğini itiraf eden M.Ali Ağca, cezaevinden kaçmış; sonra da ortaya çıkarak, Papa'ya suikast girişiminde bulunmuştu. Eymür, Kılıç'a bu soruları sorduğu sırada Ağca, İtalya'da cezaevindeydi!

İpekçi'nin telefon konuşmalarının dinlendiğini öğrenince Güneş'in kafasında şimşekler çakmıştı. Kozakçıoğlu'na döndü:

- Nuri beyle konuşun. MHP'nin İstanbul'daki bütün konuşmalarını dinlesin, bize bilgi versinler.

İpekçi cinayetinin MHP'den kaynaklandığını düşünüyordu. Telefonları dinleyerek bir ipucu bulabilirlerdi. MİT, MHP İl Başkanlığı'nı, İlçe binalarını, ülkücü dernekleri, tümünü yakın takibe aldı.

Beklenen haber telefonda

MİT'in telefon dinleme operasyonlarından beklenen haber birkaç ay sonra geldi. Cinayette arabayı kullanan Yavuz Çaylan ve Ağca'nın adları tespit edilmişti. Beklenen haber, 25 Haziran'da yine MİT'ten geldi:

- Mehmet Ali Ağca, Beyazıt Meydanındaki Marmara Kıraathanesinde...

Polis, zaten hazır bekliyordu. Ekip, kahveye doğru yola çıktı. Birkaç dakika sonra ikisi sivil, beş polisten oluşan ekip içeri girerken, Ağca yanındaki ülkücülerle konuşuyordu:

- Yavuz'u görüyor musunuz?

Tam o sırada, içeri giren birisinin heyecanla bağırdığı duyuldu:

- Polis geliyor!

Ağca, ayağa fırladı. Ama kaçma fırsatı kalmamış; polis kapıyı tutmuştu. Hemen yanıbaşında bittiler:

- Ağca sen misin?

Karşılık vermesini beklemediler. Bileklerinden kavrayıp, kapının önündeki polis aracına götürdüler. Gözaltındaki ilk günler sorguyla geçti. 30 Haziran'da ifadesini imzaladıktan sonra oradaki komisere döndü:

- Ödülü kim kazandı?

İhbarcıyı merak ediyordu. Milliyet ve Gazete Sahipleri Sendikası, katilleri yakalatana toplam altı milyon lira ödül vadetmişti. Komiser, bilmezden geldi:

- Ne ödülü? Sen kendini fazla uyanık zannediyorsun herhalde.

Ağca, komisere inanmadı. Oysa ihbar eden yoktu! Tabii ki, ödülün peşinde olan çok insan vardı. Ödülü duyan polise telefon ediyordu: ‘‘Karşı evin bodrumunda şüpheli kişiler var.’’ Polis, her ihbarın peşine koşuyor; sonunda kimseyi ödüllendiremiyordu. İhbarlar boş çıkıyordu. Asıl bilgiyi veren MİT de bir ihbarcıya dayanmıyordu. Ağca'nın kahvede olduğu telefon konuşmalarından saptanmıştı. Altı milyonluk ödülü hakedenler telekulaklardı! Kozakçıoğlu'nun, 10 Temmuz'da Ağca'nın yakalandığını açıklarken imada bulunması da boşuna değildi:

- Olaya bilimsel şekilde yaklaşan örgütümüz, bugün bu büyük sonuca ulaşmamızı sağladı.

Gazetecilere dağıtılan altı sayfalık açıklamada ‘bilimsel yaklaşım’ ile ilgili tek satır bile yoktu. ‘‘Bir ihbar üzerine yakalandı.’’ Bu ifade telefon dinlemeyi gizlemeyi amaçlıyordu. ‘‘Telefonları dinleyerek yakaladık’’ diyemezlerdi ya!

Herkes gibi Ağca da ihbar üzerine yakalandığına inandı. Yakalandığı gün kahvede ‘‘Polis geliyor’’ diye bağıran ülkücü Ramazan Gündüz'ü ihbarcı sandılar. Ağca, iki ay sonra cezaevinden kaçtıktan sonra da Gündüz'ü cezalandırdı. Ülkücülerin Mercedes bir arabayla kahveden kaçırdıkları Gündüz, Maslak'ta ıssız bir yerde kurşuna dizildi. Telekulakların rolünü öğrenemeyen katiller, ihbarcıyı yakaladıklarını sanmışlardı...

Özal’ın böcekleri

Turgut Özal, Başbakanlık konutundaki telefonlardan birinin içinden dinleme cihazı çıkınca, yeni alışkanlıklar edindi. Gizli kalması gereken konuşmaları asla salondan yapmıyordu. İkili görüşmelerini, temel atma törenlerinde, açılışlarda ve yürüyüşler sırasında yapmayı tercih ediyordu.

Binada en güvendiği yer mutfak ve mutfağa inen dar koridordu. Bazı görüşmelerini burada yapıyordu. Özal, koridoru kullanmayı sıklaştırınca, birdenbire o bölümde küçük bir yenilik meydana geldi. Koridorun tam orta yerine bir saat asılmıştı! Doğrusu iyi düşünülmüştü. Sanki koridorun dekoratif eksiği giderilmişti. Ancak saatin hikmeti sonradan anlaşıldı. Arkasına, pil bölümünün yanına küçük bir böcek yerleştirilmişti!

Saatin sırrının çözülmesinin nedeni, Konutta elektronik taramaların düzenli hale getirilmesiydi. Özal, birkaç ay arayla konutu baştan aşağı kontrol ettiriyordu. ‘Böcek temizliği’, MİT'e değil bir firmaya emanet ediliyordu...

Bir ara ‘böcekler’ en çok saksılardan çıkmaya başladı. O dönemde Konuta sürekli yeni çiçekler geliyor; her köşeyi güzel, kocaman çiçekler kaplıyordu. Her tarama sırasında da saksıların toprağına gömülmüş mini vericiler bulunuyordu. ‘Böcek’li çiçeklerle ilgili küçük bir araştırma yapıldı. Konutun bahçıvanı, ABD Büyükelçiliğinin bahçıvanlarıyla dost olmuş; sürekli oradan çiçek alıyordu! Bahçıvan hemen işten çıkarıldı.

İstihbaratta elektronik devrim

Tansu Çiller'in, Mehmet Ağar'ı, 1993 Temmuz'unda Erzurum Valiliğinden alarak Emniyet Genel Müdürlüğü'ne atanması, istihbaratın gelişimini daha da hızlandırdı. Emniyet istihbaratta ‘elektronik devrim’ yaşandı. Artık araç takibinde birkaç ekip görevlendirmeye gerek kalmamıştı. Takip edilecek aracın bir yerine gizlice minik bir kamera yerleştiriliyor; bir süre sonra geri alınan kamera ile aracın dolaştığı yerlerin görüntüleri alınabiliyordu. Kamera, sürekli evi ile işyeri arasında gidip gelen bir kişiyi izlerken, araç bilinen hattın dışına çıktığı an merkezi uyarıyordu. Mini kamera her aracın farklı bir noktasına gizleniyordu. Örneğin Doğan marka araçların en uygun yerleri ön tamponlarıydı! Telefon dinlemede ilerleme sağlanmıştı. Ancak önemli bir sorun vardı. Dev-Sol ve PKK gibi örgütlerin elemanları, evlerdeki ya da bürolardaki telefonları kullanmıyorlardı. Çoğunlukla telefon kulübelerinden konuşuyorlardı. Hanefi Avcı, bir formül buldu. İstanbul'daki bazı önemli noktalardaki telefon kulübelerine gizli kameralar yerleştirildi. Emniyet Genel Müdürlüğü, İstanbul, Ankara ve İzmir'de önemli alan ve kavşaklara kapalı devre televizyon alıcısı ve video kameralar koymak için 1990 bütçesine ödenek koydu. Meclis de bunu onayladı. Bu ödenek kulübelere kamera yerleştirilmesindeki parasal güçlüklerin aşılmasını sağladı. Kulübelerdeki ‘Akıllı kameralar’, izlenen kişiyi tanıyabiliyor; aranan kişileri saptayınca merkezi uyarabiliyordu.

Kameraların en büyük avı, bombalı otomobili Sultanahmet Meydanına yerleştiren PKK'lı idi. Bomba yerleştirilen otomobil, 22 Nisan 1995'te, çekildiği Sarayburnu otoparkında patladı. Bir kişi öldü, 10 araç hasar gördü. Önce çevredeki telefon kulübelerinden aranan numaralar kontrol edildi. Aracın bırakıldığı saatlerde bir kulübeden Suriye'nin arandığı saptandı. Numara birkaç gün geriye gidilerek civardaki başka kulübelerde kontrol edildi. Evet, birkaç kulübeden daha Suriye'ye telefon edilmişti.

Suriye'nin arandığı dakikalarda, kameraların saptadığı görüntüler kontrol edildi. Aranan suçlunun görüntüsü bulunmuştu! Bombacının belirlenmesinden sonra başlayan takip kısa sürdü. PKK'nın İstanbul ARGK sorumlusu Deniz Demir ve PKK Marmara Bölgesi sorumlusu Hicran Kaymaz'ın yakalandığı, 30 Nisan'da basın toplantısıyla açıklandı. Vali Kozakçıoğlu ve Emniyet Müdürü Menzir, polisin süratiyle övündüler: ‘‘48 saatte yakaladık.’’ Ama yöntemi anlatmadılar.

‘‘Gizli Kulaklar Ülkesi’’ adlı kitap, telekulağın iç ve dış politikada, politikacıların yatak odalarında, her yerde hazır ve nazır varlığına ışık tutuyor.

HERKES HER ŞEKİLDE DİNLENDİ

İpekçi'nin telefon konuşmaları dinleniyordu. Dönemin İçişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş, bunu öğrenince MHP'nin İstanbul'daki bütün telefonlarının dinlenmesini istedi. Böylece yakalanan Ağca telefonlar dinlendiği için yakalandığını ve altı milyonluk ödülü telekulakların haketmiş olduğunu bilmiyordu. Başbakanlığı döneminde Özal'ın, Konut'u sık sık elektronik taramadan geçirtmesi, çünkü saksılardan sürekli 'böcek' çıkması, Türkiye'de telefon dinlemenin boyutlarını gözler önüne seriyordu.

Ağca'yı ihbar değil, telekulak yakalattı

Türkiye'de ‘‘telefon dinleme geleneği’’, telefonun Anadolu'ya girişiyle birlikte başlıyor. Araştırmalar, gizli kulaklar olayının, şimdiye kadar tahmin edilenden çok daha büyük boyutlarda olduğunu ortaya koyuyor. Arkadaşımız Faruk Bildirici, İletişim Yayınları'ndan çıkan ‘‘Gizli Kulaklar Ülkesi’’ adlı kitabında, resmi gizli kulakların Türkiye'deki örgütsel ve teknik tarihini, devletin güvenlik servisleri arasında bu uğurda verilen mücadeleyi ortaya seriyor; tele-kulağın iç politikada, dış polikada, politikacıların yatak odalarında, iş hayatında, her yerde hazır ve nazır varlığına ışık tutuyor. Telekulakların gelişiminin siyasi perspektif içerisinde anlatıldığı kitapta, yakın tarihteki bir dizi dosya da yeniden açılıyor. Ünlü gazeteci Abdi İpekçi cinayetinin gizli kalmış bir yönü de aydınlatılıyor. M.Ali Ağca, yakalandıktan sonra kendisini ihbar eden kişiyi aramış; hatta ihbarcı sanılan bir kişi de öldürülmüştü. O dönemi yaşayan yetkililerle yapılan bir dizi görüşme sonrasında hazırlanan kitap, Ağca'nın bir ihbar sonucu değil, MHP ve ülkücü kuruluşların telefonlarının dinlenmesi sonucu yakalandığını ilk kez günışığına çıkarıyor.

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!