GeriSeyahat Gezgin
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Gezgin

Gezgin

Mehmet YAŞİN

Vikingler’in buz ülkesi

İzlanda, Hekla yanardağının lav püskürtmeye başlaması ile dünyanın gündemindeki yerini aldı. Bu soğuk adaya bir kasım ayınının dondurucu soğuğunda gitmiştim. Bu hafta size bu uzak ülkede karanlık ve soğuk günlerde yaşadığım tatlı anılarımı anlatacağım.

Uçak Keflavik kenti havaalanına indiğinde, aylardan Kasım'dı ve kara bulutlar adeta yere yapışmıştı. Tipiden gözgözü görmüyordu. Gezgin'leri ürkütecek kadar uzak bir kara parçasındaydım. İceland, İsland veya İzlanda. Ne derseniz deyin aynı anlamı taşıyordu: Buz Ülkesi. Yanardağlar, buzullar, turbalar, uçurumlar diyarı.

Karanlık ve karlı bir yoldan başkent Rejkavik'e giderken, çevreye korku dolu gözlerle baktığımı hatırlıyorum. Onca maceralı yolculuklar yapmış olan ben, neden korkmuştum? Şimdi net olarak aklımda değil ama korkumun nedeni,yeryüzüne inmiş bulutların görüntüsüydü galiba. Dalgaları kıyıya vuran müthiş rüzgar, savura savura yağan kar, şekilden şekile giren kara bulutlar. Dante'nin, 'İlahi Komedya' sındaki cehennem tasvirini andıran görüntülerdi.

Otobüs Rejkavik'te bir otelde durmuş, beni davet eden gazeteci arkadaşımla orada buluşup, kalacağım pansiyona gitmiştik. Bir kaç hoşbeşten sonra o evine dönmüş, ben de kesif bir şekilde kükürt kokan sıcak duşun altında, yorgunluğumu attıp yatağa girmiştim.

Ertesi sabah kalktığımda hava hala karanlıktı. O günün sonunda, öğleye doğru havanın koyu gri bir aydınlığa büründüğünü, öğleden sonra 15.00 civarında yeniden karardığını öğrenecektim. Yani burada, bu aylarda gündüz denen şey, bir kaç saatlik kirli bir aydınlıktı.

BAKIŞLARIN ALTINDA

Karanlığa aldırmadan kendimi sokağa atmıştım. Rüzgar öylesine kuvvetliydi ki, yürümekte güçlük çekiyordum. Zorlukla ulaşabildiğim şehir merkezinde, çevredeki cüsseli erkekleri, endamlı kadınları görünce, kendimi cüce gibi hissetmiştim. Ataları, Vikingler ve Keltler olan İzlandalılar, kuzey insanının tüm özelliklerini taşıyorlardı. Girdiğim bir kahvede, gözlerin bana çevrildiğini hissedince, elimi ayağımı nereye koyacağımı şaşırmıştım. Anlaşılan, bir yabancının bu ayda oralara gelmesine anlam verememişlerdi. Ama, nasıl olursa olsun, o muhteşem renkteki gözlerin ilgisini çekmek yine de hoşuma gitmişti. Yeri gelmişken söyleyeyim, bence dünyanın en güzel göz rengine (menekşe) İzlandalı kadınlar sahipti.

Öğleye doğru gazeteci arkadaşımla buluşup, bir sandviç kuyruğuna girmiştik. Arkadaşım, bir kaç kişi önümdeki uzun boylu birisini işaret edip, onun İçişleri Bakanı olduğunu söylemişti. Hiç kuyrukta bekleyen bir bakan görmediğim için şaşkınlıktan dona kalmıştım.

ERKEKLER RAĞBETTE

Akşam yemeğini hazırlamayı ben üstlenmiştim. Sebzenin yanına yaklaşılmadığından, (bir kg. domates 3 milyon lira, bir kg. dolmalık biber 6 milyon lira), köfte ve makarnada karar kılmıştık. Ben köfteleri kızartırken, o da ülkesi hakkında bilgiler vermişti. Tarıma elverişli toprak oranı yüzde 20 idi. Buralarda da, yünlerinden ünlü İzlanda kazaklarının örüldüğü koyunlar otlatılıyordu. Yazar Halldor Laxness, 1955 yılında Nobel edebiyat ödülünü kazanmıştı. Dünya'da seçimle işbaşına gelen ilk kadın cumhurbaşkanı Vigdis Finnbogadottır'dı. Alkolizme neden olduğu için ülkede bira satışı yasaktı. İçki fiyatları çok pahalı olduğu için herkes içkisini evinde damıtıyordu. Ülkede ortalama ömür kadınlarda 80.3, erkeklerde ise 75.7 yıl idi.. Ve kadın nüfus sayısı fazla olduğu için erkeklere rağbet fazlaydı.

YALNIZ GÜNLER

Üç gün sonra arkadaşım bir haber için ülke dışına çıkınca, bilmediğim bu karanlık ve soğuk kentte yalnız başına kalmıştım. Alacakaranlıkta kentin sokaklarını arşınlıyor, karanlık basınca da pansiyonuma geri dönüyordum. İki gün sonra, küçük bir kent olan Rejkavik'te görmediğim sokak kalmamıştı. Akşamları yapacak hiçbir şey yoktu. Ne bir bar, ne bir kahve. Bar-disko türü yerler cuma günleri açılıyordu. İşte o zaman müthiş bir maraton başlıyordu. Diskolara cuma akşamından girenler, pazar akşamına kadar durmaksızın içki içip dans ediyorlardı.

Böyle çılgın bir haftasonunu görüp, haftabaşında Türkiye'ye dönmeye karar vermiştim. Bu arada erkenden çekildiğim pansiyon odamda, okumaktan başka yapacak bir şey olmadığı için yanımdaki kitap hemen bitmişti. Ben de yatağımda, çekmecede bulduğum İngilizce İncil'le uykuya geçmeye çalışıyordum. Arada bir de ülkenin telefon rehberini inceliyordum. O rehber yüzünden tüm gezi programımın değişeceği hiç aklıma gelmemişti.

REHBERDEKİ İSİMLER

Hikaye şöyle gelişti; Sıkıntı içinde rehberin sayfalarını karıştırırken, gözüme bir Türk adı ilişmişti: Kemal Arıkan. Heyecanla telefona sarılmış, kırk yıllık dostum gibi Kemal'i aramıştım. Karşımdaki ses de, Türkçe kelimeler duyunca çok şaşırmıştı. Kısa bir konuşmadan sonra programı yapmıştık bile; haftabaşı uçağa atlayıp, ülkenin doğusundaki Egilsstadır kentine gidecektim.

Bu programın, tüm sıkıntımı alıp götürdüğünü hatırlıyorum. Hatta o akşam pansiyonun mutfağında yemek pişirip, oda arkadaşlarımı davet etmiştim. Onlar da beni, haftasonu bir diskoya götürmeye söz vermişlerdi.

Müthiş bir haftasonu geçirmiştim. Diskoda kadınlı erkekli Vikingler ve tek yabancı ben vardım. Benimle dans edebilmek için, kadınlar adeta sıraya girmişlerdi. Hatta küçük kıskançlıkların yaşandığı bile oluyordu. O dev cüsseli erkeklerin attığı omuz darbelerinden yıkılmamak için epey gayret sarfettiğimi hatırlıyorum.

Pazartesi sabahı ayılıp, havalanına gittiğimde, gördüklerimden dehşete düşmüştüm. Pistin üstü abartısız iki karış buzla kaplıydı ve o kadar yolu 6 kişilik bir pervaneli uçakla gidecektim. Havalandıktan bir süre sonra karalar kaybolmuş, dev Vatna buzulunun mavi-beyaz, parlak, soğuk görüntüsü her tarafı kaplamıştı.

ANKARALI BALIKÇILAR

Havalanında beni karayağız bir genç karşılamıştı. Eski arabasıyla, karlı ve bol çukurlu bir yoldan köye doğru giderken hikayesini özetlemişti: Ankara'da Kimya Fakültesi'nde okurken İsveç'e tatile gitmişti. Karısı ile burada tanışmış, Türkiye'de evlendikten sonra İzlanda'ya yerleşmişti.

Kemal'in evi, 30-40 hanelik köyün sırtlarındaydı. Hoş beşten sonra Kemal, yarım şişe viskiyi masaya koymuş, sıkılarak bunu komşudan ödünç aldığını söylemişti. Viski ikramıyla yeni bir şey daha öğrenmiştim; Köylerde içki satışı yoktu. İsteyen postaneye gidiyor, sipariş fişini doldurup, başkentteki tekel bayiliğine postalıyordu. Siparişler cuma günleri geliyor, herkes gidip paketini alıyordu. Onlar benim gibi sürpriz bir misafir beklemedikleri için, o hafta içki ısmarlamamışlardı.

Akşam yemeğini fiyordun kıyısında yemeğe karar vermiştik. Bana verdikleri balina derisi paltoya sarılıp, deniz kıyısına inmiştik. Yağlı Ringaları ızgaranın üstüne yatırmış, etrafı dumana boğmuştuk. Balığı haşlayarak yiyen köylüler, kokuyu duyunca yanımıza üşüşmüştü. Kemal elindeki damacanayı utana sıkıla göstermiş, 'Abi evde rakı damıttım. Ama su koyunca sararıyor' demişti. Bir süre sonra köy halkıyla birlikte, simsiyah denize karşı, bir yandan ringaları yiyor, bir yandan sarı rakılarımızı içiyorduk. İşte Kutup Işığı'nı ilk kez o gece görmüştüm. Gökyüzünde gecenin bir saatinde uzun mavi, sarı, kırmızı çizgiler belirmişti. Durmadan yanıp yanıp sönüyorlardı.

Muhteşem bir gece yaşamıştım.

İŞÇİ KIZLAR

Ondan sonraki günler çok keyifli geçmişti. Hatta onlarla birlikte, o dalgalı lacivert sularda ringa avına bile çıkmıştım. Av sırasında, balıkçıların üşümemek için pantalonlarının altına, naylon külotlu çorap giydiklerini öğrenmiştim.

Balık işleme fabrikalarında, balıkların ışıklı masalarda nasıl ayıklandığını görmüş, bu işi yapan birbirinden güzel işçi kızlara hayran kalmıştım. Bu menekşe gözlü, bir mankenden daha endamlı kızların, fabrikada balık kılçığı ayıklamalarına bir türlü akıl erdirememiştim. Üç günlüğüne geldiğim köyde tam bir hafta kalmış, daha sonra Rejkavik'e dönüp, pansiyondaki eşyalarımı toplayıp, bir sürü tatlı anıyla birlikte İzlanda'dan ayrılmıştım.

Bu uzak ve soğuk ülke, bugünlerde Hekla Yanardağı'nın patlamasıyla tekrar gündeme girdi. Danimarka'dan 'yanardağ turları' düzenlenmeye başladı. Patlamayı bahane ederek bu uzak ve soğuk ülkede bir süre kaybolmanızı hararetle öneriyorum.

Sessiz Kahraman’a veda

Sevgili İskender Iğdır, seni bir kez daha yolcu ettim ama bu yolculuğunun sonsuzluğa doğru olduğunu bilmiyordum... Güle güle sessiz kahraman.... Seni hep özleyeceğim... M.Y.

False