Güncelleme Tarihi:
Fatih Sultan Mehmet'in 29 Mayıs 1453'te İstanbul'u fethiyle birlikte camiye çevrilen ve yüzyıllarca cami olarak hizmet veren Ayasofya, fethin günümüze ulaşan en önemli sembollerinden biri olarak ön plana çıkıyor. Sanat ve mimarlık tarihi bakımından dünyanın önde gelen yapılarından olan Ayasofya, en çok ziyaret edilen müzeler arasında yer alıyor.
Bugünkü Ayasofya aynı yerde öncekilerinden farklı bir mimari anlayışla yapılan üçüncü yapı. İmparator Justinianus tarafından Tralles’li(Aydın) Anthemios ve Miletos’lu (Balat) Isidoros'a yaptırıldı. Yapımına 532 yılında başlandı ve beş yıl gibi bir sürede bitirilerek, 537'de büyük bir törenle ibadete açıldı. İstanbul'un Fatih Sultan Mehmed tarafından fethiyle camii olarak yeniden düzenlendi. Varlığını Osmanlı mimari unsuru eklemeleriyle sürdürdü ve 1935'te de müzeye dönüştü. İmparator Kapısı, Güzel Kapı ve Mermer Kapı’ larıyla tanınan Ayasofya'da bir kısmı antik şehirlerden getirilen toplam 104 sütun bulunuyor. İmparatorların taç giydikleri "Omphalion” bölümü de, bu sütunlar gibi mermer işçiliğiyle öne çıkıyor.
Huşu uyandıran mimarisi dışında; altın kaplama, gümüş kaplama, cam, pişmiş toprak ve renkli taşla yapılan mozaikleriyle de ünlü. 6. yüzyıla ait orijinal tavan mozaikleri bitkisel ve geometrik motifleriyle büyülüyor. 8. üzyıldaki ikona yasağından sonraki figürlü mozaiklerden de, kucağında çocuk İsa ile tasvir edilen Hz. Meryem, Hz. Cebrail, Hz. Mikail ve Vazftizci Yahya İle Deisis Sahnesi mozaikleri mutlaka görülmeli. Sultan Abdülmecid’in Mozaik Tuğrası ise 1847-1849 arası Fossati Kardeşlerin onarımları sırasında yaptırılmış.
Osmanlı döneminde eklenen sekiz büyük yuvarlak hat levha, Sultan Abdülmecid döneminde ünlü hattat Kadıasker Mustafa İzzet Efendi'nin eseri. Yan neflerdeki iki adet yekpare mermerden yapılmış ve ortalama 1250 litre sıvı alabilen küpler, Sultan III. Murad döneminde Bergama antik şehrinden getirildi
916 yıl kilise olarak ibadete açık olan yapı, Fatih Sultan Mehmed'in 1453'te İstanbul'u fethetmesiyle camiye çevrilmiştir. 29 Mayıs 1453'te, Osmanlı padişahı Fatih Sultan Mehmet İstanbul'u aldığında, Ayasofya yaralı Bizans askerlerinin, kadın ve çocukların sığınma yeriydi.
İstanbul'un Osmanlı Devleti'nin eline geçmesinden sonraki birkaç gün boyunca Ortodoks Kilisesi mensupları Ayasofya'da ibadete devam etti.
1 Haziran 1453'te İstanbul'daki ilk Cuma namazını burada kılan Fatih Sultan Mehmet, Ayasofya'nın Osmanlı yönetimi altında cami olarak hizmet vereceğini duyurdu. Mihrap ve minber yapıldı, çan ve Haç kaldırıldı. Mozaiklerin üstü kapatıldı.
1481'de ilk minaresi inşa edildi. Fatih Sultan Mehmet'ten sonra tahta geçen Sultan İkinci Bayezid zamanında bir minare daha dikildi.
1509'daki büyük İstanbul depreminde ilk yapılan minare yıkıldı, yerine tuğladan bir minare yapıldı.
Diğer iki minare de Sultan İkinci Selim zamanında, Mimar Sinan tarafından yenileme çalışmaları sırasında inşa edildi. Bu sebeple Ayasofya'nın farklı zamanlarda yapılan 4 minaresi birbirinden farklı.
İkinci Selim'in türbesi Ayasofya içindeki ilk padişah türbesi oldu. Ayasofya'da, içinde padişahların, eşlerinin ve şehzadelerin de yer aldığı 43 farklı türbe bulunuyor.
Bunların arasında Sultan Üçüncü Murat, Sultan Üçüncü Mehmet, Safiye Sultan ve Nurbanu Sultan da var.
Sultan Ahmet 1616'da Sultan Ahmet Cami'ni inşa ettirene kadar Osmanlı Devleti'nin en büyük ve en önemli camisiydi.
1739'da camiye medrese, kütüphane ve aşevi de eklendi. 1847-1849 arasında yenilenme çalışmaları sırasında kapalı kalan Ayasofya, cami olarak son kez 1849'da açıldı.
1923'te cumhuriyetin ilanından sonra cami olarak kullanılmaya devam etse de, Ayasofya 1931'de kapatıldı. Ayasofya, Mustafa Kemal Atatürk’ün emri ve Bakanlar Kurulu kararı ile 1935 yılında müzeye dönüştürülmüştür. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk'ün verdiği izin sonrası başlayan çalışmalar 15 yıl sürdü ve 1947'de tamamlandı.1996'da Dünya Anıtları İzleme listesine alınan Ayasofya'nın kubbesi ve minareleri, Dünya Anıtları Fonu'nun da desteğiyle 1997-2002 arasında restore edildi.
"Türk ve dünya tarihinin en büyük gezgini" kabul edilen Evliya Çelebi'nin, 10 ciltlik seyahatnamesinin ilkinde, durak noktalarından biri olan Ayasofya'ya ait ilginç bilgiler yer alıyor.
17. yüzyıl gezgini Evliya Çelebi, yaklaşık 400 yıl önce, 15 asırdır ayakta kalan dünya mimarlık tarihinin en önemli yapıları arasında yer alan Ayasofya'nın gizemlerini, efsanelerden, gördüklerinden, duyduklarından ve okuduklarından yola çıkarak Seyahatnamesi'nde kaleme aldı.
AA muhabirinin derlediği bilgiye göre, "Türk ve dünya tarihinin en büyük gezgini ve seyahat yazarı" olarak adını duyuran Evliya Çelebi, 25 Mart 1611'de İstanbul'da dünyaya geldi. Babasının Osmanlı sarayında nüfuzlu kişilerden olması dolayısıyla önemli hocalardan ders alma imkanı bulan ve hafız olan Evliya Çelebi, Sultan 4. Murat'ın emriyle alındığı sarayda 2 yıl kaldı, hat ve musiki dersleri aldı. Arapça, Farçsa, Rumca ve Latince bilen Evliya Çelebi, hiç evlenmedi.
Evliya Çelebi, kendi anlatımıyla 19 yaşında gördüğü bir rüyada dil sürçmesi sonucu "Şefaat ya Resulallah" yerine "Seyahat ya Resulallah" demesi ve bu konuda talimat alması üzerine gezmeye başladı. İlk olarak İstanbul'u gezip dolaşmaya, tanımaya ve yazmaya başlayan Çelebi, her imkanı değerlendirerek 51 yıl boyunca dünyanın birçok yerini gezdi. Evliya Çelebi, nerelere gittiğini, ne yaptığını, kimlerle görüştüğünü uzun uzun yazarak 10 ciltlik seyahatnamesini hazırladı. Çelebi, seyahatnamesinde şahit olduğu olaylar kadar kendisinden önceki rivayetlere ve efsanelere, başkalarından dinlediği anılara, okudu kitaplara da yer verdi.
Zemini beyaz mermer döşenen caminin 3 tarafında ikişer kat cemaatin ibadet edebileceği yer bulunduğunu anlatan Evliya Çelebi, seyahatnamesinin "Ayasofya'nın tılsımları" bölümünde de şunları paylaşır:
"Camide 361 kapı vardır. Fakat 100'ü çok büyük kapılardır. Hepsi de tılsımlıdır. Kaç kere daha saysak bir kapı daha meydana çıkar. Ona da işaret koyup tekrar saysanız işaretsiz bir kapı daha bulursunuz. Kıble tarafın orta kapısı hepsinden daha büyüktür. Bunun tahtalarının Hazreti Nuh'un Cudi Dağı’ndaki gemisinin enkazından olduğu söylenmektedir.
Bu orta kıble kapısı üzerinde sarı pirinç madeninden tabuta benzer uzun bir sandık içinde Kraliçe Sofya'nın cesedinin mumya olarak durduğu söylenir. Birçok şahısların bu sandığa el uzatmaya cesaret ettikleri zaman cami içinde büyük bir gürültü ve titreşme olmuş ki, teşebbüslerinden vazgeçmeye mecbur olmuşlardır. Bir büyük tılsım da budur.
Onun yukarısındaki küçük direklerin kemeri üzerinde mermer bir kitabe üzerinde Kudüs'ü Şerif'in kıble olduğu zamanki eski resmi konulmuştur. Bu da tılsımlı olup el sürmeye cesaret olunamaz.
Kıble kapılarının batı tarafının sonundaki kapının iç yüzündeki bucakta dört köşeli bir beyaz mermer direk konulmuştur. Alt kısmı bir insan boyu bakır kaplıdır. Yine böyle daima terler durur. Bir rivayete göre, onun temelinde tılsımlı define vardır. Başka bir söylenti de kalede kapatılmış kalan Ya Vedud Sultan'ın yürekler yakıcı ahının sıcaklığından bu zamana kadar terler durur. Bir söylenti de Hz. Peygamber'in ağız suyunun konulduğu harç bu direğin altında yapıldığı için onun nemli tesiri dolayısıyla terler durur. Görülecek acayip bir şeydir."
Caminin güney batı tarafındaki minarenin şerefeye kadar sökülerek, taşlarının numaralandırıldığını anlatan Sarı, "Projeleri onaylandıktan sonra tekrar şerefeye kadar minare örüldü. Kuzey batıdaki ikinci minare ile Ayasofya tarafındaki minaredeki statik sıkıntılar da giderilecek. 2014 yılında bir minare sökülerek sağlamlaştırılmıştı." diye konuştu.
Caminin 400 yıllık tarihi kapılarının da cami avlusunda kurulan atölyede konservasyonlarının yapıldığını aktaran Sarı, "Sultanahmet Camisi, geleceğe daha güzel onarılmış şekilde taşınmış olacak." dedi.