Cezaevindeki gazeteciler

Güncelleme Tarihi:

Cezaevindeki gazeteciler
Oluşturulma Tarihi: Ekim 29, 2012 01:09

GAZETECILERİ Koruma Komitesi’nin Türkiye için hazırladığı özel rapor, eleştiriler karşısında bağımsız gazetecilerin izlemesi gereken yolun güzel bir örneği.

Haberin Devamı

Zira raporun hazırlanma nedeni, örgütün cezaevlerindeki gazetecilerle ilgili olarak 2011’de yaptığı araştırmaya yöneltilen eleştiriler. 2011’de Türkiye’deki tutuklu gazeteci sayısını düşük gösteren araştırma “dikkate değer ölçüde tartışma yaratıp eleştirilince” CPJ, bir ekip kurarak incelemeye girişmiş.
“Türkiye’nin basın özgürlüğü krizi” başlıklı rapor, 2011’deki hatayı düzeltiyor ve cezaevlerinde 76 gazeteci olduğu tespiti yapıyor. Bunlardan “en az 61’inin doğrudan gazetecilik faaliyetleri” nedeniyle cezaevinde olduğu belirtiliyor. Adı geçen 61 gazeteci arasında Hürriyet yazarı ve Odatv İmtiyaz Sahibi Soner Yalçın da yer alıyor. Bağımsız gözle dışarıdan bakan gazetecilerin, Yalçın’ın salt gazetecilik faaliyetlerinden dolayı suçlandığı sonucuna varması önemli.
Cezaevindeki 15 gazetecinin “gazetecilik faaliyeti nedeniyle tutuklanıp tutuklanmadıkları” konusundaki inceleme ise sürüyor. Bu kararın gerekçesiyse “haklarındaki delillerin açık olmaması” olarak gösteriliyor
“Erdoğan hükümeti, basına karşı yakın tarihin dünya çapındaki en büyük saldırısını yürütüyor” denilen raporda gazeteci yargılamalarıyla ilgili değerlendirmeler de yapılıyor:
“İddianameler, mülakatlar ve haberlere bakıldığında, hükümetin, yetkililerce saldırgan bulunan görüşleri yayınlayan gazetecileri hapsetmeye kararlı olduğu ortaya çıkıyor. Örneğin PKK ile ilgili haber yapmak, örgüte yardımla aynı anlama geliyor. Temel haber yapma faaliyetleri bu gazeteciler için terör fiilleri olarak nitelendiriliyor. KCK temsilcilerinden hükümetin kendi güvenlik görevlilerine kadar ‘yanlış kişilerle’ yapılan röportajlar suç delili olarak kullanılıyor. Davaların tümünde belli fikirlerin ifade edilmesi ve belli kitapların, gazetelerin ve dergilerin bulundurulması suç teşkil ediyor.
İddianamelerde Orwellvari suçlamalar yer alıyor; yani, bir gazeteci şüpheli olarak tespit ediliyor ve sonra diğer bir gazeteci de ilkiyle irtibata geçtiği için şüpheli olarak değerlendiriliyor. Ergenekon davasında hükümet bu oluşumu o denli geniş ve muğlak bir biçimde tanımlıyor ki, Ergenekon’u eleştiren Nedim Şener ve Ahmet Şık gibi tanınmış araştırmacı gazeteciler bile bu davayla bağlantılandırılabiliyor.”

Haberin Devamı

Ölümlerin yüceltilmesi

Haberin Devamı

YÖNETMEN Sinan Çetin, savaş karşıtı “Çanakkale Çocukları” filmini anlatırken değindi “şehit” tanımına. “İnsanlar şehit olmayı soylu bir şey olarak görüyor. Bin yıldır yapılan kahramanlık edebiyatı, ölüm methiyesi, bir dava uğruna hayatını kaybetmenin asaletine ilişkin şarkılar ve türküler, şehit anasının huzursuzca kabul ettiği gerçeklikler” dedi...
Sanırım haksız da değil. Şehitlik çok özel bir tanım, o yüzden yerli yerinde kullanmak gerek. Ama gazetelerde “şehit” saptaması yapılan ölüm haberlerinin istatistiğini tutsak epeyce kabarık bir liste ortaya çıkar. Üstelik sadece güvenlik güçlerinin çarpışma ya da saldırılarda ölümüyle ilgili de olmaz bu liste. Çünkü değişik meslek gruplarındaki ölümler, hatta trafik kazalarında ölenler bile “şehit” kabul ediliyor. Afyonkarahisar’daki mühimmat deposu patlamasında ölen askerler, “doğal afet şehidi” sayılarak, yeni bir “şehit” kategorisi icat edildi. Eskiden sadece “görev şehidi” kategorisi vardı.
Haberlerde şehit yazarak insanların acısını belki hafifletebiliriz ama ölümleri azaltamayız. Yüceltmek tam tersine ölümlerin devamına psikolojik zemin hazırlar.
İnsan yaşamına değer vermenin yolu, ölümü kutsamaktan değil, ölümü ölüm, cinayeti cinayet, savaşı da savaş olarak görmekten geçer. Her ölüm kötüdür, şehit olsa da olmasa da. Savaşlar da öyle. O yüzden hangi gerekçeyle olursa olsun bütün savaşlara karşı durmak gerek. Hele insanı odağına alan bir mesleğin erbapları olarak biz gazetecilerin yaşamında savaş mı barış mı ikilemine hiç yer yoktur. Pusulamız, her koşulda barışı göstermiyorsa bozulmuş demektir...

Haberin Devamı

Okurdan  kısa kısa

Hakan Erbeyen/Dinçer Irmak: Bir ay kadar önce “Kelebek eki pazar günleri de çıkacak” diye yazdınız. Hâlâ hayata geçirilmedi bu. Bir açıklama da yok. Bizler balık hafızalı mıyız acaba? Lütfen bir bilgi verin.
NOT: Kelebek’in pazar günleri de çıkması konusundaki çalışmalar sürüyor.
Abdurrahman
İpekli: 17 Ekim’de “Potemkin mahallesi” haberinde birinci sayfada 141 binanın ön cephesine yapılan giydirmenin 1 milyar 900 milyon liraya mal olacağı yazılmış. Ekonomideki haberde ise bu rakam 1.9 milyon lira. Belediye milyarlar ayıramayacağına göre herhalde haberdeki rakam doğru.
Kaya Yetkiner: 21 Ekim’de Haliç temizleme projesinin 1995’te Erdoğan’ın belediye başkanlığı ile başladığını yazdınız. Bildiğiniz gibi bu projenin başlangıcı Bedrettin Dalan’ın “Haliç gözlerimin rengi gibi mavi olacak” sözleriyle başladı. Sonra gelen her belediye başkanı bu projeyi devam ettirdi.
Nezih Akkutay: 21 Ekim ekonomi sayfasındaki tenis haberinden bir cümle: “Turnuvaya Victoria Azarenka, Grand Slam ve Maria Sharapova gibi isimler katılacak”. Grand Slam adlı bir tenisçi yaratan gazeteciye teşekkürler.
NOT:“Grand Slam”, en önemli dört tenis turnuvasına verilen isim.
Atila Sesören/Selda Göktaş: 21 Ekim’de “Son bekâr Prens de evlendi” haberindeki “Hollanda Veliaht Prensi Willem Alexander ve Prenses Maxima” yazılı resim, Lüksemburg Prensi Guillaume’ye ait. Ufak bir yanlışlık olmuş...
Saffet Arılı: Romanya maçındaki yenilgiyle ilgili haberinizin yanındaki fotoğrafın üzerinde “Arda Turan ve Emre Belözoğlu maç sonunda üzüntüden yere yığıldı” diyor. Ama Arda ayakta, Emre de zaten sakatlanıp çıktığı için maçın sonuna kalamadı. Beyler, o fotoğraf, maç sonundan değil, kandırmayın.

 

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!