Bir şans verin uğrayın, seveceksiniz

Güncelleme Tarihi:

Bir şans verin uğrayın, seveceksiniz
Oluşturulma Tarihi: Mayıs 21, 2012 07:25

Haberin Devamı

   

Bartın’a gidiyorum...” Siz dostlarınızdan bu cümleyi kaç kez duydunuz bilmiyorum ama ben hiç duymadım. Tatilciler Batı Karadeniz sahillerindeki Amasra’ya giderken nedense bu ilçenin bağlı olduğu Bartın’ı hızla geçiyor. Sadece mola için zaman ayırıyor. Aslında çok daha fazlasını hak ediyor Bartın. Çünkü, huzur dolu sokaklarda Safranbolu misali ahşap Osmanlı konaklarının sefasını sürebileceğiniz güzel bir şehir.

/images/100/0x0/55eab53bf018fbb8f8919e99
 

Haberin Devamı

CADDELERİ YAYA DOSTU, TARİHİ KONAKLARI GÜLLER GÜZELLEŞTİRİYOR

Bartın, 47 bin nüfuslu küçük bir yerleşim. Gezmek istediğiniz yerlere kolayca ulaşabilirsiniz. Şehir merkezinin büyük kısmı trafiğe kapalı, yayalara açık yürüme yollarından oluşuyor. Bu durum da herhangi bir trafik kazasına maruz kalmadan kentteki en ünlü eserlerden 20’nci yüzyıl başlarında yapılmış gösterişli Karakaşoğlu Hacı Arif Kaptan Şadırvanı’nın tadını çıkarmanıza yardımcı oluyor. Eğer bu tür eserlerden hoşlanıyorsanız ana cadde boyunca sık durup soluklanacaksınız demektir, çünkü yürüyüşünüz boyunca 19’uncu yüzyıl sonları ve 20’nci yüzyıl başlarında yapılmış birçok bina size eşlik edecek. Bunlardan biri harika bir taş binada bulunan belediye, bir diğeri de yeşilliğiyle sizi şaşırtacak eski bir han.

Sadece eski evlerini görmek için bile Bartın’a zaman ayırdığınıza ve mola verdiğinize değer. En güzellerinden biri Amasra’ya giderken yolda çıkacak karşınıza, etnografya müzesi olarak kullanılan bina ne yazık ki çoğu zaman kapalı. Evlerin sadece birkaçı Safranbolu tarzı yapılmış olan yarı ahşap konak, çoğu ise tamamen ahşap, diğer Karadeniz kentlerinde örneklerine sıkça rastlayacağınız türden. Kaçınılmaz son onların da başına gelmiş, terkedilmişler ve çürüyüp dökülmeye başlamışlar. Sadece birkaçında yaşam sürüyor. Yazın balkonlarına tırmanan güller sayesinde daha da bir güzel görünüyorlar. Merkezde bulunan evlerden bazıları ise Tarsus ve Eskişehir’dekiler gibi boyanıp canlandırılmış. Şu anda kendilerine verilecek yeni yaşam şeklini bekliyorlar.

GÖRMEDEN DÖNMEYİN

150 YAŞINDAKİ KİTAPÇI LELLO

Gazetesi’ne göre dünyanın en iyi üç kitapçısından biri. Tabandan tavana, raflardan, merdivenlere her yer ahşap. İki koldan ilerleyen, bir kavis çizdikten sonra birleşen, tekrar ikiye ayrılarak üst kata ulaşan merdivenleri dünyanın en etkileyici 10 merdiveni arasında...

/images/100/0x0/55eab53bf018fbb8f8919e9b


Das Carmelitas Sokağı’ndaki Lelo, kente yolu düşen kitap kurtlarının uğrak yeri. Öyküsü 1869’a uzanıyor. Ernesto Chardron adlı bir Fransız, Clérigos Sokağı’nda uluslararası bir kitapçı açar. Lello, 19 ve 20’nci yüzyılda birçok kez el ve adres değiştirse de varlığını sürdürür. Bugün 1906 yılında kitapevi için özel olarak yapılan ve 1994’te restore edilen binasında. Dönemin ünlü mimarlarından Xavier Esteves’in tasarladığı gotik esintili, iki katlı binanın beyaz ve süslü ön cephesi kiliseyi andırıyor. Lello, günümüzün her şeyi satan kitapçılarından değil.
Bir şans verin uğrayın, seveceksiniz

Gerçek bir butik kitapçı. Tavana kadar yükselen raflar Portekizce kitap dolu. Ancak iç mimarisi de kitaplar kadar ilgi çekiyor. Sadece gezmek, görmek için pek çok turist uğruyor. İsletme sahipleri durumdan pek memnun değil. Alışveriş yapmayanlara karşı tedirgin edici ölçüde hissedilen bir tutum var. Fotoğraf çekmek yasak. Meraklı turistler için Lello tarihinin anlatıldığı İngilizce bir kitap hazırlanmış.

TANIDIK YÜZLER UNUTTUĞUMUZ MAHCUBİYET

Bence Porto’yu ilginç kılan ne şarapları, nehirdeki gezinti tekneleri, kıyıdaki güzel balık lokantaları ne de kahveleriydi. Elbette bunlar güzeldi; I. Luis Köprüsü’nden ve katedralden (Terreiro da Sé) kenti kuşbakışı seyretmek; Vila Nova de Gaia kıyısındaki konteynerde hizmet veren Dom Tonho II lokantasına uğramak, Portolu çocukların nehre atlayışına ve günbatımına tanıklık ettikten sonra ızgara sardalye eşliğinde Porto şaraplarını tatmak; yağmayan, adeta toz halinde püsküren yağmur altında kentin en canlı caddesi Santa Catharina’da gezinmek, 90 yıllık Majestik Cáfe’de günün yorgunluğunu çıkarmak….

Bir şans verin uğrayın, seveceksiniz

Bence Porto’nun ilginçliği kıyıda değil, içerilerdeydi. Buradaki Porto sanki 1960’ların sonunda dondurulmuş, 2000’lerde üzerindeki toz silkelenmeden yeniden canlandırılmıştı. Yıllar önce terkedilmiş görkemli bir konak gibiydi.

Beni geçmişe götüren, tanıdık gelen, tekrar kavuşma hissi verenlerden biri de halkıydı: Bizi otele getiren taksi sürücüsünde, sokakta 5 Euro’ya tişört satınca mutluluğu yüzüne yansıyan adamda, durak ve parklarda rastladığım yaşlılardaki Anadolu havasıydı. Çekinken, saygılı tavırlarıyla geçen yüzyılın terbiyesini yansıtıyorlardı. Kısa boylu, esmer, mütevazı giyimli, kasketli silüetler Anadolu insanından hiç de farklı değildi. Sá da Bandeira Caddesi’ndeki Bolhão pazarında, kadınlar, çiçek, ekmek, meyve-sebze, deniz ürünleri, şarküteri ve vaftiz giysilerinin yanı sıra canlı tavuk da satıyordu. Sanki küreselleşme, çağ atlama rüzgârı buraya hiç uğramamıştı… Ortalıkta ne cipli yeni yetmeler ne de dev AVM’ler vardı. Buna karşın kumaşçılar, tuhafiyeciler, artık görmeyi unuttuğumuz yün-orlon iplik satan dükkânlar, iç çamaşırcılar, hırdavatçılar hayattaydı. Bu haliyle Porto, 1970’lerin Ulus ve Kızılay’ını çağrıştırdı bana.
Bir şans verin uğrayın, seveceksiniz

Kente günceli ise Porto Şarap Enstitüsü’nün karşısındaki, kültür merkezinde (Ferreira Borges Pazarı) gördüm. 19’uncu yüzyıldan kalan yapı dekorasyonu, genç müşterileriyle bugüne uyum sağlamıştı. Keza belediye binasının yanı başındaki postane (correious) mekânsal yerleşimi ve hizmetin niteliğiyle bugünü yansıtıyordu. Daha da önemlisi kadınların toplumsal yaşamın her alanında görünür olmalarıydı.

   

Samancıoğlu’nun örnek Etnoğrafya Müzesi Hacı Arif Kaptan’ın avizeli şadırvanı

Haberin Devamı

* Kemal Samancıoğlu Etnografya Müzesi: Eski belediye başkanlarından Kemal Samancıoğlu evini, koleksiyonunu bağışlayıp kente müze yapılması için halka çağrıda bulunmuş. Müze koleksiyonu bağışlarla genişlemiş, bugün 700’den fazla eser bulunuyor. Günlük yaşam mankenlerle canlandırılmış. Yörenin yaşam tarzı ve geleneklerine ilgi duyanlara önerilir. 

* Höyük, tümülüs, nekropol: Kentten geçen uygarlıklar mimari eserleriyle ihya etmiş Bartın’ı. Bir kısmı onarılarak günümüze kadar ulaşmış, bir kısmı ise ne yazık ki hak ettiği ilgiyi görememiş, ümitle sırasını bekliyor. Antik çağlardan kalan Çeştepe Höyüğü, Manastırtepe Tümülüs ve Nekropolü harap halde olsalar da gerçek tarih meraklılarını kendine çekiyor. Öne çıkan diğer eserler arasında özellikle dini günlerde akına uğrayan ve Hz. Muhammed’in sancaktarı anısına yaptırılan Ebu Derda Türbesi başta geliyor. Bugün ticari amaçlarla kullanılsalar da mimari özellikleri incelemeye değer. Taşhan ve Dervişoğlu Hanı da (nam-ı diğer Okurhan) görülebilir.

Haberin Devamı

* Aya Nikolas Kilisesi: 1319’da yapılan kilise 1995’te restorasyondan geçirilip kültür evine dönüştürülmüş.

* Hacı Arif Kaptan Şadırvanı: 1912’de milli mücadele kahramanı, Bartın Müdafa-i Hukuk Cemiyeti kurucularından Hacı Arif Bey tarafından yaptırılmış. Sekiz mermer sütun üzerine oturtulan ve kubbesinden bir avizenin sarkıtıldığı şadırvan belediye binası ile birlikte geceleri aydınlatılıyor, görüntü tek kelimeyle olağanüstü.

* Kemerköprü: 1872’de Kozançayı üzerine yaptırılan köprü, sağlam üç ayağı ve iki kemeriyle bugüne kadar dimdik ayakta kalmış. Sağlamlığını harcına katılan yumurta akına bağlıyor yöre halkı.

* Küre Dağları Milli Parkı: 2000 yılında Milli Park ilan edilen 37 bin hektarlık bölge Kastamonu’nun kuzey batı, Bartın’ın ise doğu bölümünde. Sahip olduğu zengin bitki örtüsünün yanı sıra doğa yürüşleri, tırmanma ve kültür turları da burayı çekici kılan özellikleri arasında. Ne yazık ki park içinde konaklama imkanı yok, yakın köylerdeki küçük pansiyonları denemeniz gerekecek. Nadir bulunan ya da nesli tükenmekte olan hayvan ve bitkilerin olduğu alanlar WWF (Dünya Doğal Yaşamı Koruma Vakfı) tarafından “sıcak nokta” olarak isimlendiriliyor. Küre Dağları Milli Parkı dünyadaki 100, ülkemizdeki 9 sıcak noktadan biri.

Haberin Devamı

MUHTEŞEM SU KIYISINDAKİ ON İKİ DİVAN NAHİYESİ

Bartın adını antik çağlarda almış; Yunan mitolojisindeki Sular Tanrısı Parthenia adını buradaki nehre vermiş, “Muhteşem Akan Su” anlamındaki Parthenios Nehri kıyısına kurulan şehir bu isimle anılmaya başlanmış. Bartın’ın kaderini ilk çağlardan itibaren doğası belirlemeye başlamış ve “Parthenia” adı zaman içinde “Bartın”a dönüşmüş. Tarihi çok eskilere, MÖ 14’üncü yüzyıla dayanmakta. 13’üncü yüzyıldan itibaren şehre Hitit uygarlığı damgasını vurmuş.



Birçok medeniyet gelip geçmiş. Perslerin 200 yıllık hakimiyetine Makedonya Kralı Büyük İskender MÖ 334’te son vermiş. Amasra ve Bartın uzun yıllar süren kanlı savaşların ardından MÖ 279’da Pontus Krallığı’nın sınırlarına dahil edilmiş. MÖ 70 yılında ise Romalılar almış Bartın’ı ama Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesiyle şehir yine el değiştirmiş. Bizans tarafında kalmış. Türkler 1084’ten itibaren Bartın ve Amasra sahnesinde görülmeye başlamış. 1392’de Osmanlı’ya katılan şehir, daha sonraki yıllarda ticaret potansiyeli sayesinde yerleşim alanı olmaktan çok bölgenin pazarı haline gelmiş ve 12 Divan adıyla anılmış (Nahiye-i 12 Divan). Kısaca bir çok medeniyetin geçiş noktası olmuş Bartın, belki de bu yüzden yörede, birbirlerini etkileyip kaynaşmalarına rağmen özünü yitirmemiş Oğuz, Türkmen ve Kıpçak lehçelerine rastlamak hâlâ mümkün.

Haberin Devamı

GELENEK VE GÖRENEKLER

* Tel Kırma ya da Bartın İşi: Kimi kaynaklar 19’uncu yüzyıl, kimileri 17’nci yüzyıldan günümüze ulaştığını anlatsa da tarihi hakkında kesin bir bilgi yok. Bugüne kadar ulaşan el sanatı, altın ya da gümüş ipliklerle tül gibi seyrek dokunmuş kumaşlara çeşitli motifler işleyerek yöre kadınının duygularını ifade etme şekli de aynı zamanda. Adını, yapanın teli el ile kırarak koparmasından almış. İşlendiği yere kattığı güzellik ve zarafetse yıllar boyu onu hep gündemde tutmuş. Eskiden kızlar çeyizlerine işlermiş. Zaman içinde unutulmaya başlanmış ancak otantik sanatların yeniden gündeme gelmesiyle tel kırma sadece ev tekstilinde kullanılmamış günümüzde değeri anlaşıldığında ise şal, gece çantası ve elbise aksesuarlarını da süsler olmuş.

* Düğünler: Geçmişte düğünler yedi gün sürermiş. Cumartesi günü damat evinden bir tepsi helvanın gönderilmesiyle başlar, kız evindeki “helva kesme töreni” ile eğlenceler pazartesine kadar sürermiş. Salı öğleden sonra damat ve akrabalarının kız evinden “yük alma” töreni, aynı akşam “oğlan kınası” yapılırmış. Çarşamba gelinin “yatak düzeltme” günü, akşamı “kız kınası” günüymüş. “Hak alma günü” olan perşembe gelinlikler içindeki kız düğün alayıyla damat evine taşınır, düğünden sonraki cuma ise “duvak günü” olarak anılırmış. Günümüzde sadeleşmekle birlikte törenler geçmişin izini taşıyor.

* Yöre mutfağı: “Araştırmalara göre 100’den fazla yemeğimiz var” diyor Bartınlılar. Mutfaklarının zenginliği onları gururlandırsa da değişen hayat koşulları ve ekonomik zorluklarla beraber yöresel yemekler halkın sofrasında daha az yer alır olmuş. Hamur işi, sebze ve balık yöre mutfağının temel taşları. Pirinçli mantı, pumpum çorbası, kabak burması, gartlaç, kırtıl, halışka, çiğ börek, çöven ekmeği en bilinen ve sevilen yemekler.

DİĞER SEYAHAT HABERLERİNİ BURADAN OKUYABİLİRSİNİZ...

Haberle ilgili daha fazlası:

BAKMADAN GEÇME!