Güncelleme Tarihi:
GELECEK ENDİŞESİ
2025 yılına dönük beklentilere bakıyorum.
Her ne kadar dünyayı kasıp kavuran pandemi döneminde bazı alanlarda ciddi sıkıntılar yaşansa da Almanya gibi dünyanın en zengin ülkeleri arasında yer alan bir sanayi ülkesinde yaşayanların bu kadar korku, tedirginlik ve endişe duymalarını anlamakta zorlanıyorum.
Yapılan kamuoyu yoklamalarına ve bilimsel araştırmalara göre, Almanların yüzde 64’ü gelecek endişesi yaşıyor.
Yüzde 60’ı ekonominin daha da kötüleşeceğini düşünüyor.
Halkın yüzde 72’si toplumsal bütünlüğün zayıflayacağından hareket ediyor.
Bu olumsuz yaklaşım toplumun her kesimini her kesiminde görülüyor.
Kadınların yüzde 66’sı, erkeklerin yüzde 60’ı gelececeklerinden endişe duyuruyor.
Bu tedirginlik ve endişe 30 yaş altındakilerde yüzde 57’ye, 30-64 yaş grubu ile 65 yaşın üzerindekilerde yüzde 64’e ulaşıyor.
Zenginlerde yüzde 55’i, dar gelirlilerde yüzde 64’ü buluyor.
Almanların yüzde 60’a yakını günlük tüketim maddelerinin fiyatlarının bu yıl daha da yükseleceği korkusu yaşıyor.
Halkın yarıdan fazlası da kiraların artacağı, yeni konut bulmanın daha da zorlaşacağı, enflasyonun daha da yükseleceği tedirginliği yaşıyor.
İnsanların yüzde 56’sı düzensiz göç ve sığınmacılar yüzünden devletin zorlanacağını ve toplumsal barışın tehlikeye gireceğini düşünüyor.
Almanların yüzde 43’ü terör, yüzde 38’i aşırı sağ, yüzde 7’si aşırı sol korkusu yaşıyor.
Radikal terör korkusu ise yüzde 48’e ulaşıyor.
Tüm bu korku ve endişelere rağmen Almanların yüzde 48’i kendilerinin ekonomik konumlarında bir değişiklik olmayacağını düşünüyor.
Yüzde 52’si emin olmadıklarını, olamadıklarını düşünüyor.
KAPKARA BİR TABLO
Evet...
Bu verilere bakıldığında kara bir tablo ortaya çıkıyor.
Hem de kapkara bir tablo.
Bu da Almanya’da karamsarlığın zirve yaptığını gösteriyor.
Almanya’da halkın kime, kimlere veya hangi kurum ile kuruluşlara daha fazla güven duyduğuna bakıyorum.
Hekimlere ve polise güven yüzde 81’i, üniversitelere güven yüzde 76’yı, mahkemelere, yani hâkimlere güven yüzde 70’i, radyoya güven yüzde 56’yı, orduya güven yüzde 53’ü, gazetelere güven yüzde 50’yi buluyor.
Eyalet parlamentolarına güven yüzde 46’yı, Federal Meclis’e güven yüzde 43’ü geçmiyor.
Eyalet hükümetlerine güven yüzde 45’te, federal hükümete güven yüzde 36’da kalıyor.
Partilere güven ise yüzde 23’e düşüyor.
Politikacılara güven, daha doğrusu güvensizlik de öyle.
Katolik kilisesine güven ise yüzde 11’lerde.
Almanların sadece yüzde 31’i Başbakan Olaf Scholz’un işini iyi yaptığını düşünürken, yüzde 63’ü görevinde başarısız olduğu görüşünde birleşiyor.
Almanların sadece yüzde 7’si 23 Şubat’ta yapılacak erken genel seçimlerden SPD’nin ‘en güçlü parti’ olarak çıkacağını ve Şansölye Scholz’un koltuğunu koruyabileceğini düşünüyor.
Böyle düşünen SPD’lilerin oranı bile yüzde 37’yi geçmiyor.
Bu veriler de Almanya’da partilere, hükümetlere, politikaya ve politikacılara güvenin dibe vurduğunu ortaya koymaktadır.
Şansölye Scholz’a güvenin ise tamamen diplere vurduğunu da.
*
Evet...
Tüm bu veriler de Almanya’da karamsarlığın zirvede, güvenin diplerde olduğunu gösteriyor.
Tabii böyle bir görüntü de yaklaşım da son yıllardaki ekonomik durgunluğa rağmen, ‘Avrupa’nın lokomotifi’ konumundaki Almanya’ya da yıllardır kendilerinden çok emin bir tutum sergileyen Almanlara da yakışmamaktadır.