Yoksa sizi Facebook’tan mı tanıyorum

Facebook’a en çok üye olan ülkeler arasında dördüncü sırada yer almamız üzerine (niye birinci değiliz hálá, çok ayıp çook) Prof. Dr. Haluk Şahin’e fikrini sormuşlar.

O da şu tespiti yapmış:

"Bizim insanımızın arkadaş ihtiyacı, örneğin Kuzey Avrupalılardan çok daha fazla. Yalnız kalmasını beceremiyoruz, hemen efkar basıyor, birilerini aramaya başlıyoruz. Yalnız kalabilme konusunda eğitilmiyoruz. Facebook sanal ya da gerçek anlamda bu ihtiyacı karşılamaya yarıyor."

Doğru hakikaten. Yalnız kalmak bizim için korkunç bir şeydir.

Yalnız olana, yalnız yaşayana, sevgilisi/karısı/kocası olmayana mesela "Yazık ya, çok yalnız" filan deriz.

Yalnızlık fobimiz var bizim, çok açık.

O yüzden anne babalar çocuklarından, çocuklar onlardan ayrılamıyor kırkına filan geldiği halde.

İşte bu Facebook yalnız olmadığını hissettiriyor insanlara.

Ama onu da abartıyoruz. Mesela bir arkadaşım var, listesinde bin beş yüz kişiye mi ne ulaşmış geçenlerde.

Facebook’çular hesabını silmişler hemen. "Siz başka amaçla kullanmaya başladınız burayı" diye.

Öyle bir durum var cidden. Bir insanın bırakın bini, beş yüz tane arkadaşı olabillir mi? Olamaz.

Oysa çoğumuzun listesinde en az 200 kişi var (ben de dahil).

Neden? O sayı ne kadar çok kişi tanıdığının da bir göstergesi aynı zamanda. "Benim database’im çok geniş şekerim" diyebiliyorsun Facebook sayfandan yola çıkarak. Bir tür, Google’da ismin arandığında onlarca değil, yüzlerce sayfa çıkmasının getirdiği hazza paralel bir şey.

Yanı sıra şöyle bir durum da var. Çoğu insan gelen "friend request"leri, yani arkadaşlık talebini çok kolay ignore edemiyor.

Hem karşı taraf alınır diye korkuyor hem de "şunları şunları tanıyormuş, ayıp olur kabul edeyim bari" oluyor ve liste dayanıyor yedi yüze, sekiz yüze...

Yani bu iş yalnızlık sendromunu da aştı.

Ne kadar çok tanıdık, o kadar çok cemaate kolayca sızma durumuna dönüştü. Tatminsiziz nitekim, ne diyeyim.

Astoria’dan yanıt var

Astoria’nın yeni kampanyasını, yani "çekilişle GERÇEK uçak" vermesini ti’ye alan bir yazı yazmıştım. "Günün sonunda talihli kişi çok zengin değilse eğer, uçağın pilot ve yakıt masraflarından dolayı batabilir, hatta uçaktan atlayıp intihar edebilir" diye diye.

Astoria’nın basın ilişkilerinden yanıt geldi.

Özetle şöyle demişler:

"Türk insanı için her ne kadar her şey o kadar iç açıçı görünmese de artık vizyonunun nerelere vardığını hep beraber yaşayarak görüyoruz. Eskiden Londra, Paris hayali kurarken şimdi dünyanın en ücra köşesinde yaşayan, gezen Türklere şahit oluyoruz. Artık Güney Afrika’da, Güney Amerika’da gezen, çalışan Türk insanı var.

Eskiden uçağa binip yolculuk etmek az gelirli vatandaşlarımız için bir hayaldi. Bugün uçaklarda yer yok. Uçak sahibi olmak da böyle bir şey... İsterseniz bir de pilotluk brövesi alın.

Diyeceksiniz ki çok pahalı...

Biz araştırdık, yedi bin dolar civarında. Uçağın havalimanındaki parkı da aylık 150 Euro civarında. Bir arabanın aylık otopark ücreti kadar. Yakıt şu bu derseniz, o zaman da kazanan ya satar ya da kiralar".

Ben de şöyle demeden duramıyorum tabii:

1. Pilotluk brövesi alıp Astoria üzerinde uçuş yapmak istiyorum. "Hayır" demezler umarım, bröveyi alıp uçtuktan sonra bir güzel de konarım icabında.

2. Her şey bir yana şunu kabul edelim: Bizde vizyonunu genişletmek, hep bir şeyin en üstünü elde etmek olarak algılanıyor. Oysa vizyon olayı böyle bir şey değildir yahu!

3. Uçaktan sonra şimdi uzay mekiği vermesini bekliyorum ben Astoria’dan. Nitekim Türk insanının vizyonu gezegenlerarası artık, üstelik mekiği havaalanına park etmek de bir arabanın aylık otopark ücretine eşdeğerdir muhakkak.
Yazarın Tüm Yazıları