Körfez geçişi

İNSANOĞLU materyal refaha ulaşmak için kaçınılmaz olarak “tabiatı istismar” ediyor.

Haberin Devamı


Enerjisiz olmaz diyoruz, fosil yakıtları kullanıyoruz, dereleri kurutuyoruz, garip rüzgar gülleri icat ediyoruz, atom santralleri kuruyoruz.
Nüfuslar tavşanlar gibi artıyor, mecburen yapılaşıyoruz, tarım arazilerini yok ediyoruz, dünyayı kirletiyoruz...
Hani bu istismarların kaçta kaçı vazgeçilmez ihtiyaçlardan, sınır belirleyip, bir “karşı duruş”a sahip olmamız lazım.
Sözü Narlıdere ile Çiğli arasında planlanan köprü ve tüp geçitli projeye getirmek istiyoruz.
Tamam, her şeye karşı çıkan “istemezükçü” izlenimi vermek istemiyoruz.
Ama bu projenin hakikaten anlamını çözmek çok zor.
Bu haliyle, 3.5 ile 5.5 milyar Türk Lirası arasında bir rakama mal olacağı söyleniyor.
Tamamı tüp geçit olsa maliyet 2 milyar Türk Lirası artacakmış.
Mevcut proje; köprü ayakları ve oluşturulacak adacıklar sebebiyle körfez sirkülasyonunu olumsuz etkiliyor.
Bilimsel raporlarla bu durum sabit.
Bu durumda itiraz edenler arasında Aziz Kocaoğlu’da var.
Bu haliyle sanki “denize girilebilir körfez” hayali bitebilir.
Peki, bu yatırım elzem mi?
Tabii ki değil.
Sınırlı talep zaten arabalı feribotlarla sağlanıyor.
Hani gerekirse birkaç araç daha alınır.
Onun yerine, bahse konu yatırım tutarı İzmir’e harcansa, altyapı, ilave metro ve ikinci çevre yolu dahil pek çok sorun rahatlıkla çözülür.
Galiba bu projeyi, aklı selimle tekrar masaya yatırmak ve tartışmak gerekiyor.

-----

Ötesi saftiriklik olur

Haberin Devamı

HEP yazıldı, çizildi. AK Parti, iktidarının ilk yıllarında çok ılımlıydı.
Askeri vesayet sonrası demokratik bir toplum vaat ediyordu.
Açıkça, herkes tarafından, oy verenler-vermeyenler bir avans açılmıştı.
Ancak bir kesim insanımız AK Parti’ye en başından itimat etmiyordu.
Esasında onların sezdiklerine diğerlerinin hiç ihtimal vermedikleri düşünülmesin.
Demokrat dediğimiz kesimler; değiştiğini, eski gömleğini çıkardığını söyleyen bir siyasi partiye, hele başlangıç pratikleri de olumlu olunca, mahkum edici yaklaşmanın haksızlık olduğunu savunuyorlardı.
Anahtar deyim “niyet okuma yapmayın” idi.
Bu tavır, hayalini kurdukları toplum düzeninin “beyan esasına” göre işlemesinden kaynaklanıyordu.
Bağlı olarak, ihlal eden ayıbını üstlenir, yaptırımına razı olurdu.
Ancak AK Parti, iktidarının 10. yılından itibaren farklı sinyaller vermeye başladı.
Türkiye’yi çektikleri sahillerde hep birlikte “batı”ya karşı mesafeleniyorduk.
Ülkede, deneme-yanılma yöntemi, bir siyasi tutum olarak benimseniyor ve keskin frenlerin, dönüşlerin yaşanabildiği sürprizli bir görünüm veriliyordu.
Geldiğimiz noktada toplum iktidara dair “öngörülebilirlik” istiyor.
Bu denli inişli-çıkışlı, pardonlu, itiraflı bir tarzın icraatleri artık “baş” döndürüyor.
Bu anlamıyla yeni söylemlere avans açmak, mümkün olmaktan çıkıyor.

-----

Satranç

Haberin Devamı

MUHAFAZAKARLIĞIN yoğun yaşandığı İstanbul’un Beyazıt ve Fatih semtlerinde, o dünyanın münevveri olarak yaşayan bir arkadaşıma son gelişmeleri sorduğumda, o mahallelerde bir suskunluğun hakim olduğunu ve tam anlamıyla “Reis’e biat” havasından söz edilemeyeceğini söyledi.
Anladığımız, içeriden ses olmanıza gerek yok, AK Parti’nin kemik seçmeni, ne belediye başkanlarının işten el çektirilmesi ne de yeni Atatürk söylemine pek ikna olmuş değil.
Açıkça, bu denli “pragmatik taktik ve stratejiyi” tam sindirememişler.
Bu insanlar tamam AK Parti’yi desteklerler, ama asla bir “Trol” olmadıklarını da gözden uzak tutmamak gerekir.
Belirtmek gerekir ki, parti militanlarının Anıtkabir’e akın etmeleri muhafazakarların yanı sıra toplumun tüm kesimlerine “samimiyetsiz” geldi.
Hatta Cumhurbaşkanı’nın, Atatürk’ü CHP’lilere bırakmayız söylemi, ileride “Suşi”nin de Japonların elinden alınabileceğine dair esprilere sebep oldu.
Bilemiyoruz, Tayyip Erdoğan’ın sürprizleri şaşırtıyor, siyaset oyununa, biz fanilerin, idraki ermiyor.

Yazarın Tüm Yazıları