Yoksa Brüksel’e giden yollar artık Washington’dan mı geçiyor?

Bugünlerde Türkiye’nin dış ilişkilerinde hangi konuların, hangi kavramların öncelik kazandığını anlamak için yapacağımız bir araştırma, bizi Türk dış politikası bağlamında en çok kullanılan terimin “yaptırım” sözcüğü olduğu sonucuna götürecektir muhtemelen.

Haberin Devamı

Nasıl götürmesin ki... Geçen hafta AB Zirvesi’nde Türkiye’ye uygulanacak yaptırımların derecesi konusunda Avrupalılar arasındaki çekişmeyi ve ardından mevcut yaptırımların mart ayına kadar sürdürülmesi şeklinde aldıkları kararı izlemekle meşguldük.

Geride bırakmakta olduğumuz haftayı ise ABD Başkanı Donald Trump’ın Rusya’dan S-400 alımı nedeniyle Türkiye’ye uygulanmasına karar verdiği yaptırımlara tepki göstererek geçirdik.

Sonuçta yüzümüzü Türkiye’nin Batı ile ilişkilerine çevirdiğimizde, ister Avrupa cephesine bakalım ister ABD cephesine, farklı gerekçelerle getirilmiş ve farklı alanlarda düzenlenmiş bir yaptırım silsilesi ile karşılaşıyoruz.

Yaptırımların etkisinin şiddetli ya da hafif olmasından daha çok önem taşıyan, Türkiye ile ilişki biçiminde bu gibi zorlayıcı önlemler üzerinden baskı kurma, cezalandırma saiki ile hareket etmenin gerek ABD gerek AB cephesinde yerleşik bir davranış biçimine dönüşmekte oluşudur.

Haberin Devamı

İnsanlar gibi ülkelerin de birbirlerine yaptırım uygulamaları her zaman ilişkilerin dokusunu bozan, olumsuz duyguları tetikleyen, bunları biriktiren bir iklim yaratır. Bu iklim zamanla kamuoylarındaki algıları da bozarak, sıkça yaptırıma neden olan sorunların çözümünü de engelleyen bir işlev kazanabilir.

*

Meselenin üzerinde durmamız gereken bir yönü, Türkiye’nin yaptırım uygulayan ülkelerin büyük bir bölümüyle birden çok uluslararası örgütte ortaklık, müttefiklik ilişkisi içinde olmasıdır. AB bünyesinde yaptırım kartını oynayan ülkeler örneğin Almanya ve Fransa, aynı zamanda ABD’nin başat aktör olduğu NATO içinde de Türkiye’nin askeri müttefiki konumundadırlar.

Bu arada, Batı’daki aktörler ve kurumlar arasındaki iç içelik çerçevesinde en kayda değer yönelişlerden biri geçen hafta Brüksel’de yapılan AB zirvesinde uç vermiştir. AB liderleri, “Türkiye ile ilgili konuları ve Doğu Akdeniz’deki durumu” yeni ABD yönetimi ile koordine etmeyi kararlaştırmıştır. Bu mutabakat AB’nin tutumu açısından önemli bir ilktir.

Ayrıca, okyanusun iki karşı yakasındaki ABD ile AB arasında “ortak çıkarlar ve paylaşılan değerler” üzerine kurulu “güçlü stratejik transatlantik ortaklık” vurgusu, bu zirvenin en  dikkat çekici sonuçlarından biridir. Trump yönetimi döneminde ciddi bir şekilde gerileyen transatlantik ilişkiler Demokrat Joe Biden’ın başkanlık seçimini kazanmasıyla birlikte yeniden rayına oturma sürecine girecektir. Önümüzdeki ay işbaşı yapacak olan Biden ve ekibi, dış politikadaki ana önceliklerinden birini Avrupa ile ilişkiler ve NATO’yu güçlendirme hedefine vereceklerini belirtiyor.

Haberin Devamı

Şurası kesin, önümüzdeki dönemde sahnede “paylaşılan öncelikler” çerçevesinde çok daha yakın bir şekilde çalışacak, işbirliği yapacak bir ABD ve AB göreceğiz. Aslında AB zirvesinden çıkan -Türkiye ve Doğu Akdeniz hakkında ABD ile koordinasyon kararı- bu yeni anlayışa uygundur. Bu yönüyle transatlantik ortaklık yeniden tanımlanırken, Türkiye ile ilişkilerin nasıl yürütüleceği ABD ile AB arasında başlayacak diyaloğun önemli bir gündem maddesini oluşturacaktır.

Kuşkusuz, bu noktada Biden yönetiminin öncelikli olarak Almanya Şansölyesi Angela Merkel ve ardından Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ile yürüteceği diyalog kritik önemdedir. Başkan Biden’ın en azından başlangıç döneminde Berlin cephesinde farklı, Paris cephesinde farklı bakış açılarıyla karşılaşması şaşırtıcı olmaz.

*

Haberin Devamı

AB Zirvesi’nin özellikle Merkel’in ağırlığını koymasıyla Türkiye’ye yaptırımlar konusunda nihai kararını mart ayına bırakmasının bir nedeni muhtemelen Biden yönetiminin nasıl hareket edeceğini görerek zaman kazanma çabasıydı.

AB’nin bu kararı aslında Türkiye ile ilişkisini yürütmekte zorlanmakta oluşunun yansıması olarak da görülebilir. AB’deki karar vericiler, öyle anlaşılıyor ki, Türkiye’nin karşısına ABD’yi de yanlarına alarak çıkmayı planlıyorlar. Geçmişte ABD ile AB’nin Türkiye ile ilgili ortak pozisyonlarda buluştukları pek çok konu olsa da, bundan böyle bu amaçla kurumsal bir danışma mekanizmasının işletilecek olması ciddi bir paradigma değişikliğidir.

Haberin Devamı

Muhtemeldir ki, öncelikle Doğu Akdeniz ve Kıbrıs sorunu gibi başlıklarda Türkiye’nin karşısına ortak bir tutumla çıkma arayışlarına tanıklık edeceğiz. Tabii, bu arayışlar AB cephesini ABD yönetiminin telkinlerine de açık hale getirecektir. Birçok başlıkta telkinlerin yönü diğer istikamette de işleyebilir.

*

Bu noktada gözlediğimiz bir değişime de dikkat çekmeliyiz. Geçmişte Türkiye’deki demokrasi ve insan hakları meseleleri genellikle Avrupalıların ilgi alanı olur, ABD ise Türkiye’ye daha çok stratejik çıkarlarının penceresinden bakardı. Ancak, geride bıraktığımız yıllarda AB ile Türkiye arasındaki ilişki Suriyeli mülteciler gibi sıcak konuların ön plana çıktığı bir “ver-al ilişkisi”ne dönüşmeye başladı. Kopenhag Kriterleri başlığı altındaki demokrasi konularının diyalogdaki yeri oldukça alt sıralara düştü.

Haberin Devamı

Buna karşılık Washington’dan, Demokrat Biden yönetimi cephesinden yansıyan bütün işaretler, Türkiye politikalarında Trump yönetiminin aksine demokrasi, ifade özgürlüğü, yargı gibi başlıkların geçmişe kıyasla belli bir vurgu kazanacağına işaret ediyor. ABD ile AB arasındaki bu başlıkta bir rol değişiminin gerçekleşmesi kuşkusuz ilginç bir ironiyi yansıtacaktır.

*

Ne olursa olsun şurası aşikâr. Birbiri ardına yaptırımların geldiği bir dönemde Ankara’dan AB’nin merkezinin bulunduğu Brüksel’e ve aynı zamanda Avrupa’daki kritik başkentlere giden yollar, artık belli ölçülerde Washington üzerinden de geçecektir.

Bu tablo Ankara açısından yeni bir gerçekliktir. Bu gerçekliğe nasıl karşılık verileceği konusunda Ankara’da açık fikirli bir düşünce egzersizine ihtiyaç var. Bu yeni durumu dikkate alan, bütüncül bir Batı politikasının oluşturulması gerekecektir.

Türkiye’nin de elinde Batı’ya karşı güçlü pazarlık kartları bulunuyor. ABD-AB koordinasyonu, ilk başta Türkiye üzerindeki baskıların, sıkışıklıkların artmasına yol açabilir. Ancak Türkiye, diplomasinin imkânlarından yararlanarak atacağı adımlarla bu yeni denklemi kendi lehine çevirmenin yollarını denemek durumundadır.

Her zaman altını çizdiğimiz gibi, demokrasi, insan hakları ve hukuk alanlarında sahici bir reform çabasının başlatılması, bu yeni dönemin önünü açmak, Batı ile başlayacağı anlaşılan çetin ve zorlu bir müzakere süreci öncesinde Türkiye’nin sahadaki manevra alanını genişletmek bakımından hayati önemdedir.

Yazarın Tüm Yazıları