İki fotoğrafla desteklenmişti 10 Mart tarihli bu paylaşım. Birincisinde, Korgeneral Tokel, bir kısmı farklı menşeli üniforma giymiş askeri yetkililerle birlikte büyük bir haritanın üzerinde konuşurken görülüyor. Manzaradan dağlık bir arazide oldukları anlaşılıyor. Hemen arkalarında bir köprü dikkat çekiyor.
İkinci fotoğraf ise kapalı bir mekanda çekilmiş. Bir salonda “U” şeklindeki masanın etrafına bir dizi asker ve sivil giyimli şahıs dizilmiş. Masanın ucunda oturan Korgeneral Tokel’in arkasındaki duvarda bir harita asılı.
*
Mekân hakkında bilgi verilmemiş, yalnızca toplantının “Pençe- Kilit Harekât bölgesinin sınırları içerisinde”, yani Irak topraklarında ve “Iraklı yerel yetkililer” ile gerçekleştirildiği belirtilmiş.
Fotoğraflara bakıldığında, TSK heyetinin, hem Bağdat’taki merkezi otoriteyi temsil eden Irak Ordusu’nun temsilcileri hem de Mesud Barzani’nin önderliğindeki Kürdistan Demokrat Partisi’ne (KDP) bağlı peşmerge komutanları ile bir arada bulunduğunu fark etmek mümkündür.
Toplandıkları mekân da herhalde KDP denetimindeki Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’ne ait bir bina olmalıdır.
*
Milli Savunma Bakanlığı’nın paylaştığı habere göre, “
Üzerinde durduğumuz çekilme senaryosunun bir başka önemli sorusu, bu bölgede bugüne kadar ABD’nin koruyucu şemsiyesinden yararlanmakta olan Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) ne olacağıdır. SDG, yani PKK’nın Suriye’deki uzantısı olan YPG’nin merkezinde yer aldığı askeri örgüt...
SDG kadar, Fırat’ın doğusunda Suriye topraklarının yaklaşık üçte birini kaplayan bu örgütün kontrolü altındaki Özerk Yönetim’in geleceği de yine bu ucu açık soruların konusudur.
*
Bu sorular, ABD’de önümüzdeki kasım ayının başında yapılacak olan başkanlık seçiminin menziline girilmesiyle birlikte, gerek seçim döneminin tartışmaları gerek seçim sonucunun tetikleyebileceği muhtelif senaryolar bağlamında ele alınması gereken zor meseleler olarak karşımıza çıkacaktır.
Sonuçları, serpintileri Türkiye’yi birinci derecede ilgilendirdiği için bu başlıkların yakından izlenmesi gerekecektir.
Özellikle geçmişte başkanlığı döneminde Suriye’den ABD askerlerini çekmek konusunda kritik hamleler yapmaya kalkan, ancak her seferinde kendi müesses nizamı tarafından frenlenen Donald Trump’ın yeniden seçilme ihtimalinin yabana atılmaması gereken bir aşamada, bu sorular galiba her zamankinden daha çok önem kazanıyor.
Bugünkü yazımızda bu konuda geçmişte yaşanan gelişmeleri çok kısaca hatırlatıp, bundan sonrasına dönük genel bir değerlendirmede bulunmak istiyoruz.
*
Ardından, 24 Ocak’ta ABD’nin önemli terörizm ve Suriye uzmanlarından Charles Lister’ın prestijli “Foreign Policy” dergisinin web sitesinde bu haberi teyit eden yazısıyla ivme kazandı.
Bu iki yazı, ana çizgi olarak Biden yönetiminin Suriye politikasını gözden geçirmekte olduğu, teknik düzeyde yapılan çalışmalarda ABD’nin Suriye’deki askeri varlığını sonlandırmasına dönük seçenekler üzerinde durulduğunu duyuruyordu.
Bu konudaki gelişmeleri, 16 Şubat tarihli “Yoksa ABD Suriye’den Çekilmeye mi Hazırlanıyor?” başlıklı yazımızda aktararak, Washington cephesinde uç vermekte olan Suriye’den çekilme eğilimine dikkat çekmiştik.
İlginçtir ki, geçen yaklaşık bir aylık süre içinde bu konudaki tartışmanın tırmanmakta olduğunu gözledik. ABD’de, aralarında emekli orgeneraller, emekli büyükelçiler, emekli istihbaratçılar, düşünce kuruluşlarında Ortadoğu konularında uzman kanaat önderleri ve gazetecilerin yer aldığı son derece canlı bir tartışma sürüyor.
*
Bu tartışma, ana hatları itibarıyla Suriye’den çıkmanın yararlarını savunanlar ile bu yönde bir adımın ABD’nin çıkarlarına zarar vereceği tezini öne süren iki ayrı görüş arasında şekilleniyor.
Tartışmayı bir yönüyle halen Biden yönetimi içinde Suriye politikası üzerinde yürümekte olan çalışmaların bir yansıması olarak da görmek mümkün. Bu çerçevede, ABD cephesinde bütün aktörlerin kendi zaviyelerinden bu tartışmaya katılarak karar alma sürecine bir şekilde etki etmeye çalıştıklarını söyleyebiliriz.
Tabii, ABD çekilirse
Açıklamaya göre, görüşmeler sırasında tarafların “önemini yineledikleri” bir başlık, “DEAŞ bağlantılı tutukluların ve Suriye’nin kuzeydoğusunda yerlerinden edilmiş kişilerin rehabilite edilebilecekleri ve kendi toplumlarına yeniden entegre edilebilecekleri, gerektiği şekilde adalete teslim edilebilecekleri menşe ülkelerine geri gönderilmeleri” konusu oldu.
Dikkatime takılmasının nedenlerinden biri, bu açıklamadaki ifadelere çok benzer bir içeriğin, ABD’nin Ortadoğu’dan da sorumlu Merkezi Komutanlığı’nın (Central Command) başındaki komutan Orgeneral Michael Erik Kurilla’nın geçenlerde Kuzey Suriye’de bu kişilerin alıkondukları kampları ziyaretinden sonra yapılan açıklamada da karşıma çıkmış olmasıydı.
Orgeneral Kurilla, 28-29 Şubat tarihleri arasında Suriye’ye gerçekleştirdiği ziyaret sırasında kuzeyde Irak sınırına yakın bir bölgede Haseke civarında bulunan el Hol ve ayrıca bu mekânın Irak sınırına doğru doğusunda kalan el Roj kamplarını da ziyaret etmişti.
Yapılan açıklamada, Orgeneral Kurilla’nın bu kampları ziyareti sırasında, DEAŞ’lı tutuklular ve yerlerinden olmuş kişilerin “geri gönderilmeleri, rehabilite edilmeleri ve (toplumlarına) yeniden entegre edilmeleri” konusunu görüştüğü belirtilmişti.
Büyük ölçüde aynı ya da birbirine yakın sözcüklerle ifade edilmiş bir konunun hem ABD Merkezi Komutanlık bildirisi hem de Türkiye-ABD Dışişleri Bakanları ortak açıklamasında vurgulanmış olmasını kayda geçirmek gerekiyor.
Gözlenen örtüşme, konunun Türkiye ile ABD’nin gündeminde yukarıya doğru çıktığını gösteriyor olmalıdır.
*
Buradaki mesele, ABD’nin 2014 ve sonrasında Irak ve Suriye’de uluslararası koalisyonla birlikte DEAŞ’a karşı yürüttüğü mücadele sırasında yakalanan militanlar ve ayrıca bu çatışmalar sırasında yerlerinden olan Iraklılar ve Suriyelilerin alıkondukları iki kampın durumudur. Bu kalabalık iki kamp dışında özellikle DEAŞ’lı militanların tutulduğu irili ufaklı, çoğu derme çatma durumda olan cezaevleri de bulunuyor.
Bu durumu iki ülke arasındaki temas trafiğinden okuyabiliyoruz. Ankara’dan Washington’a ilk ziyareti Milli İstihbarat Teşkilatı Başkanı İbrahim Kalın yaptı. Kalın, önceki gün ABD’deki mevkidaşı Merkezi Haberalma Örgütü (CIA) Başkanı Williams Burns ile bir araya geldi.
Kalın’ın Burns ile görüştüğü önceki gün, Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da Washington’a hareket etti. Fidan, bugün ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile buluşacak.
Geçen hafta bu yoğun temasların hemen öncesinde doğrudan Ankara-Washington ekseninde olmasa da, iki ülke arasındaki siyasi diyalogu çok yakından ilgilendiren kritik bir ziyaret gerçekleşti Suriye’ye.
ABD’nin Ortadoğu’dan da sorumlu olan Merkezi Komutanlığı’nın (Central Command) tepesindeki komutan Orgeneral Michael Erik Kurilla, birçok ülkeyi kapsayan bölge turu içinde Suriye’nin kuzeyine de uğradı.
Washington’da bu hafta gerçekleşmekte olan görüşmeler, iki ülke arasındaki ilişkilerin bundan sonra nasıl ileri götürülebileceği konusunda arayışlara sahne olurken, Kurilla’nın Suriye ziyareti bu diyalogta belki de en dikenli başlık olan ABD’nin Suriye’de PKK uzantısı gruplarla kurduğu askeri ittifak meselesinin altını çiziyordu.
Bütün bu temasların iç içe geçerek karmaşık bir bütün oluşturduğunu söylemek mümkün.
*
Önce
TBMM Genel Kurulu, 1 Mart 2003 tarihindeki tarihi oturumunda Türkiye’den Irak’a “Kuzey Cephesi” açılmasını ve ABD askerlerinin Türkiye üzerinden karadan Irak’a geçmesini öngören hükümet tezkeresini reddetmiştir.
Sonraki yıllarda ABD’nin Irak’ı işgalinin yüzbinlerce insanının ölümüne yol açıp, bu ülkeyi nasıl bir yıkıma ittiği, bütün bölge açısından ne kadar büyük felaketlere neden olduğu görüldükçe, Türkiye’de oylama sonucunun anlamı daha da güçlenmiştir.
Şurası açık ki, tezkere geçmiş olsaydı, Türkiye de ABD ile birlikte Irak’ta yaşanan bütün felaketlerin belli ölçülerde sorumlusu, muhatabı haline gelecek ve kendisini bu ölümcül, kaotik savrulmanın içinde bulacaktı.
*
3 Kasım 2002 seçimi sonrasıydı. O tarihte AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan siyasi yasaklı olduğu, bu nedenle milletvekili seçilemediği için Başbakanlık koltuğunda, daha sonra sırasıyla Dışişleri Bakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı görevlerini de üstlenecek olan Abdullah Gül oturmaktaydı.
Gül, 18 Kasım 2002 ile 14 Mart 2003 tarihleri arasında başbakanlık görevini yürüttü. Bu çerçevede ABD ile pazarlıkların yürütülmesi ve ardından tezkerenin TBMM’de oylamaya götürülmesinde başbakan olarak resmi düzeyde süreci yöneten kişiydi.
Kendisinin tezkerenin geri çevrilmesinde kilit bir rol oynadığı o süreci yakından izleyenlerin yabancısı oldukları bir husus değildir.
Gül
AK Parti ile MHP tarafından ortaklaşa getirilen yasa teklifine itirazlar, ağırlıklı olarak suç tanımının soyut bir şekilde ifade edildiği, bu durumun ifade özgürlüğü üzerinde ciddi müdahalelere kapıyı açacağı yolundaki görüşlerden kaynaklanıyordu.
Özellikle TBMM Adalet Komisyonu’ndaki görüşmelerde bizzat Yargıtay’ın bu suçlara bakan ilgili dairesi tarafından yapılan değerlendirmede, teklifin “Hukuki Güvenlik” ve “Hukuki Belirlilik” ilkeleri bakımından uygulamada muhtelif sakıncalar doğurabileceği belirtilerek, bir dizi çekince ifade edilmişti.
Ve yasa teklifinin 13 Ekim 2022 tarihinde TBMM’de kabulünün ardından CHP’nin metnin en kritik maddesinin iptali talebiyle Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) yaptığı başvuruyla birlikte, gözler yüksek mahkemenin vereceği karara çevrilmişti.
*
AYM, iptal başvurusunun reddi yönündeki kararını geçen 8 Kasım’da aldı. Ancak tam o sırada AYM’nin TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’la ilgili oybirliğiyle aldığı “ihlal” kararının uygulanıp uygulanmayacağı hususunda çıkan sıcak tartışmalar gündemi kapladığından, mahkemenin bu konuda verdiği ret kararı üzerinde yeterince durulmadı.
AYM’nin gerekçeli iptal kararının Resmi Gazete’de yayımlanması ise geçen ayın son haftasını, 23 Şubat tarihini buldu. Böylelikle, reddin gerekçesi ve aynı zamanda bununla ilgili yazılan karşıoy gerekçeleri de kamuoyuna yansımış oldu.
Ülkemizde ifade özgürlüğünün sınırlarını yakından ilgilendirdiği için bu kararı kısaca değerlendirmenin yararlı olacağını düşünüyoruz.
*
Bugün elektronik, haberleşme, entegre silah sistemleri, elektro optik alanlarında uluslararası alanda kendisinden söz ettiren bir kuruluş haline gelmiş olan ASELSAN, 1975 yılında, yani Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesi üzerine ABD silah ambargosunun fiilen uygulamaya konduğu yıl kurulmuş.
ASELSAN, bugün dünyada en çok silah ve askeri hizmet satışı yapan ilk 100 savunma sanayii şirketi listesinde 60’ıncı sıraya gelmiş bulunuyor.
ASELSAN’ın ardından, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yazılım mühendisliği alanındaki ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla HAVELSAN’ın kurulması 1982, milli roket ve füze imal etmek üzere ROKETSAN’ın kurulması ise 1988 yılını buluyor.
*
Bir de tabii ilk milli muharip uçak KAAN’ı imal eden Ankara’daki TUSAŞ-Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş.’yi kamudaki savunma sanayii şirketleri listesine dahil etmeliyiz.
İlginçtir ki, TUSAŞ’ın kuruluşu diğerlerinden farklı olarak Kıbrıs harekâtının sonrası değil hemen öncesine rastlıyor. Şirketin web sitesindeki tanıtımda “Türk Uçak Sanayii Anonim Ortaklığı (TUSAŞ), 28 Haziran 1973 tarihinde Türkiye’nin savunma sanayiinde dışa bağımlılığını azaltmak amacıyla Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı bünyesinde kurulmuştur” ifadesi yer alıyor.
TUSAŞ kurulduğunda, bağımsız Naim Talu’nun başbakanlığında görev yapan, Adalet Partisi ve Cumhuriyetçi Güven Partisi’nin bakan verdiği 36’ıncı hükümet iş başındaydı. Sanayi Bakanlığı koltuğunda ise AP’nin önde gelen siyasi şahsiyetlerinden, partinin lideri Süleyman Demirel’in yakın çalışma arkadaşı Dr. Nuri Bayar oturmaktaydı.
1974 başında CHP-MSP koalisyonunu iktidara getirecek olan 14 Ekim 1973 seçimlerine daha üç buçuk ay vardı.