Türkiye-ABD ilişkilerinde bir yılı nasıl geçirdik?

ABD’de başkanlık seçimleri 3 Kasım 2020 tarihinde yapıldı.

Haberin Devamı

Yani bugün itibarıyla tam bir yıl geride kalmış bulunuyor. Bu seçimi Demokrat aday Joe Biden’ın yerine Cumhuriyetçi aday Donald Trump’ın kazanması, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açık tercihiydi. Sandıktan Trump çıkmış olsaydı, muhtemelen bir kesinti olmadan “Nerede kalmıştık” diyerek bıraktıkları yerden yola devam edeceklerdi.

Gerçi aralarındaki ilişki zaman zaman meşhur “mektup krizi” ve “yaptırımlar” gibi ciddi sarsıntıların yarattığı iniş çıkışlara sahne olsa da, genel seyrine bakıldığında Erdoğan ile Trump arasında her şeye rağmen yakın bir çalışma ilişkisi yürümekteydi. Belli aralıklarla yapılan telefon görüşmeleri, muhtelif zirvelerde gerçekleştirilen ikili buluşmalar ve Beyaz Saray ziyaretlerinin gösterdiği üzere şahsi düzeyde yakın bir diyalog işliyordu.

Haberin Devamı

Bu dönemin en önemli özelliği, ilişkilerdeki karar alma mekanizmasının daha çok ikisi arasındaki bu şahsi kanal üzerinden yürümesiydi. Örneğin, 2019 yılı ekim ayında Suriye’de Fırat’ın doğusundaki Barış Pınarı Harekâtı ve ABD askeri gücünün Suriye sınırından güneye çekilmesi gibi sahadaki majör gelişmeler, büyük ölçüde ikisi arasındaki telefon görüşmelerinin de önünü açtığı hadiselerdi.

Erdoğan’ın seçim sonrasındaki oyun planı benzer bir liderler diplomasisi kanalını yeni ABD Başkanı Biden ile de tesis etmekti.

ÜÇ AY SONRA GELEN TELEFON

Seçim sonuçlarının kesinleşmesinden sonra Amerikan sistemine özgü üç aya yakın bir süreye yayılan geçiş döneminin tamamlanması gerekti. Başkan Biden, olaylı bir geçiş döneminin sonunda 20 Ocak 2021 tarihinde yemin ederek işbaşı yaptı.

Bunun ardından iki lider arasında ilk temasın kurulmasına dönük bekleme aşaması başladı. Biden, kutlama amaçlı kendisiyle temas kurmak isteyen liderlere belli bir takvim içinde dönerken, Ankara’nın Beyaz Saray’dan beklediği telefon nedense bir türlü gelmiyordu.

Erdoğan’ın sonradan “Biden ile iyi başlamadık” diye konuşmasına neden olan sıkıntıların uç vermesi bu döneme uzanıyor. Biden, belli ki bilinçli bir tercihle, bu telefonu özellikle geciktirerek Erdoğan’a belli bir mesafe hissettirmeye çalışıyordu. Türkiye ile ilişkilerde oluşacak yeni dengenin şekillenmesinde kendi pozisyonlarını kabul ettirme arayışının da bu hareket tarzında belli bir rol oynadığı söylenebilir, başka mülahazaların yanında.

Haberin Devamı

Sonunda beklenen telefon ant içme töreninden tam üç ay sonra 23 Nisan tarihinde gelmiştir Beyaz Saray’dan. Ancak bu da sıkıntılı bir telefon konuşması olarak kayıtlara geçmiştir. Çünkü Biden, bu görüşmede Erdoğan’a ertesi günü, yani 24 Nisan’da “Ermeni soykırımını tanıdığına” ilişkin bir açıklama yapacağını bildirmiştir. Yani Biden ile sıcak bir başlangıç yapma beklentisi yerini, Biden’ın Türk kamuoyunda ve resmi çevrelerinde büyük rahatsızlık yaratan bu hamlenin yol açtığı olumsuzluğa bırakmıştır.

Buna karşılık telefon konuşmasının olumlu bir tarafı, iki liderin 14 Haziran tarihinde Brüksel’de toplanacak NATO zirvesi sırasında yüz yüze görüşmek konusunda sözleşmeleriydi. Bu kez NATO toplantısına dönük bir bekleyiş başlamıştır.

Haberin Devamı

KABİL DÜŞÜNCE, HAVALİMANI PROJESİ BOŞLUKTA KALDI

Seçimden sonraki yaklaşık yedi buçuk aylık süre bu şekilde geçmiştir. Tabii bu arada Rusya’dan S-400 alımı nedeniyle Türkiye’nin F-35 programından çıkartılması ve ABD’nin Suriye’de PKK uzantısı YPG’ye desteği başta olmak üzere ilişkilerin üzerinde asılı duran bütün sorunlar da iki liderin yapacağı görüşmeyi beklemekteydi. Sonuçta Erdoğan ile Biden arasındaki görüşme 14 Haziran’da Brüksel’de gerçekleşmiştir.

Bu görüşmenin büyük bir bölümü yalnızca çevirmenlerin alındığı baş başa bir formatta geçmiştir. Amerikan tarafı tatmin edici bir açıklama yapmaktan kaçınırken, Erdoğan Biden'da “verimli bir işbirliği döneminin başlaması noktasında güçlü bir irade gördüğü” yolunda bir beyanda bulunmuştur.

Haberin Devamı

Bu görüşme en azından diyaloğun kurulduğu kontrollü bir iyimserliğe kapıyı aralamıştır. Görüşmenin -ağırlıklı olarak- ABD’nin Afganistan’dan çekilmesinden sonraki dönemde Türkiye’nin Kabil Havalimanı’nın işletilmesi sorumluluğunu üstlenmesi başlığı üzerinde geçtiği anlaşılıyor.

Burada altı çizilmesi gereken nokta, Brüksel görüşmesi sonrasında Kabil Havalimanı dosyasının Türk tarafınca ABD ilişkilerin bütününde sorunları çözecek bir anahtar gibi görülmüş olmasıdır. Bir anlamda, bu projenin Türkiye’nin ABD nezdindeki stratejik öneminin altını yeniden çizerek, ilişkilerin düzlüğe çıkmasının kapısını açacağı düşünülmüştür. Ardından iki tarafın askerleri arasında teknik düzeyde sıkı bir müzakere süreci başlamıştır Kabil Havalimanı’na ilişkin.

Haberin Devamı

Ancak ABD’nin Afganistan’dan çekilmek konusunda aceleci davranması ve ayrıca Taliban’ın bütün tahminleri altüst ederek ağustos ayının ortasında Kabil’i ele geçirmesi, Türkiye ile ABD arasında düzenli bir geçiş dönemine göre kurgulanmış olan havalimanı dosyasının gündemden çıkmasına yol açmıştır. Bunun sonucu olarak söz konusu dosyanın ilişkilerde oynaması beklenen düzeltici, dengeleyici rol de ortadan kalkmıştır. Bir anlamda 14 Haziran öncesine dönülmüştür.

NEW YORK’TA ÇIKAN SOĞUKLUK

Bu durumda ne olacaktı? Erdoğan’ın stratejisi, eylül ayı sonuna doğru Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’na katılmak üzere New York ziyareti sırasında Biden ile bir araya gelip, ilişkilerde nasıl yol alınacağını görüşmek üzere yeni bir başlangıç yapmaktı.

New York ziyareti sırasında beklenen bu temas olmadı. Erdoğan, ikili bir görüşme için yaptığı davete Biden’ın olumlu yanıt vermediğini bizzat kendisi CBS televizyonuna açıkladı. Ayrıca, 23 Eylül’de New York’ta Türk gazetecilerle sohbetinde Biden’a oldukça tepkili bir tavır sergileyerek “İki NATO ülkesi olarak şu andaki gidiş pek hayra alamet değil. Sayın Biden ile iyi başladık diyemem” şeklinde konuştu. Aynı açıklamasında ABD’nin Türkiye’ye “dürüst davranmadığını” da söyledi.

Erdoğan’ın bu sözleri Biden ile ilişkilerinde ciddi bir soğukluğun da ifadesiydi. Cumhurbaşkanı’nın bu çıkışını bir hafta sonra Rusya lideri Vladimir Putin ile Soçi’deki buluşması izledi.

ROMA BULUŞMASI VE KURUMSAL MEKANİZMA

Bunun ardından gözler ekim ayı sonunda Roma’da yapılacak olan G-20 Zirvesi sırasında gerçekleşebilecek muhtemel bir görüşme ihtimaline çevrildi. Ancak bu kez de ilişkiler ABD de dahil olmak üzere Ankara’daki 10 Batı ülkesi büyükelçiliğin Osman Kavala davasıyla ilgili yaptığı açıklama nedeniyle Erdoğan’ın “istenmeyen büyükelçiler” çıkışının yol açtığı gerilime sahne oldu. ABD tarafına bakılırsa, bu kriz bir formülle aşılmasaydı, muhtemelen Roma’daki ikili görüşme de tehlikeye girecekti.

Nihayetinde, son ana kadar olup olmayacağı hususunda bir belirsizliğin yaşandığı bu görüşme, sonunda önceki gün Roma’da Erdoğan ile Biden arasında gerçekleşti. Brüksel görüşmesine kıyasla önemli bir fark, bu kez Dışişleri Bakanları Mevlüt Çavuşoğlu ile Antony Blinken’ın ikisinin yanında masada bulunmalarıydı. Ayrıca, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı İbrahim Kalın da katılmıştır görüşmeye.

Brüksel buluşmasının gündemi Kabil Havalimanı ağırlıklı geçmişti. Buna karşılık yapılan açıklamalar Roma görüşmesinin ikili anlaşmazlık konularından bölgesel sorunlara kadar çok geniş bir gündeme yayıldığını gösteriyor.

Buradaki önemli bir nokta, yeni dönem için kurumsal bir mekanizma arayışının ön plana çıkmış olmasıdır. Bu çerçevede Dışişleri ve Savunma Bakanlıklarının daha çok devrede olacakları bir işleyiş tahmin edilebilir.

Bundan ne anlamalıyız? Geçen bir yıl içinde de gördüğümüz üzere iki ülke arasındaki ilişkinin akışı doğrudan liderler düzeyindeki diyaloğa kanalize edildiğinde, bu düzeyde yaşanabilecek en ufak bir tıkanıklık ya da gecikme bütün ilişkinin de kilitlenmesine yol açıyordu. Kurumsal bir mekanizmanın devreye girmesiyle diyalog kanalların çeşitlenmesi bu gibi mahzurları da ortadan kaldırabilir.

Yazarın Tüm Yazıları