COVID-19’dan ölüm vakaları nasıl raporlanmalı?

Koronavirüs COVID-19 salgınıyla ilgili gelişmeleri yakından izlemeye çalışırken bir süredir sıkça karşıma çıkan ve zihnimi meşgul eden bir meseleye de yanıt aradım.

Haberin Devamı

Bu, Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) ölçütleri çerçevesinde hangi bulgulara dayanan ölüm vakalarının COVID-19 tanısıyla raporlanacağı meselesi.

Raporlama konusunun neden önemli olduğunu anlatmama gerek yok herhalde. Her şeyden önce toplumun doğru bilgilendirilmesi açısından önemli bu konunun düzgün bir şekilde yürütülmesi. Sağlık Bakanlığı ve hastanelerdeki kayıtların düzgün bir şekilde tutulması, bu alanda uluslararası standartların yakalanması bakımından gerekli. Ve bütün bunların bir bileşkesi olarak, doğru veriler üzerinden en isabetli politikaların tespit edilip uygulamaya konabilmesi bakımından da raporlamanın ciddi bir şekilde ele alınması şart.

Ve tabii bu zorlu dönemi bütün bir ülkenin dayanışma içinde atlatabilmesinin vazgeçilmez bir gereği olan toplumsal güven duygusunun güçlü tutulması bakımından da kuşkusuz önem taşıyor.

Haberin Devamı

SAĞLIK BAKANI NE DEDİ?

Bu konudaki tartışma önce Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) muhtelif açıklamalarıyla gündeme girdi. TTB, Dünya Sağlık Örgütü’nün COVID-19’dan kaynaklanan ölümlerin raporlanmasında ‘U07.1’ ve ‘U07.2’ olmak üzere iki kod önerdiğini, Türkiye’deki raporlamada ise bu kodlardan yalnızca birinin kullanıldığını, diğeri kullanılmadığı için ölüm sayısının az gösterildiğini ileri sürüyor. TTB, bu görüşünü birliğe bağlı hekimlerden, yani sahadan gelen bildirimlere dayandırıyor.

Konu Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın geçen cuma günkü basın toplantısında da gündeme geldi. “DSÖ’nün iki kod kullandığı, Türkiye’nin ise tek kod kullandığı için rakamların eksik iletildiğine” ilişkin iddialar hatırlatılarak kendisinin görüşü soruldu.

Sağlık Bakanı, verdiği yanıtta önce DSÖ yöneticilerinin Türkiye’deki vaka ve ölüm rakamlarının şeffaf bir şekilde açıklandığı yolundaki beyanlarına atıf yaparak şunları söyledi:

Dünya Sağlık Örgütü şunu net söylüyor. PCR testi yani moleküler taramanın yapılmadığı ülkeler için olabilecek bir kod, yani şüpheli dediğimiz bir kod; bunun dışında PCR testinin yapıldığı ülkeler için de ikinci bir kod veriyor... Dolayısıyla Türkiye için verilmesi gereken kod doğrulanmış vaka tanımı şeklinde. Bu anlamda hiçbir sorun yok. Dünya Sağlık Örgütü de zaten bu anlamda bizi üstelik yaptığımız çalışmaları, yaptığımız bildirimleri takdirle anıyor.

Haberin Devamı

SIKÇA HATALI ÇIKAN TESTLERE NASIL GÜVENELİM?

Görüleceği gibi, Sağlık Bakanı Koca da iki kodun bulunduğunu belirtiyor, Türkiye’nin bunlardan yalnızca birini kullandığını kabul ediyor.

Ancak Bakan, kullandığı ifadelerle bu kodların her ülkenin durumuna göre farklı bir şekilde uygulanması gerektiğini söylemiş oluyor. Koca’ya göre, bir ülkede PCR testi yapılıyorsa bu teste dayanan ‘doğrulanmış olan vaka’ kodu tek başına yeterlidir. Bu bakış çerçevesinde o ülkede ikinci kodun kullanılmasına gerek kalmıyor.

Gelgelelim, bu kabul üzerinden hareket ettiğimizde karşımızda bir dizi soru beliriyor. Bir kere, PCR testlerinin yüzde 100 doğru tanı vermediğini biliyoruz. Hastalığın başlangıç evrelerinde isabet derecesi en çok yüzde 75’e kadar çıkabiliyor, ama ilerlediği evrelerde isabet derecesi yüzde 45’e kadar düşebiliyor. Bütün okuduklarımız, bu testlerin sıkça hatalı sonuçlar vermekte olduğuna işaret ediyor.

Haberin Devamı

İkinci bir konu daha var. Türkiye’nin test yapma kapasitesinin ciddi bir şekilde güçlendiği inkâr edilemez. Ancak bu kapasitenin güçlenmesi bir sürecin sonunda ortaya çıktı. Hastalığın ilk patlak verdiği dönemde Türkiye’de bugünkü gibi yaygın bir test yapabilme kapasitesi yoktu. Bu durumda en azından başlangıç dönemindeki vakalarda DSÖ’nün ‘U07.1 COVID-19’ koduyla tanımladığı PCR testi koşulunun zaten tam olarak karşılandığı söylenemez. O zaman ilk günlerdeki vakaların tespitinde, dolayısıyla ölümlerin raporlanmasında da sorunlar yaşanmış olmalıdır.

U07.1 KODUYLA MI RAPORLAYALIM, YOKSA U07.2’DEN Mİ?

 Peki DSÖ’nün bu kodları bize ne anlatıyor? DSÖ’nün web sitesindeki bilgilendirmeye (https://www.who.int/classifications/icd/covid19/en/) göre, COVID-19 virüsüne tanı konabilmesi için iki kod tanımlamış bulunuyor.

Haberin Devamı

Birinci kod ‘U07.1 COVID -19’. Bu, laboratuvar testinde teyit edilerek COVID-19 teşhisinin konduğu ‘virüs tanımlanmış’ kod.

İkinci kod ise ‘U07.2 COVID/19’ başlığı altında düzenlenmiş. Bu, laboratuvar testinin yapılamadığı ya da sonuç vermediği durumlarda klinik ya da epidemiyolojik bulgular üzerinden COVID-19 teşhisine ulaşılan ‘virüs tanımlanmamış’ kodu anlatıyor.

DSÖ, bu tanımlamaları yaptıktan sonra her iki kodun da COVID-19’dan ölüm nedeni olarak gösterilebileceğini belirtiyor.

Görüleceği gibi DSÖ, COVID-19 testi yapılmadığı ya da yapılsa da sonuçsuz kaldığı -ancak klinik bulguların ve temas örgüsünün tanıyı desteklediği durumlarda da- hastanın kaybı halinde ölüm raporuna ‘COVID-19 olarak’ yazılabileceğini söylüyor üye ülkelere. Her ikisinin de kullanılmasını genel bir kural halinde bütün ülkeler açısından kayda geçiriyor. 

Haberin Devamı

DSÖ’nün her iki kodun da kullanılması beklentisine karşılık Türkiye’deki uygulamada yalnızca ‘U07.1 COVID-19’ kodunun esas alındığını anlıyoruz.

Kuşkusuz, tek kodun ölçüt kabul edilmesiyle iki kodun birlikte kabul edilmesinin ölüm sayılarının hesaplanmasında farklı sonuçlar vereceğini tahmin etmek güç değildir.

BİLİM KURULU’NA DÜŞEN GÖREV

 Meselenin önümüzdeki günlerde de tartışma konusu olarak gündemdeki yerini koruması kaçınılmazdır. Her halükârda konunun salgının doğru bir şekilde yönetilebilmesi açısından da önem taşıdığı göz ardı edilemez.

Bu durumda, COVID-19 ile mücadele amacıyla oluşturulan ve başından beri bu salgınla mücadelede kritik bir rol oynayan Bilim Kurulu’nun bu konuyu etraflıca değerlendirerek ölüm vakalarının raporlanması meselesinde kamuoyunu tatmin edici bir şekilde aydınlatmasında yarar vardır.

Yazarın Tüm Yazıları