2020’den 2021’e dış politika (3) - AB ile ilişkilerde yeni bir başlangıç mümkün mü?

“Avrupa entegrasyonunun arkasındaki itici güç, devletler arasındaki çatışma dinamiklerinin ortadan kaldırılması hedefi olmuştur. Evrilen sosyal ve siyasi süreçler üzerinden yüzyıllar boyunca Avrupa tarihini şekillendiren de bu çatışma dinamikleridir.”

Haberin Devamı

Makalenin yazarı devam ediyor:

Kuruluşlarıyla birlikte Osmanlı ve Rus imparatorlukları bu denklemin parçası olmuşlardır. Ve bugün de yine, Türkiye ve Rusya Federasyonu ile ilişkilerinde doğru dengeyi bulamadığı takdirde, Avrupa Birliği’nin kıtada istikrara ulaşabilmesinin mümkün olmadığı aşikârdır.”

AVRUPA’NIN İSTİKRARI TÜRKİYE’DEN GEÇER

 En azından giriş kısmı bir tarih profesörünün kaleminden çıktığı izlenimi veren 18 Aralık tarihli bu makalenin yazarı Avrupa Komisyonu Başkan Yardımcısı ve Avrupa Birliği Dışişleri ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi unvanlarını taşıyan Josep Borrell’den başkası değildir. Avrupa Birliği’nin Dışişleri Bakanı olarak da nitelendirebiliriz Borrell’i.

Kendisi bu göreve ülkesinin dışişleri bakanlığı görevini bırakıp gelmiş bir İspanyol sosyalistidir. Türkiye’ye önyargı besleyen bir siyasi şahsiyet değildir. Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine de en azından olumsuz bakmadığını söyleyebiliriz.

Haberin Devamı

Verdiği mesaj yeteri kadar açık Borrell’in: AB ile Türkiye arasında istikrarlı bir ilişki tesis edilmediği sürece Avrupa’da istikrarın güvencesi yoktur. Avrupa’nın istikrarına giden yollar aynı zamanda Türkiye’den de geçer...

Kuvvetli siyasi tecrübesine ek olarak, kendisinin üniversitede uçak mühendisliği okuduğunu, daha sonra matematik ve ekonomi alanlarında akademik kariyer yapıp profesörlüğe kadar yükseldiğini hatırlarsak, kurduğu denklemlerde bir hesap hatasının olmadığını düşünmemiz gerekir.

Türkiye üzerinden geçip Avrupa’ya ayak basan mültecilerin yol açmakta oldukları ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasi sorunlar bile tek başına Avrupa’nın istikrarı ile Türkiye arasındaki ilişkinin önemini göstermeye yeterli bir örnek dosyadır.

Bu ilişkinin öneminin boyutlarını gerekçelendirmek üzere -mülteci dosyasına ek olarak- ekonomik, siyasi, jeopolitik faktörler üzerinden oldukça uzun bir liste yapılabilir.

ORUÇ REİS BRÜKSEL’DE TANSİYONU ARTTIRDI

 Gelgelelim Avrupa’nın istikrarı açısından böylesine önem taşıyan bu ilişki, geride bıraktığımız 2020 yılı içinde Doğu Akdeniz’de tehlikeli gerginliklere sahne olmuş, zirve toplantılarında “havuç-sopa” benzetmeleriyle karışık yaptırım tehditleri altında savrulmuş, ayrıca Akdeniz’in ortasında Türk ticari gemilerine AB baskınları gibi dramatik hadiselere tanıklık etmiş ve neyse ki ipler kopmadan yüzünü 2021’e çevirebilmiştir.

Haberin Devamı

Aslında Türkiye ile AB arasında 2020’nin ilk sarsıntısı yine mülteciler üzerinden yaşanmıştır. Yılın hemen başında İdlib’de savaş nedeniyle Türkiye sınırına doğru yönelen göç baskısı üzerine Türkiye’nin sınır kapılarını açarak, mültecileri Avrupa üzerine sevk etme kartını kullanması büyük bir krizi tetiklemiştir. On binlerce mültecinin birden Edirne üzerinden Yunanistan’ın sınır kapılarına yığılması AB içinde büyük bir panik dalgasının yaşanmasına yol açmış.

Bu krizin ardından yılın önemli bir bölümünde Türkiye ile AB arasındaki ilişkiler Doğu Akdeniz’de yaşanan gerginliklerin yarattığı yüksek basınç altında seyretmiştir. Doğu Akdeniz’de birbiri ardına yapılan NAVTEX bildirimleriyle savaş gemilerinin koruması altında yürütülen sismik araştırma ve sondaj faaliyetleri, Türkiye’yi Yunanistan ve aynı zamanda AB ile sıkça karşı karşıya getirmiştir. Aksaz Deniz Üssü’nden Akdeniz’e açılan Türk donanmasının dalgaları sıkça Brüksel’deki Avrupa Komisyonu binasında da hissedilmiştir. Oruç Reis’in Antalya Limanı ile Akdeniz arasındaki hareketleri AB’deki tansiyonun barometresi olmuştur.

Haberin Devamı

AB KÖPRÜLERİ ATAMIYOR

 Sonuçta gerek Avrupa Komisyonu gerek 2020’nin ikinci yarısında AB’nin dönem başkanlığını yapan Almanya’nın enerjilerinin kayda değer bir bölümü Akdeniz’de Türkiye ile Yunanistan arasında yaşanan gerilimleri bastırmak ve iki ülkeyi masaya oturtmaya çalışmakla geçmiştir.

AB, geçen ekim ayındaki liderler zirvesinde Türkiye’ye ‘pozitif diyalog’ çağrısında bulunduğu, ancak bunu Doğu Akdeniz’le ilgili belli koşullara bağladığı, bu çerçevede yaptırım kartını da telaffuz ettiği ikili bir yaklaşım benimsemiştir. Ekim zirvesi öncesi yatışır gibi olan ortam zirveden sonra yeniden gerilmiş, Ankara ile Atina arasında müzakerelerin başlaması için yürütülen arabuluculuk girişimleri sonuçsuz kalmış ve bu ay yapılan son zirveye gelinmiştir.

Haberin Devamı

10-11 Aralık tarihlerindeki AB zirvesinde Türkiye konusunda ciddi bir bölünme ortaya çıkmıştır. Türkiye’ye sert yaptırımlar uygulanması için bastıran Fransa, Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (KRY) başını çektiği kanadın karşısına aralarında Almanya, İspanya ve İtalya’nın yer aldığı, ilişkilerin daha fazla gerilmesine sıcak bakmayan cephe çıkmıştır. Sonuçta, Türkiye ile köprüleri atmama eğilimi bir kez daha baskın gelmiştir. Çıkan karar, özetle Türkiye dosyasını ve yaptırımlar meselesini mart ayındaki AB zirvesine ertelemiştir

 TÜRKİYE-AB REKABETİ

 Bu arada, ilişki üzerinde basıncın birikmesinin bir başka önemli nedeni, Türkiye ile AB’nin önde gelen bazı aktörleri arasında başka coğrafyalarda yaşanan çatışma ve çekişmelerdir. Örneğin, Türkiye, Libya’daki iç savaşa müdahil olunca Fransa’yı sahada karşısındaki cephede bulmuştur.

Haberin Devamı

Borrell, sözünü ettiğimiz makalesinde ilginçtir ki, Türkiye’nin Libya ve Yukarı Karabağ’da belirleyici rol oynadığı ifade ederek şöyle diyor:

“Türkiye hesaba katılması gereken bir bölgesel güç haline geldi ve inkâr edilemeyecek başarılar elde etti. Ancak ne yazık ki, bazı durumlarda Türkiye’nin uluslararası gündemi AB’ninkiyle aynı doğrultuda gitmiyor ve kullandığı yöntemler de AB yöntemleri değil.”

AB temsilcisinin burada kastettiği, herhalde Türkiye’nin son dönemde muhtelif bölgesel krizlerde daha sık “sert güç”e, yani askeri yöntemlere başvurmasıdır.

FOTOĞRAFIN İÇİNE BIDEN DA GİRİNCE...

 Bütün bu yönleriyle bakıldığında, Türkiye ile ilişkisinin nasıl yürütüleceği konusunun bugün AB’nin de belli ölçülerde zorlandığı bir mesele haline geldiğini söylemek hata olmaz. Muhtemelen bu sıkıntıların da bir uzantısı olarak AB, tarihinde ilk kez Doğu Akdeniz’deki durumu  ve Türkiye ile ilgili konuları ABD ile koordine etme kararı almıştır. Bu karar son zirve bildirisinde açıklanmıştır.

AB, yeni dönemde Türkiye’nin karşısına ABD ile ortak pozisyonlar üzerinden çıkma çabasına yöneliyor. Denilebilir ki, Türkiye ile AB arasındaki diyalog bir anlamda ABD’nin de denklemde olacağı daha genel çerçevedeki bir Türkiye-Batı diyaloğu formatına doğru evrilmektedir.

ABD de fotoğrafın içine girerken, Türkiye ile AB arasındaki ilişkileri her geçen gün daha da zorlaştıran çok önemli bir mesele var. O da AB’nin KRY’yi Kıbrıs sorunu çözüme kavuşmadan tam üye olarak bünyesine kabul etmesinin bugün Türkiye ile ilişkilerinde ciddi bir şekilde ayağına dolanmakta oluşudur.

AB, birlik dayanışması içinde Doğu Akdeniz’de Türkiye ile Yunanistan ve KRY arasında yaşanan anlaşmazlıklarda açıkça bu iki ülkeden yana tavır alarak, onlara bir tür ‘açık çek’ veriyor. Bu durumda AB’nin Türkiye ile olan ilişkisi de bu desteğin ipoteği altına giriyor. Bu yönüyle AB sahadaki sorunların çözümünü daha da zorlaştıran, kilitleyen bir rol oynamış oluyor.

Bu yönüyle zaten içinden çıkılmaz bir hale giren denklemin içine bir de Biden yönetiminin dahil olmasının tabloyu ne yönde etkileyeceğini izleyip görmek gerekiyor.

ERDOĞAN’DAN AB’YE SICAK MESAJLAR

 Her şeye rağmen 2021’e bakarken tablonun yalnızca olumsuz taraflarına odaklanmak doğru olmaz. Kısmen iyimserliğe yol açan gelişmelerden biri, Ankara cephesinde uzun bir aradan sonra ilk kez AB’ye dönük sıcak mesajların verilmeye başlanmış olmasıdır. Bu mesajlar Cumhurbaşkanı Erdoğan cephesinden geliyor. Erdoğan, son haftalarda “Türkiye’nin geleceğini Avrupa’da tasavvur ettiğini” vurguluyor, “Kendimizi başka yerlerde değil, Avrupa’da görüyor, geleceğimizi Avrupa ile birlikte kurmayı düşünüyoruz” diye konuşuyor.

Cumhurbaşkanı, buna ek olarak demokrasi ve hukuk alanında yeni reformların gerçekleştirileceği yolunda taahhütlerde bulunuyor.

Bu arada, çok dikkat çeken bir adım, geçen hafta 22 Aralık tarihinde Oruç Reis gemisi için yapılan son NAVTEX bildiriminde, 15 Haziran tarihine kadar yürütülecek sismik araştırmalar için faaliyet alanının büyük ölçüde Antalya Körfezi ile sınırlı tutulmasıdır. Bu adım da Türkiye’nin en azından mart ayında yapılacak AB zirvesine kadar geçecek süre içinde Doğu Akdeniz’de gerilimin yeniden yükselmesine yol açacak bir hareketten uzak duracağına işaret ediyor.

Bu gibi açıklama ve hareketlere bakıldığında, Ankara cephesinde 2021’de AB ile ilişkilerde, bir ucu ABD’ye de uzanacak şekilde yeni bir başlangıç yapma niyeti gözleniyor.

Bu hamlelerin AB ile girilmiş olan kısır döngüyü kırmaya yetip yetmeyeceğini hep birlikte izleyeceğiz. Kuşkusuz bunun kırılabilmesi için AB’ye de düşen önemli görevler var. AB de Türkiye’ye karşı ertelediği taahhütlerini yerine getirip, ilişkilerde yeni bir iklimin belirmesine katkıda bulunacak adımlar atmalıdır. Türkiye ile AB arasında yeniden yapıcı bir diyalogun kurulması bile başlı başına bir kazanç olacaktır.

 

Yazarın Tüm Yazıları