Zira ne renkte olduğunu kendisi bile bilmiyor. Su gibi girdiği kabın şeklini alıyor ve her kalıpta kendine yer buluyor, bulabiliyor.
Bukalemun kelimesi kendisi için biçilmiş kaftandır.
Erbakan vaktiyle siyasi partileri konumlandırırken, renkleri belli olmayan, her telden çalan ve hepsinden önemlisi sağ gösterip sol vuran Adalet Partililer (Demirel ekolü) için ‘Renksiz’ ifadesini kullanırdı. Onun bu tarifi İmamoğlu’na ‘cuk’ oturuyor.
ANAP’tan geldi, AK Parti’ye göz kırptı, İYİ Parti’yle flört etti, CHP’de karar kıldı; o da şimdilik. Zira yarın ne olacağını Allah bilir!
Sahip olduğu renksizliğinin yanında iki tane daha çok büyük mahareti var ki bu hususlarda onun eline kimse su dökemez.
Bunlardan birincisi sinsiliği, yani saman altından su yürütmesi. İkincisi de şapkadan tavşan çıkarırcasına olmayan şeyleri olmuş göstermesi, yalan üzerine inşa ettiği propagandalarla algı oluşturmasıdır.
Sinsi olmasa asırlık CHP’yi 3-5 sene içinde ele geçirebilir miydi?
İmamoğlu
Seçimlerde de yüzde 48.5 oy alarak, muhalefet oyları adına rekor kırmıştı. CHP’nin oyunu yüzde 25 düşünürsek, buna yüzde 23.5 yani neredeyse kendi partisinin oyları kadar oy katabilmişti.
Kim ne derse desin, bu durum CHP ve Kılıçdaroğlu adına büyük bir başarıydı.
Kılıçdaroğlu, umulmadık bu başarıyı nasıl elde etti biliyor musunuz? Birincisi, yanına almayı düşündüğü siyasi partilerin ortak zaaflarını çok iyi okudu, değerlendirdi ve onları adeta bir gergef gibi dokudu. Diğer bir deyişle hepsini, kendi şahsi ikbali için kullandı.
Malum kale içinden fetholunur; Sayın Erdoğan’ı ve lideri olduğu AK Parti’yi çökertmenin yegâne yolu da onun içindeki ayrık otlarına sahip çıkmak, onlardaki Erdoğan düşmanlığı üzerinden yeni bir dünya kurmaktı. Erdoğan’a karşı kin, nefret, ihanet ve düşmanlık dünyası.
Bu sinsi plan için, Karamollaoğlu, Davutoğlu ve Babacan biçilmiş kaftandı. Kinim dinimdir diyen bu zevat, mahut plana dünden teşneydi.
Gözünü hırs bürüyen Kılıçdaroğlu, CHP’nin aleyhinde olacak şekilde, bol keseden milletvekilliklerini dağıttı (39 milletvekilliği).
Yüzde 2.5 oya sahip Zafer Partisi’ne ise el altından ülkeyi teslim etti.
Öküz ölüp (Seçimler kaybedilip) ortaklık bitince, tüm sözde paydaşlar çil yavrusu gibi dağıldılar.
En güçlü silahın bilgi olduğunu bilelim; unutmayalım ki, biliyorsanız üstünsünüz, elbette ki doğru bilgiyi biliyorsanız.
Benliğimizden uzaklaşıp, yabancı kültürlerin tutsağı olduk. Bunun sonucunda da sahip olduğumuz tipik özellik had bilmezlik oldu.
Birçok kişi, isimlerinin önünde Prof. unvanı olmasına rağmen, uzmanı olmadıkları sahalarda ahkam kesiyor, kesebiliyor. Üstelik yanlış bildiklerini, akademik unvanın arkasına sığınarak, doğru diye dayatıyorlar.
Tek kelime ile küstahlaşıyorlar.
Birisi çıkmış, işin doğrusunu söylüyor; Suriye devlet başkanının adının Esad değil, Esed olduğunu söylüyor. (Esad, sad harfiyle mesut, mutlu demek; Esed ise, sin harfiyle aslan demek)
Kendisini Engizisyon yargıcı zanneden Prof. müsveddesi ise, ısrarla Esad diyor ve karşısındakine, dünya düzdür, yuvarlak değil dedirtiyor. Ve ekliyor, ‘Burası Türkiye, burada böyle demek zorundasınız’ diyor, diyebiliyor. ‘Burası Türkiye, biz Türkler Esed’e Esad diyoruz’ dese, diyebilse ama nerede...
Bir diğeri, sözde fen bilimci ama görseniz, din ve tarih konularında allame; Hz. Musa’nın ve Hz. İsa’nın tarihte yaşamadıklarını ileri sürüyor.
Bu kafa, tevatür ve mütevatire de yanlış mana veriyor ve yaygınlaşmış yanlış haber diyor. Sadece bu kısmını alıyorlar, peki, yaygınlaşmış doğru habere ne diyeceğiz? Mesela bugünün çarşamba olduğu, yalan üzerine ittifakı mümkün olmayan, milyonlarca sayıda kişinin aktara geldiği doğru bilgiye ‘yaygınlaşmış yanlış bilgi’ mi (haber) diyeceğiz?
Bu nimetlerin başında akıl ve nübüvvet (Peygamberlik) gelmektedir.
Malum akıl sınırlıdır; özellikle Allah’a ve ahirete ait bilgileri bilmekten ve Allah’a yaklaştıran ibadetlerin niceliklerini ve niteliklerini bilmekten acizdir. Zira akıl, bu çeşit bilgileri ancak kendisine bildirilmekle bilir, bilebilir.
İşte Allahü teala insanların arasından en seçkinleri (Peygamberler) vasıtasıyla tüm bu bilgilerle beraber, onların dünya ve ahiret saadetlerini tanzim ve temin eden dinleri (ilahi kanunlar manzumesi) göndermiştir.
Dikkat edilirse alemde her şey bir sebeple yaratılmıştır; şu hâlde, en mükemmel varlık olan insanın başıboş, sebepsiz yaratıldığı düşünülebilir mi?
İnsanın yaratılma sebebi, Yaradan’ını bilip, O’na ibadet etmek içindir. İbn Arabi’nin ifadesiyle insan, hamdetmek için yaratılmıştır. Olgun insan, kendisine sunulan bunca nimetlerin karşısında, hamdedebilmenin acziyeti içinde olduğunu bilir. Nitekim İmam-ı Rabbani Hazretleri, ‘İnsanın yaratılmasından maksat, Allahü Tealaya karşı gönlü kırık, boynu bükük olmak ve yalvarmak içindir’ buyurur.
Cenab-ı Hak, insana ibadetleri emretmekle onu şereflendirmiş, müşerref olan insan da gerçek hüviyetine (benliğine) kavuşmuştur.
Oruç ibareti için Rabbimiz; ‘Orucun dışındaki bütün amelleri kuluma aittir. Oruç ise bana aittir ve onun ödülünü ben vereceğim. Oruç bir kalkandır. Aranızda birisi oruçlu olduğunda, kavga yapmasın ve kızmasın. Birisi kendisine sataşırsa veya kavgaya tutuşursa ‘Ben oruçlu bir insanım’ desin...’ buyurmaktadır.
Ramazan ayının bir kutsiyeti de Kur’an-ı kerimin, bu ayın en üstün gecesi olan Kadir Gecesi’nde indirilmiş olmasıdır.
Sizin bu iddialarınız karşısında iktidar mensuplarının sokağa çıkamaması ve kimselerin yüzlerine bakamaması lazım.
Halbuki tam tersi oluyor; AK Parti 22 senedir tek başına iktidarda bulunuyor ve ilk günkü heyecanından bir şey kaybetmiş değil. Yine meydanlara on binleri topluyor, yeniden umut vaadediyor ve hepsinden önemlisi milletin kahir ekseriyeti Sayın Erdoğan’a inanıyor ve güveniyor.
Eksiklik ve hatta yanlışlık varsa da bunları giderebilecek ve toplumsal refahı, yeniden sağlayabilecek kişi ve ekibi olarak yine Sayın Erdoğan’dan ve AK Parti’den başkasını görmüyorlar.
Görmüyorlar ki muhalefet ne derse desin, hangi iddiada bulunursa bulunsun, millet, Sayın Erdoğan’a ve AK Parti kadrolarına desteğini sürdürüyor; onları neredeyse çeyrek asırdır tek başlarına iktidarda tutuyor.
Muhalefet, ayağı yere basan, aklı başında muhalefet olsa bir muhasebe yapması gerekmez mi?
İnsan yahu biz nerede yanlış yapıyoruz? Halkımıza derdimizi niçin anlatamıyoruz? Bu halk bizi niye dinlemiyor? Niye millete güven veremiyoruz? Topumuz bir araya gelsek de bir Erdoğan’la baş edemiyoruz; niçin der?
Muhalefetin en büyük eksiği; muhalefetin ne olduğunu ve nasıl yapılacağını bilmemesidir, diğer bir deyişle tam tersi olarak bilmesi ve onu uygulamasıdır. Halbuki tutulan bu yol tutarlı olsa, 22 senedir bir sonuç verirdi. Vermediğine ve özellikle ana muhalefetin oylarının bir milim artmadığına göre, gidilen bu yol, yol olmasa gerektir.
Muhalefet, iktidarın her yaptığına karşı çıkmak değildir. Bu durumu şiar edinen muhalefet, iktidarın hayırlı işlerine de ‘HAYIR’ dediği için, yaptığı tutarlı muhalefet olmuyor.
Tükürün onlara alkış tutan kahpelere!
Tükürün Ehl-i Salib’in o hayasız yüzüne!
Tükürün onların asla güvenilmez sözüne!
Medeniyet denilen maskara mahluku görün.
Tükürün maskeli vicdanına asrın, tükürün!’ M. Akif
Batı medeniyeti denilen maskara mahlukun katliamlarını, akla hayale gelmedik işkencelerini ve envayi çeşit soykırım uygulamalarını, vaktiyle kendi aralarında, son yüz yılda ise özellikle İslam ülkelerine karşı dehşetle izledik ve izlemeye devam ediyoruz.
‘Demir Leydi’ unvanlı İngiliz Başbakanı Margaret Thatcher, “Bizim uygarlığımızın üzeri çok ince bir sırla kaplıdır; asla çizilmeye veya dökülmeye gelmez. Aksi halde altından tüm iğrençliğiyle vahşet, katliam ve soykırım görüntüleri çıkar!” demişti.
Batı’nın bu iğrenç yüzü dün olduğu gibi bugün de aynıdır ve tüm melanetini dünyanın muhtelif yerlerinde, herkesin gözleri önünde kusmaktadır.
İnsan, inandığı şeyi yaşamalı, aksi halde ya inancında zaafı vardır ya da inancında samimi değildir.
Ülkemizde üst üste depremler oluyor ve hepsi de büyük yıkımlara ve çok sayıda ölümlere sebep oluyor.
Japonya da tıpkı Türkiye gibi bir deprem ülkesidir. Ama gelin görün ki onlar, depremlere karşı gerekli önlemleri almışlar. Deprem konusunu anaokullarından başlayarak eğitim sistemlerindeki müfredata ders olarak koymuşlar.
Deprem dersini hem teori olarak hem de uygulamalı olarak nesillerine öğretiyorlar.
Sonuç itibarıyla, Japonya’da şiddetli deprem olmasına rağmen ne binaları yıkılıyor ne de insanları ölüyor.
Bir deprem esnasında okullardaki Japon çocuklarının nasıl disiplinli ve düzenli hareket ettiklerini takdirle ve ibretle izliyoruz. Bizde ise, böyle bir ders okutulmadığı gibi göstermelik olarak bir iki tatbikat yapılıp geçiliyor.
Ve bir deprem vukuunda elimiz ayağımıza dolaşıyor; kimse nasıl hareket edeceğini bilemiyor, paniğe kapılıp yüksekliğine bakmadan binalardan aşağıya atlıyoruz.
Deprem konusunda birbirimizi suçlamanın bir manası yoktur, zira hepimiz suçluyuz.
Yani, barut yoksa, savaş zaten baştan kaybedilmiş demektir.
Beşerî münasebetlerde de bir kişide yalan ve hatta iftira atmak varsa, o kişinin başka özelliklerini araştırmaya gerek yoktur. Zira yalan ve iftiranın olduğu yerde, iyilik, güzellik ve hayır adına hiçbir şeyden bahsetmenin imkân ve ihtimali yoktur.
Yalan varsa, çekiver kuyruğunu gitsin!
Bu hasletin (özellik) en çirkininin sergilendiği yer ise, herkesin zannettiği gibi, şahsi menfaatlerin söz konusu olduğu ticarette (alış-veriş) değil, baş olma (ego) sevdasının daniskasının yaşandığı ve on parmakta on karayla birbirlerinin karalandığı, bin bir entrikanın döndüğü siyaset arenasıdır. (Elbette ki vatanı ve milleti için siyaset yapanları tenzih ederek, bu yazılanların dışında tutuyoruz.)
Siyaset bezirganı, ‘yalandan kim ölmüş ki’ ve ‘çamur at, tutmazsa da izi kalır’ deyişlerini ilke (prensip) edinir ve bu denli yalan ve iftiralar üzerine kendi iğrenç dünyasını kurar ve bir ömür boyu bataklıkta debelenir durur.
Her malın müşterisi olduğu gibi, siyaset bezirganın da taraftarları vardır; tencere yuvarlanır kapağını bulur!
Yaşından başından utanmadan, bir CHP’liyi cumhurbaşkanı seçtirmek için yırtınan ve üstelik bunu bir Kandil günü ilan eden Karamollaoğlu belli ki tüm siyasetini Erdoğan düşmanlığı ve ona olan kini üzerine kurmuş. Kendisini haklı göstermek için de Erdoğan’ı Millî Görüş gömleğini çıkarmakla suçluyor.
Millî Görüş’ün prensiplerini bilmiyormuşuz, biz de yeni öğrendik! Millî Görüş’ün hedefi, meğer, (