Özür ama nasıl bir özür?

Gülşen’in ifade vermeyi falan bile hiç beklemeden, behemehâl yapması gereken; hakaret ederek üzdüğü insanlardan özür dilemek. Öyle bir özür olmalı ki bu, bir daha kime, hangi gruba karşı olursa olsun, kimse böyle bir şeye kalkışmamalı.

Haberin Devamı

Olay ta nisanda olmuş diyenler olabilir.
“Orkestradaki arkadaşına söylemiş, kendi aralarındaki bir şaka” diye geçiştirenler çıkabilir.
Ne fark eder, bütün salon duyuyor sarf ettiği o çirkin sözleri.
Şimdi burada bir kere daha yineleyip kimseyi tekrar tekrar incitmenin manası yok.
Gülşen’in ifade vermeyi falan bile hiç beklemeden, behemehâl yapması gereken, hakaret edip üzdüğü insanlardan özür dilemektir.
Özür ama nasıl bir özür?
◊ Hiç sağa-sola yatırmadan, eveleyip gevelemeden, çok net
ve açık bir özür...
◊ Hangi kelimeleri seçer bilemem. Ama bu özür herkes tarafından anlaşılacak kadar yalın, herkesi üzgün ve pişman olduğuna ikna edecek kadar da samimi bir özür olmalı...
◊ Öyle bir özür ki kime, hangi gruba karşı olursa olsun, bir daha kimse böyle bir şeye cesaret edememeli. Gülşen’in pişmanlığını görüp iki kere düşünmeli...
◊ Öyle bir özür ki duyan, dinleyen her kesimden herkesin yüreğine su serpilmeli...
Çünkü bu mesele sadece Gülşen’in kendisini bağlamıyor.
Bu tür toptancı anlayışlar, seni, beni, onu, herkesi... Toplumsal huzurumuzu ilgilendiriyor.
Başka biri çıkıp özel okullara, bir diğeri çıkıp tıbbiyelilere, öbürü çıkıp Harbiyelilere, beriki hariciyecilere benzer şeyler söylese... Nereye varır sonumuz?
İşin hukuki kısmı hakikaten beni ilgilendirmiyor.
Belki ceza alacak, belki almayacak; belki tazminat ödeyecek, belki ödemeyecek.
O kısım mahkemeyle Gülşen arasında. Bunlar daha sonra tartışılacak şeyler.
Beni öncelikle işin bana dokunan kısmı ilgilendiriyor:
Huzurum, huzurumuz.

Haberin Devamı

Seni anlamadım ya ben ona yanıyorum

Özür ama nasıl bir özür

Çağdaş Türk resmi çok önemli isimlerinden birini kaybetti: Adnan Çoker.
İlk ilişkimiz ortaokulda onun hakkında verilen bir dönem ödeviyle başladı. Şimdi her sabah gazeteye girdiğimde hemen karşıda asılı tablosuyla devam ediyor. Çoker, soyut-minimal çalışmalarıyla tanınıyordu.
Böyle simsiyah bir tabloda iki simetrik prizma gibi şeyler...
Ne yalan söyleyeyim ortaokulda da anlamamıştım, aradan geçen bunca yılda da. Benim resimle ilişkim hâlâ benzemiş/benzememiş düzeyinde. Bari akşam oturup biraz Adnan Çoker araştırayım.
Çünkü sanatını anlamasam da uzaktan uzağa çok severdim bu ilginç tabloları yapan adamı. Yakınlarına, sevenlerine başsağlığı dilerim.

Haberin Devamı

Tele-dolandırıcı karşısındaki ruh hali

Kendilerini polis olarak tanıtan tele-dolandırıcılara milyonlarını kaptırdılar. Aralarında anlı şanlı profesörler bulunuyor: Ünlü sosyolog Nilüfer Narlı, Prof. Ahmet Demirel, Prof. Zerrin Bayrakdar...
İşi finans uzmanlığı olan insanlar mevcut: Aysun Mercan, Ceren Ataman... Eski devlet bakanı bile var: Azimet Köylüoğlu.
Mesela Zerrin Hoca 275 binin üstüne, daha da dolandırılacakmış da... Allah’tan banka şubesinde nakit kalmamış.
Son kurban Mimarlık Vakfı Başkanı Bülend Ceylan.
Giden para 9 milyon.
Otobüs duraklarında buluşup vermiş paraları.
İki kişi hâlâ aranıyor ama neyse ki beş kişi yakalanmış.
İnanası gelmiyor insanın.
Çünkü hiçbiri kolay kandırılacak, eğitimsiz, dünyadan bihaber ya da tecrübesiz insanlar değil.
Çok geçmiş olsun, Bülend Ceylan 71 yaşında örneğin.
Hiç mi gazete okumuyorlar, hiç mi televizyon seyretmiyorlar?
Hadi medyada denk gelmediler, atladılar... Emniyetin bilgilendirme mesajları geliyor cep telefonlarına: “Kendilerini polis olarak tanıtan kişilere inanmayın!”
Dolandırıcılar karşısında o an nasıl bir ruh haline giriyor insan acaba? Aklım havsalam almıyor.
Hadi boşluğuna geldi, bir an panikleyip inandın. Demez misin “En yakın karakolda buluşalım” diye? Otobüs durağı ne? Tekrar geçmiş olsun ama olacak iş değil, olacak iş değil.

Haberin Devamı

Mutfakta bir şef mi var?

Özür ama nasıl bir özür

Cağaloğlu Hamamı’nın içindeki şef restoranı Lokanta 1741, lezzetlerini evlere servis etmeye başlamış.
Hani yılbaşında hazır hindi alıp biraz ısıtarak servis ediliyor ya, aynen öyle.
Restoranın sitesinden ya da Yemek Sepeti’nden seçiyorsunuz, menüdeki mezelerden ana yemeklere kadar birçok seçenek kutulara konuyor, sıcak yemeklerse önden pişirilip, sadece ısıtılmak üzere paketleniyor:
Vişneli yaprak sarma, kuzu tandır, dana kaburga, kaya levreği, Karadeniz somonu, füme hamsi...
Sanki mutfakta restoranın ünlü şefi Durukan Özgen varmış gibi. Peki “Bunları ben pişirdim” diye misafirlerini trollemeye kalkan çıkar mı?
Bence kesin çıkar.

Yazarın Tüm Yazıları