Fazla protein ömrü kısaltır mı?

Aşırı protein yükü altında kaldığımızda bedenimizde işler tıkırında gitmiyor. Böbreğimiz, damar sistemimiz, asit-baz dengemiz, kemiklerimiz bu yükten şikayet ediyor. Asit yükümüz artıyor, kemiklerimiz koflaşmaya, damarlarımız sertleşip daralmaya, eklemlerimiz yıpranıp böbreklerimiz zorlanmaya başlıyor.

Haberin Devamı

Proteinler vazgeçilmez birer yapıtaşı. Her bedende, her yaşta, her hücrede onlara ihtiyaç var.
İhtiyacımız oranında ve düzenli olarak bedenimize protein kazandırmak zorundayız. Ancak pek çok araştırma son yılların popüler beslenme trendi “protein yükleme”lerinin ömür süresini kısaltabileceğini gösteriyor.
Kısacası, aşırı protein yükü altında kaldığımızda bedenimizde işler tıkırında gitmiyor. Böbreğimiz, damar sistemimiz, asit-baz dengemiz, kemiklerimiz bu yükten şikayet etmeye başlıyor. Asit yükümüz artıyor, kemiklerimiz koflaşmaya, damarlarımız sertleşip daralmaya, eklemlerimiz yıpranıp böbreklerimiz zorlanmaya başlıyor.
Daha çok ve sık hastalanmaya, daha hızlı yaşlanmaya başlıyoruz. Kilo koruma derdine düşünce de aynı sorunlar devreye giriyor.
Protein diyetlerine güvenilerek verilen kilolar, kısa bir süre sonra fazlasıyla geri alınıyor. ABD’de yapılan bir çalışma günlük enerji ihtiyacının yüzde 50-55’ini karbonhidratlardan kazananların, “daha az karbonhidrat daha fazla protein” tüketenlerden daha uzun ömürlü olduklarını gösterdi.
Bu kişilerin enerjilerinin yüzde 30 ve daha azını karbonhidratlardan alanlardan 4 yıl daha fazla yaşadıkları görüldü. Yaşlandıkça bitkisel protein kaynaklarına (bakliyat, kuruyemiş) yönelip, hayvansal proteinleri (kırmızı et, tavuk, süt ürünleri) sınırlamakta fayda var. 
Proteinde –tıpkı yağ ve karbonhidratlarda olduğu gibi- “kabul edilebilir” limitler içinde kalıp ihtiyaç durumunda bu limitlerin maksimum veya minimumunu zorlamak lazım diye düşünüyorum. Bilmeniz gereken, günlük protein ihtiyacınızın her bir kilonuz için 1 gram civarında olması gerektiği.
Minimum rakamları kilo başına yarım gramdan, maksimum rakamları ise kilo başına 2 gramdan fazla değiştirmeyin.

Haberin Devamı

Su içerek güzelleşmek mümkün mü?

İpeksi, nemli, pürüzsüz, ışıl ışıl bir cilde sahip olmayı herkes istiyor. Ama ne yazık ki bu her yaş için mümkün olabilecek bir hedef gibi de görünmüyor.
Cildimiz de zamanın yıpratıcı etkisinden nasibini alıp yaş ilerledikçe pörsümeye, kırışmaya, sarkmaya başlıyor. Peki, hiç olmazsa bu kötü gidişi yavaşlatmak mümkün mü? Muhtemelen evet!
Özellikle güneşin yıpratıcı etkilerinden, sigaranın toksik zararlarından, kalitesiz kremlerin zehirleyici temaslarından yeterince koruyabildiğiniz, vitaminlerle (özellikle E ve C vitamini), minerallerle (özellikle çinko), antioksidanlarla (öncelikle alfa lipoik asit, CoQ10, likopen ve kateşinler) akıllıca beslediğiniz takdirde cildiniz uzun süre, gençlikteki kadar olmasa bile sağlıklı kalabilir.
Peki ya her gün düzenli su içmek, hatta biraz fazla su içerek cildi nemli ve genç tutmak mümkün mü?
Genel görüş düzenli su içmenin cildi nemlendirdiği ve desteklediği yönünde olsa da farklı sonuçlar da var. Örneğin İsrail’de Hebrew Üniversitesi’nde yapılan bir çalışmada uzun süre su tüketmenin derinin nem tutma oranını azalttığını gösteren bulgulara ulaşılmış.
Sadece aşırı su içerek güzelleşmek mümkün değil.
Su içmek söz konusu olduğunda da yine fazlasından ve azından kaçınmak, makul bir çizgiyi tutturmak en
doğru olanı.

Haberin Devamı

Konsantrasyonumuz neden azalıyor?

Konsantrasyon güçlüğü, son yıllarda eskisinden daha sık karşılaştığımız sorunlardan biri. Akla doğal olarak önce “hasta mıyım?” veya “vücudumda bir şeyler mi eksik?” soruları geliyor. Oysa sorun genelde “eksiklerimiz”den değil, “basit yanlışlarımız” ve ruhsal ya da bedensel “fazlalıklarımız”dan da kaynaklanabiliyor.
Öğün atlamak, kahvaltı yapmayı unutmak en yaygın konsantrasyon katillerinden biridir. Açsanız şekeriniz düşer, hipoglisemiye girersiniz, beyniniz biricik yakıtından mahrum hale gelir. Uykusuzluk da iyi bilinen bir konsantrasyon düşmanı. Hele bir de horlamanız veya uyku apneniz varsa işiniz daha da zor.
Stres de güçlü konsantrasyon katillerinden biri. Aşırı endişe, kafa karışıklığı ile birlikte olduğunda konsantrasyonunuzun canına okuyabilir. Sık kullanılan bazı ilaçlar da konsantrasyon bozukluğu yapabilir. Bazı antidepresanlar, betablokerler, kolesterol hapları, hatta ağrı kesiciler konsantrasyonu olumsuz yönde etkileyebiliyor. Cep telefonunuz susmuyor, e-mail’lerinizin ardı arkası kesilmiyorsa siz de en etkili konsantrasyon katili ile karşı karşıya olabilirsiniz.
Bu ikiliye “sosyal medya” sorununu da eklemekte fayda var. Sosyal medyada turlama sayısı arttıkça odaklanma sorunu büyüyor.
Belli bir zaman diliminin içine ne kadar iş sıkıştırırsanız bunlardan birine konsantre olma çabanız o oranda aksar. Odaklanma güçlüğü kapınızı çalmak üzere olan bir depresyonun ilk habercisi de olabilir, aman dikkatli olun.

Yazarın Tüm Yazıları