Unuta unuta atıyorum buluta

Doğruya doğru, uzun süredir baştan sona dinlediğim bir Türkçe pop albümü olmamıştı.

Haberin Devamı

Keza albüm de azdı. Ortalık single kaynıyordu.
Hande Yener’in Carpe Diem albümünü ise baştan sona dinledim, yetmedi bazı şarkıları gün içinde tekrar tekrar dinlemek geldi içimden.
Bunun birkaç nedeni var:
Albümün kendi içinde bir bütünlüğe sahip olması.
O bütünlükteki en büyük paya sahip kişi ise albümdeki bazı şarkılarda besteci olarak imzası bulunan, aynı zamanda 8 şarkının aranjesini üstlenen Misha.
Onun bakış açısı sayesinde albüm başka bir seviyeye taşınmış kendiliğinden.
Bu da kıymetli: Son tahlilde şarkılara nasıl bir elbise dikileceğine karar verenler aslında aranjörler. Belli ki terziliği konusunda özgür bırakılmış Misha.
HER GÜN DÖNÜŞTÜĞÜN BİR BAŞKASI VAR
Gelelim albümdeki üç favori şarkıma...
İlki, Aşk Sandım.
Müziğinde tatlı bir 80’ler havası, The Weeknd’in sound sularında yüzmece hakim.
Berksan’ın yazdığı sözlerdeki melankoli de enfes.
“Yerim, bitiririm, ateşinden beterim” gibi aşırı coşkulu ve hayatın gerçekleriyle ilgisi olmayan Türkçe poplardan sonra Aşk Sandım’ın sözleri ilaç gibi:
“Her gün her gün dönüştüğün bir başkası var, geceyi bölüştüğüm”.
İkinci favori şarkım, iCloud göndermeli Bulut.
Onun da sözlerinde dozunda bir melankoli var:
“Birinin en sessiz yalnızlığında, duruyoruz iki alışmış kalabalık, en son sen anlarsın ya öyle, aklıma gelenlerin son kavgasında”.
Ve üçüncü şarkım: Aşk Elinde.
Ama bir dördüncü var ki, o da gizli hit, “Melekler ve Şeytanlar”.
TAMAMEN KURTULMUŞ
Sözün özü:
Hande Yener yer yer ve bile isteye tipik Türkçe pop sularına gömüldüğü (en kötü misal: Kışkış) günlerinden gecelerinden, yine yeniden tamamen kurtulmuş, sıyrılmış görünüyor bu 20. yılını kutladığı şahane albümle.
Ona da bu yakışırdı deyip mırıldanalım hep beraber:
“Unuta unuta atıyorum buluta
Adeta bir meta, kıymet hissiyatında”.

Özgü Namal ve acısı

Kariyerinin zirvesi lafı çok klişe biliyorum ama Özge Namal tam da öyle bir zamanda alıp başını Köyceğiz’e gitmiş, pat diye sistemin dışına çıkmış, orada eşi Serdar Oral ve çocuklarıyla mis bir hayat kurmuştu.
Şimdi bize göre alıp başını gitmek olan ve uzaktan mis gibi görünen belki Özgü Namal’a göre “artık olması gerekendi” ya da öyle çok misler gibi de değildi, bunu hiç bilemeyiz.
Çünkü olaylara doğal olarak kendi tarafımızdan bakıyoruz.
Mesela güneyde yaşayan bir arkadaşım arada bir İstanbul’a geliyor.
Bu şehirde hâlâ nasıl yaşayabildiğimizi anlamıyor.
Sonra biz onun yanına gidiyoruz.
İki gün sonra sıkıntıdan patlayınca, onun orada -hele kışları- nasıl yaşayabildiğini hiç mi hiç çözemiyoruz...
Şimdilerde çözülmeye çalışılan bir başka şey de Özgü Namal’ın eşinin ani vefatı üzerinden şehirli tarafımızdan aklımıza düşen o mesele:
“Yoksa güneyde sağlıklı bir yaşam bile yetmiyor mu?”
Doğrusu hayli trajik bir acının ikinci saniyesinde bunu düşünmek çok doğru gelmiyor.
Yapabileceğimiz belki de en iyi şey, Özgü Namal’ı çok taze olan acısıyla baş başa
bırakmak.

Yazarın Tüm Yazıları