Önemli dış politika gelişmeleri

Türkiye’nin iki Batı ülkesi ile ilişkileri geçen hafta mercek altındaydı. Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerde çok yönlü sorunlar hala devam ediyor. Ancak iki ülke arasında diplomasinin çalıştığı ve sorunların çözümüne gayret gösterildiği anlaşılıyor. Ankara’nın Türkiye-ABD ilişkilerinin gerçek “müttefiklik” düzeyine getirilmesini ve iki ülke arasındaki “stratejik ortaklığın” yeniden işletilmesini istediği, bu yönde çalıştığı ve gayret gösterdiği görülüyor.

Haberin Devamı

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başkan Trump Birleşmiş Milletler Genel Kurul salonu bekleme bölgesinde karşılaştılar, el sıkışarak “ayaküstü” konuştular. Ancak, New York’ta iki ülke Devlet Başkanları arasında kapsamlı bir görüşme gerçekleşmedi. Böyle bir görüşme için önemli bir fırsat Ekim ayı sonunda Arjantin’de ortaya çıkacak. 30 Ekim-1 Kasım tarihlerinde G-20 Zirvesi, örgütün bu yılki dönem başkanı Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te yapılacak. G-20 üyesi 19 ülkenin liderleri ile Avrupa Birliği yetkililerinin bu Zirve sebebiyle Buenos Aires’te olmaları ve G-20 Zirvesi marjında önemli ikili ve çok taraflı görüşmeler gerçekleştirmeleri bekleniyor.

30 Ekim tarihine kadar Türkiye-ABD arasındaki sorunlarda ilerleme sağlanması, Türkiye ve ABD Devlet Başkanlarının Buenos Aires’te bir görüşme yapmalarını ve bu görüşmenin “yapıcı” ve “sonuç” getirici olmasını sağlayabilir. Münbiç’te, daha önce varılan mutabakat çevresinde, Türkiye-ABD ortak askeri devriyelerinin bu ay içinde başlaması iki ülke arasında olumlu bir havanın yaratılmasına yardımcı olabilecektir. Münbiç mutabakatının tümüyle hayata geçirilmesinin Suriye bağlamında Ankara-Vaşington işbirliğinin yeniden başlaması için zorunlu olduğu açıktır.

Haberin Devamı

Suriye’de ABD’nin PYD/YPG ile devam eden işbirliğinin Ankara’yı özellikle rahatsız ettiği açıktır. Menbiç mutabakatının PYD/YPG’nin kontrolü altında bulunan Suriye topraklarının tamamına (Fırat Nehrinin doğusuna) teşmili Ankara-Vaşington arasındaki “güven” ortamının yeniden oluşturulması çalışmalarına önemli bir katkı yapabilecektir. Bu yönde başlatılan ve Menbiç Mutabakatına varılmasını sağlayan Türkiye-ABD görüşmelerin yeniden başlaması önemli bir gelişme olacaktır.

Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerdeki “sorunlar” ve “belirsizlik” devam etmekte, bu “zor dönemin” atlatılması için iki tarafın da “gayret” göstermesine ve “diplomasiye” şans tanımasına gerek duyulmaktadır. Ankara’nın Trump Yönetimi ile ilişkilerinde yaşadığı zorlukların sürmesine karşılık, Türkiye’nin diğer önemli bir Batı ülkesiyle ilişkilerinin “doğru yöne” çevrilmesi konusunda geçen hafta ciddi adımlar atılmaya devam edilmiştir.

Haberin Devamı

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen hafta içinde Almanya’ya gerçekleştirdiği resmi ziyaretin ve Başbakan Merkel ile yaptığı görüşmelerin “iyi” geçmesi, hem Türkiye-Almanya, hem de Türkiye-AB ilişkilerinde “olumlu” gelişmeler beklentisini arttırmıştır. Cumhurbaşkanının ziyaretinden sonra Türkiye-Almanya ilişkilerinde “yeni bir sayfa” açılması imkanının ortaya çıktığı, “gerçekçi” olunması halinde Türkiye-AB ilişkilerinde de ilerleme sağlanabileceği işaret edilen hususlardır.

Almanya’nın Türkiye için önemi çok açıktır. Almanya Türkiye’nin en büyük ekonomik ortağıdır. İki ülke arasındaki ticaret hacminin 35 milyar dolara çıktığı, Türkiye’deki Alman doğrudan yatırımlarının büyüdüğü, Türkiye’yi ziyaret eden Alman turist sayısının eski seviyesine gelmekte olduğu izlenmektedir. Almanya’da yaşayan Türkiye asıllı nüfusun sorunlarının halledilmesi Berlin’in aktif katkısını gerektirmektedir. Türkiye’nin AB ile ilişkilerdeki “olumlu” gelişmelerin yolunun da Berlin’den geçtiğine şüphe yoktur.

Haberin Devamı

Almanya’nın Ermeni yasa tasarısını geçirmesiyle başlayan ve arka arkaya gelen gelişmelerle kötüleşen Ankara-Berlin ilişkilerinde, “bozulmanın” durdurulması ve ilişkilerin tekrar “doğru yöne” çevrilmesi Türkiye’nin olduğu kadar Almanya’nın da lehinedir.

Her şeyden önce Almanya’nın, Trump Vaşington’da iktidara geldikten sonra hızlanan, Trans-Atlantik ilişkilerindeki gerginlik ve çatlamalardan büyük ölçüde tedirgin olduğunu, Berlin’de Avrupa’nın savunulmasının ABD olmadan nasıl sağlanabileceği hususunun ciddi bir şekilde düşünüldüğünü gösteren işaretler artmaktadır. Bu durumun Almanya için zaten ciddi ekonomik bir ortak olan Türkiye’nin “siyasi” ve “jeopolitik” önemini daha da büyüttüğü açıktır.

Haberin Devamı

Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un kısa bir süre önce Avrupa’nın savunmasını için artık ABD’ye güvenemeyeceği ve bu çerçevede Rusya ve Türkiye’yle olan ilişkilere bakılması gerektiği hususunu vurgulaması tesadüfi değildir. Bu görüşün Berlin’de de aynen paylaşıldığına şüphe bulunmamaktadır.

Berlin’in, ekonomik olduğu kadar siyasi alanda büyüyen Türkiye-Rusya ilişkilerini de çok yakından izlediği muhakkaktır. ABD’nin Irak’tan sonra Suriye’de yaptığı hatalar sonucunda, Ankara’nın Rusya ile işbirliğini arttırmak zorunda kalmasının Berlin’in dikkatinden kaçması imkansızdır. Trump Yönetiminin baskıları sonucu Türkiye’nin daha da fazla Rusya’ya yanaşmasının Berlin’deki tedirginliği arttıracağı açıktır.

Haberin Devamı

Suriye sorunu ve Orta Doğu’daki krizlerin, Almanya açısından Türkiye’nin önemini daha da arttırdığı izlenmektedir. Orta Doğu’dan Avrupa’ya sığınmacı akımının durdurulması için Türkiye’nin işbirliği büyük önem taşımaktadır. Berlin sığınmacı konusunun Avrupa’da yarattığı krizi ve bölünmeleri ve Türkiye ile yapılan Sığınmacı Anlaşmasının önemini görmektedir. Almanya’nın, bunun da ötesinde, Türkiye’nin Suriye sorununun çözümü ve Suriye’ye istikrar getirilmesi konusundaki rolünü de değerlendirdiğini düşünmek gerekmektedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya ziyareti sırasında Ekim ayı ortasında İstanbul’da Rusya, Almanya, Fransa ve Türkiye’nin katılacağı bir Suriye Zirvesi yapılacağı açıklanmıştır. Bu zirvenin hazırlık toplantısı esasen bu dört ülkenin dış politika yetkilileri arasında geçen ay içinde İstanbul’da gerçekleştirilmiştir. Rusya Cumhurbaşkanı Putin, Fransa Cumhurbaşkanı Macron ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Almanya Başbakanı Merkel’in bir araya gelerek Suriye’yi ele almalarının Suriye’deki siyasi çözüm gayretlerine katkısı önemli olabilecektir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Almanya ziyaretinden hemen sonra Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu Fransa’ya geçerek Fransız meslektaşı Jean-Yves Le Drian ile başta Suriye olmak üzere uluslararası ve ikili konuları görüşmüştür. İstanbul Zirvesinin iyi hazırlanması, bu önemli toplantının Suriye’deki siyasi çözüme ve Suriye Anayasa Komitesi çalışmalarının başlamasına katkısını arttırabilecektir.

İstanbul’daki Zirve’de ABD’nin bulunmaması dikkat çekicidir. ABD’nin Suriye sorununun çözümü için Mısır, Ürdün, Suudi Arabistan’ı Fransa, İngiltere ve ABD ile bir araya getiren “küçük” bir grup kurma gibi hatalarından artık vazgeçmesi gerekmektedir. Rusya ve Türkiye olmadan Suriye sorununun çözülemeyeceğinin Vaşington tarafından da “gayet iyi” bilinmesi gerekti düşünüldüğünde, ABD’nin bu “küçük grup” gibi girişimleriyle ne yapmak istediği doğal olarak birçok soru işaretini ortaya çıkartmaktadır.

Geçen hafta dış politika konusunda Türkiye kadar AB, NATO ve Rusya’yı da yakından ilgilendiren bir gelişme de Makedonya’da yaşanmıştır. Yunanistan ile Makedonya arasında imzalanan ve Makedonya’nın ismini “Kuzey Makedonya Cumhuriyeti” olarak değiştiren anlaşma halk oylamasına konulmuştur. Makedonya’da yapılan referanduma katılım oranı çok düşük düzeyde kalmış, seçmenin sadece %36 kadarı oylamaya katılmıştır.

Referandumda %90’nın biraz üzerinde olumlu oy kullanılmasına rağmen, referandumun geçerli olması için katılım oranının %50’nın üzerinde olması gerektiğinden oylama geçersiz sayılmaktadır. Muhalefet referandumu boykot çağrısının başarılı olduğunu ve Makedon halkının Yunanistan’la yapılan anlaşmayı reddettiğini savunmaktadır.

Halk oylamasının geçersiz olmasına karşılık Makedonya Başbakanı Zoran Zaev “isim” anlaşmasını yine de Makedonya Parlamentosuna götüreceğini ve anlaşmayı burada onaylatmayı istediğini açıklamıştır. Zaev bu kararına referanduma katılanların %90’ının anlaşmaya “olumlu” oy vermesini neden olarak göstermiştir. Makedonya ana muhalefet partisi lideri Hristijan Mickoski ise Parlamentoda oylamaya karşı çıkmıştır.

Makedonya toplumunun isim anlaşması konusunda ciddi bir şekilde bölündüğü açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Cumhurbaşkanı Gjorge Ivanov da “isim” anlaşmasına karşı çıkmakta, Başbakan Zaev’in Yunanistan’a aşırı derecede taviz verdiğini, ülkenin isminin “Makedonya Cumhuriyeti” olarak kalması gerektiğini belirtmektedir. Başbakan Zaev’in Parlamentoda da sonuç alamaması halinde erken genel seçimlere gideceği anlaşılmaktadır.

Makedonya’nın “isim” anlaşmasını onaylamak ve Makedonya Anayasasını değiştirerek ülkenin ismini “Kuzey Makedonya Cumhuriyeti” olarak kabul etmek için sene sonuna kadar vakti bulunmaktadır. Anlaşmaya göre gerekli Anayasal değişiklikler Makedonya’da tamamlandıktan sonra, “isim” anlaşmasının bu kez Yunanistan Parlamentosunda ele alınması ve onaylanması gerekmektedir.

Yunanistan’da da “isim” anlaşmasına ciddi bir tepki bulunmakta, Çipras hükümetinin küçük ortağı “Bağımsız Yunanlar” Partisi Başkanı (ve Savunma Bakanı) Panos Kammenos anlaşmaya karşı çıkan sağcı muhalefet içinde yer almaktadır. Bununla beraber Başbakan Çipras (Makedonya kendi üzerine düşenleri yaparsa) “isim” anlaşmasını muhalefetinde yardımıyla Parlamento’dan geçirebileceğini düşünmektedir.

Makedonya’da (ve Yunanistan’da) büyük bölünmelere yol açan bu anlaşmanın arka planında Avrupa Birliği ile Fransa ve Almanya’nın bulunduğu bilinmektedir. Nitekim Makedonya’daki referandumda halka “isim anlaşmasını onaylayarak ülkenin NATO ve AB üyeliğinin önünü açmak” isteyip istemedikleri sorulmuştur.

Fransa ve Almanya, Balkanlarda Rusya’nın önünü kesmek amacıyla Balkan ülkelerinin tamamını NATO’ya üye yapmak istemekte, öte yandan AB’ye henüz üye alınmayan Balkan ülkelerinin bir şekilde ekonomik olarak AB’ye bağlanması için gayret göstermektedir. Yunanistan ise isim sorunu sebebiyle 2008 yılından beri Makedonya’nın NATO üyeliğini ve AB ile ilişkilerini engellemektedir. NATO ve AB’nin Balkanlardaki faaliyetlerinin Moskova tarafından çok yakından izlendiğine şüphe yoktur.

 

Yazarın Tüm Yazıları