Picasso tükürdüğü zaman…

 “…Son haftalarda, (artan bir sıklık ve yoğunlukla) gün geçmiyor ki, sosyal medyada, ‘Eskişehir’ hakkında bir övgü paylaşılmasın…

Haberin Devamı

 

Gidip-gelenler, farklı farklı yönleriyle kenti ballandıra ballandıra anlatmasın… Hayret uyandırmakla birlikte, İzmir’in “aksak usulündeki” yerel medyası bile, bloglarına varıncaya kadar, bu heyecana iştirak ediyor. Çünkü Eskişehir, sosyal demokrat (?!) yelpazede, İzmir’in keyfini kaçıran bir “kuma…”

 

“Methiye”lerin sonuncusunu, sevgili dost Nedim Atilla paylaştı. Yazısının sonunda (özetle)diyor ki; “…Başarılı bir başkan olmak nedir, her türlü olumsuzluğa rağmen, çalışmak-durmadan çalışmak nedir, yerinde görmek gerekir. Çünkü ben ne kadar anlatsam, az kalır. Şu kadarını söyleyeyim: Aziz yurdumda, İstanbul dışında bir kentte, müzeye giriş kuyruğu gördüm ben... /…Yineliyorum; Büyük düşünenlerin hedefleri vardır, dar görüşlülerin ise sadece istekleri ! Türkiye’de Eskişehir var diye mutluyum; Eski bir şehir, yepyeni bir hayat çünkü…”

 

Haberin Devamı

Bugün, ben de bu kervana katılacağım. “Kuma”nın , “sanat performansı”ndan küçük bir kesit paylaşacağım. Ülkemizin, “ilk ve tek Üniversite Tiyatrosu” olan Tiyatro Anadolu, 25. yılını kutluyor.  Geçen hafta, Amerikalı yazar ve yönetmen Neil LABUTE’nin “Şeylerin Şekli” adlı oyunu ile açtılar perdelerini. Sîmten DEMİRKOL’un çevirisiyle Ozan KARAAHMET’in yönettiği “sert” oyunda; “Sîmten DEMİRKOL, Ozak ÇOLAK, Kübra AKKAYA ve Berk KIRLAK’ı, soluksuz  izledik. Yönetmen, şöyle diyor “kitapçık”ta:

 

“…Herkesin aynı olmaya zorlandığı, güzellik, çekicilik ve normallik kavramlarının medya ve çevre aracılığıyla dikte edildiği bir dünyada, elbette sanat yapmak çok güç. Sanatı ve sanatçıyı tereddütte bırakan her durumda suçlanabilecek çok kişi ve şey var. Bununla birlikte, ‘Sizin düşünceleriniz farklı olabilir. Farklılık iyidir. Harikadır. Hattâ hayatîdir’ diyen yazar, oyunda bir sanatçının eseri için yaptığı fedakârlıklardan fazlasını ele almış. ‘Sanatı yaratanlar kadar tüketenlere de bir ayna tutmak istemiş’. Ve bu bitmeyecek tartışmada, farklı fikirleri karşı karşıya getirmekten de geri durmamış.

 

Haberin Devamı

Neil Labute’nin hikâyede de anlattığı gibi, ‘Picasso tükürdüğü zaman heykel yaptım demedi. Aradaki farkı biliyordu. Onu Picasso yapan şey de buydu. Ve eğer yanılıyorsam, yani böyle kendi nevrozlarını alıp insanların önüne atmak sanatsa, en azından bir bedeli olduğunu anlaman gerekiyor. Senin CNN’deki iki dakikanın bedelini birileri ödüyor. Bunu anlamıyorsan, bu kadarını bile göremiyorsan… Bebeklerden abajur yapıp sanat diyenlerden şu kadarcık uzaktasın…”

 

Yönetmen’in, yazardan alıntıladığı paragraf içinde, çok çarpıcı bir cümle var ki, İzmir’le Eskişehir arasındaki farkı “net”liyor adetâ. İzmir, giderek, “yaratmıyor” olmakla kalmayıp, “tüketmiyor” olmaya da soyunuyor. Ülkemizin, “ilk ve tek Üniversite Tiyatrosu” olan Tiyatro Anadolu, 25. yılını kutlarken,   İzmir bu 25 yılı,  “Şehir Tiyatrosu’nu açsak mı açmasak mı ?” onu tartışarak geçirdi. Neyimize yetmez ?

 

Haberin Devamı

Yerel politika, “sanatı tüketmeyenler”in elindeyse,

“sanatı yaratmayanlar”ın yadırganmaması da, (giderek) hazin bir yazgıya dönüşür.

Bundan daha da kötüsü, “sanatı yaratanların yadırganmaya başlanması fazı”dır ki,

rahmetli Anneannem bu vakitlerde,

“ört üstümü öleyim…” derdi.

 

“Şeylerin şekli”ne ve her dem, “yaratanlar”a selâm olsun…

Yazarın Tüm Yazıları