“Muhafazakârlar”a, İzmir’den “muhafazakâr” bir sitem!

“Muhafaza”, Arapça “hıfz” kökünden türetilmiştir; “koruma, saklama,” gibi anlamlara gelir.

Haberin Devamı

“Muhafazakârlar”a, İzmir’den “muhafazakâr” bir sitem

“Kâr” ise Farsça bir edattır ve (iş, kazanç anlamı ile ilişkilendirilmeden) isimlere eklenerek “işi yapan, o işin sahibi” anlamını verir. Bunlar birleşince huy değiştirir ve tanımı hayli karmaşık, “muhafazakâr” sıfatını yaratırlar ki, “değişiklik istemeyen, olageleni bırakmama taraflısı” muhafazakâr, aslında bu haliyle, “koruyan, saklayan, bekçi” anlamındaki “muhafız” kelimesinden de uzağa düşmelidir. Sündürülen “muhafazakâr terkibi”, din dışı literatürde (siyasî, kültürel, felsefî, örf, âdet, hatta ekonomik) “korumacı” anlamıyla öne çıkarılırken, dinî literatürde; “dinî amel ve işlere muhabbet eden, gelişmeleri ve yenilikleri abartılı bir ihtiyatla benimseyen, millî ve manevî değerlerin sosyal değişim sürecinde imha edilmemesi”ni vurgulayan kesimi tarifler. Bir başka bakış açısıyla, “gerici, tutucu ve kapalı” yaklaşım ve nitelemeleri anlatır. Bu son görüşün karşısında ise, “maziyi ve mazideki tutum ve davranışları, ekonomik, siyasî ve kültürel unsurları olduğu gibi muhafaza etmek düşüncesi değil, bir takım manevî değerleri ve toplumun sosyal ve siyasal misyonunu çağın icaplarına ve şartlarına göre ıslah ve ihyâ etme fikir ve idealidir” düşüncesi mevzilenir. Öte yandan, sağ kanat bir siyasi ideoloji olarak vitrinlense de, “kazanımları korumak” gözlüğünden bakıldığında muhafazakârlık, sürecin içinde yuvarlanırken herkesin paçasını kaptırabileceği bir rüzgârdır. Örneğin, Sovyetler Birliği’ndeki Stalin rejimine karşı olan “Troçkistler”, devrim sahiplerini, rejimi muhafazakârlaşmakla suçlamışlardır. Son tahlilde, “statükocu” gibi göreli etiketlerle de pazarlandığı olur. Değerli okuyucuyla, “kusursuz” bir tanım üzerinde uzlaşamayacağımızı bilmeme rağmen, bu ayrıntılara, yazının muhatabını netleştirmek için katlandığımızı hatırlatmak isterim.

Haberin Devamı

“Muhafazakârlar”a, İzmir’den “muhafazakâr” bir sitem

Haberin Devamı

 Bu bir siyaset yazısı değil! Son Ankara – İzmir seyahatimde, biraz da “eksik kalmış ritüelin can havliyle”, İzmir Mavi Treni’nde yazıldı bu satırlar... Bakın neden yazıldı? Ankara Garı, hem fikren hem de mimarî olarak Cumhuriyetin anıt yapılarından biridir. Aslında, kendisinden daha eski olan Haydarpaşa ile de ciddi benzerlikler vardır arasında. Gözden kaçırmış olabilirsiniz meselâ; Nâzım’ın, 1938’de, “Gülden güzel kokan Arnavutköy çileği/ve asma yaprağına sarılı barbunya ızgarasıyla gelir / Haydarpaşa Garı’nın büfesinde bahar. Buna rağmen / Hasan Şevket / rakıyı bir tek dilim beyaz peynirle içiyordu / ve saat / on sekizi otuz sekiz geçiyordu...” diyerek gelişini tasvir ettiği mevsim, Ankara’da, “paçanga böreği” ile açılır, denk gelirse “hamsi tava” ile sürerdi. Ama Ankara Garı’nın (Gazi’nin) Lokantası’nda da, “hâtıraya hürmeten”, “rakıyı bir tek dilim beyaz peynirle” içen müdavimler bulunurdu. Şimdi kocaman bir tabelâ asmışlar kapısına, “Çorba bulunur / Lokantamız alkolsüzdür...” Çorbamı içerken, “neden?” diye sordum. Pek konuşmak istemediler. “Mukavele bitti, tâlip çıkmadı, zaten ‘kâr’ etmiyordu, kendisi işletecek...” gibi uyduruk yanıtlar verildi. Ardından “Yataklı Tren”e bindim. “Yemekli Vagon açıldı mı?” soruma aldığım yanıt ise daha da ilginçti; “Yemekli Vagon kaldırıldı” dediler. Ortalıkta dolaşan bir ilân çarptı gözüme: “Lezzetimize lezzet katmak için kısa bir mola / kalitemizi artırmak için yemekli vagon hizmetlerini yeniden yapılandırıyoruz...” yazıyordu. Kondüktör dayanamadı, “alkolü kaldıracaklar, bütün mesele o Hocam” dedi. “Mesele”, alkol değil dedim. Ona söylemediklerimi burada yazıyorum.

 

Haberin Devamı

İlk bakışta, “Osmanlı’nın Haydarpaşa”sını, “Cumhuriyet’in Ankara Garı”na karşı zannedebilirsiniz. Oysa, iki garın da sürüklenmek istedikleri kader ve son, her şeyi açıklıyor. Çünkü “anlattığım garabeti akleden muhafazakâr”, “Osmanlı Şerbeti”ni de bilmiyor. Bu mütevazı satırların yazarı bile, “bir şerbet kitabına önsöz yazacak kadar” büyük resmin içinden konuşuyor oysa... Peki, mesele nedir? Aklımın erdiği kadarıyla anlatayım: Uygarlık, insan eliyle yaratılan küçük ayrıntılardan oluşur... Mesele, güzele ya taraf ya da karşı olmaktan ibarettir. Güç, bilgi ve estetik birbirini tamamlar. Onun için Gar Lokantası, “yemekhâne”, Yataklı Vagon da “yatakhâne” değildir. Herhangi bir rekreasyon alanının Atatürk Orman Çiftliği, sıradan bir AVM’nin mahalle bakkalımız olamadığı gibi... Hattâ, Çetin Altan’ın “Üçüncü Mevki” isimli ilk kitabındaki tasvirler de dahil olmak üzere, uzak - yakın kültür mirasımızdır bunlar.

 

Haberin Devamı

Topyekûn kasabalı olmaya razı olmakla, kentlilik bilinci arasındaki tercihin köşeli halinden söz ediyorum. “Muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkmak”, vatandaşının, bekleme salonunda, soğanlı lahmacun yediği bankta, gazete kâğıdına sarılıp uyumak zorunda kalmaması, camide başkasının ayak bastığı yere yüz sürmemesi için, “incelmektir” çünkü...

 

Hikâyenin başlarına, yıllar öncesine dönelim... Her şey “andezit taşı”yla yapılmış bir şaheseri, “abdesthane mermeri” ile restore ederek başladı. Ankara Garı’ndaki pirinç ve ahşabı, alüminyum ve pleksiglasa çevirmekle baş verdi bu hoyratlık. Zaten eleştirdiğimiz, bu özensizliktir zaten. Edhem Eldem’in son kitabından öğreniyoruz ki, meselâ, Osman Hamdi Bey’in, 1870’lerde, günlük tutmak için defter aldığı, Viyana’nın merkezindeki büyük kırtasiyeci “Ostheimer” açık hâlâ... Adamın treni senden hızlı ama, Yemekli Vagonu kaldırmıyor. Yaptığın şey, Pera Müzesi’nden “Kaplumbağalı Terbiyecisi”ni kaldırmak gibi bir şey. “Bir şeyi korumuyorsan, koruyamıyorsan, ona sahip olmayı da hak etmiyorsun” derler. Adı “muhafazakâr”; ama tam olarak neyi muhafaza edeceği ile ilgili bir bilgisi ve fikri yok. Bilinmeyen, üstünde çalışılmamış öğrenilmemiş şeyin nesini muhafaza edeceksin? Hâl böyle olunca, muhafazakârlığın ironik tarihi, güzel memleketimde, “muhafazakârlar ikiye ayrılır. Bazıları sadece muhafaza, bazıları da kâr eder” cümlesiyle hatırlanacak korkarım.
Bu köşede “küfür” edemeyeceğim için, başlıkta “sitem”le yetindiğim anlaşılmıştır her halde!

Yazarın Tüm Yazıları