Şükrün ve hüznün ayı: Muharrem

Hicri takvime göre muharrem ayının ilk günü, yeni yılın da ilk günüdür.

Haberin Devamı

Dün (1 Muharrem 1442) olduğu gibi... İslam öncesinde Araplarda kutsallık atfedilen muharrem ayında savaşmak yasaktı. Nitekim bu ayın ismi “haram” kelimesinden gelir. Arapların muharremin 10. gününde (aşura/aşure) oruç tuttuğu olurdu. Hz. Peygamber de ramazan orucu farz oluncaya dek bu günde oruç tutmuş, sonrasında da dileyenlerin muharrem ayında oruç tutabileceğini belirtmiştir. İslam âlimlerince “sünnet” olarak kabul edilen aşure orucunun çok eskilere dayandığı düşünülür. Bu ayda Hz. Nuh ve gemisindekilerin tufandan kurtulup karaya çıktığı, bu nedenle oruç tutulduğuna inanılır. Keza Hz. Musa’nın kavmiyle birlikte firavunun zulmünden kurtulması, bir diğer oruç vesilesidir. Yani muharrem orucu, çekilen büyük sıkıntılardan sonra feraha erişmenin şükrü, teşekkürüdür.

Haberin Devamı

*

Şükrün ve hüznün ayı: Muharrem

10 Muharrem 61’de (10 Ekim 680) yaşanan Kerbela faciası ile muharrem ayı farklı bir anlam kazanmıştır. Katliamın nedeni, siyasi olaylardır. Emevî halifesi Muaviye b. Ebi Sûfyan’ın hilafeti oğluna devredip saltanat düzeni kurması, pek çok kişinin tepki duyduğu bir karardı. Hz. Peygamber’in torunu Hz. Ali ve Hz. Fatıma’nın oğlu Hz. Hüseyin de bu emrivakiye karşı çıkarak yeni halife Yezid’e biat etmeyi reddetti. Yezid’in hükümranlığından uzaklaşıp, destek vaadiyle davet edildiği Kûfe (Irak) şehrine gitmek üzere ailesiyle yola çıktı. Ancak Kerbela yakınlarında binlerce asker tarafından kuşatılıp susuz bırakıldılar. Ardından kundaktaki bebekler dahil olmak üzere kafiledeki 70 kadar insan acımasızca şehit edildi. Bu elem olay, Emevî idaresine karşı çıkan topluluklarda olduğu kadar, Hz. Peygamber’in hatırasına gönülden bağlı olanlarda da “kapanmayan bir yara” halini aldı.

*

Kerbela faciası, Müslümanlık tarihinde bir kırılma noktası olmuştur. Hz. Hüseyin’e verdikleri söze uymayıp onu Kerbela’da ölüme terk etmekten suçluluk duyan beş bin kadar Kûfeli, Tevvabîn (Tövbekârlar) hareketini başlattı. Emevîlere isyan öncesinde Kerbela’ya gidip Hz. Hüseyin’in şehit edildiği yerde gözyaşı döktüler. İşte bu olay, Şiiler için mezhep aidiyetinin en önemli unsurlarından olan matem/taziye geleneğinin başlangıcı sayılır.

Haberin Devamı


MUHARREM ORUCU

Şükrün ve hüznün ayı: Muharrem


Muharrem orucu İslam öncesine uzanan bir gelenek olmakla birlikte, Kerbela faciası ile bağlantılı olarak -özellikle Türklerde- ayrı bir önem taşımıştır. Alevi-Bektaşi geleneğinde muharrem ayının ilk 10 veya 12 gününde, Hz. Hüseyin’in ve Kerbela şehitlerinin çektiği acılara hürmeten oruç tutulur. Bu günlerde kutlama ve eğlence düzenlenmez, hayvan kesilmez, susuzluk su içmek yerine sulu gıdalarla giderilir. Geceleri ağıtlar, mersiyeler okunur. Türk-Osmanlı edebiyatı ve müziğinde bu eserlere “muharremiyye” adı verilmiştir: “Dila geldi yine eyyam-ı matem/Bu ruz-ı bivefada olma hurrem/Heman hasretle kan ağla demadem/Muharremdür meded ey dil Muharrem”.

Haberin Devamı



ŞÜKRÜN EN TATLI HALİ: AŞURE

Şükrün ve hüznün ayı: Muharrem


Muharrem, Alevi-Bektaşi geleneğinde sadece acı hatıraların değil, kurtuluşun da ayıdır. Çünkü Hz. Hüseyin’in genç oğlu İmam Zeynelabidin’in ve bazı aile üyelerinin Kerbela’da hayatta kalması, şükür vesilesidir. Hz. Nuh’un yakınlarıyla, Hz .Musa’nın kavmiyle birlikte kurtulması gibi Hz. Peygamber’in ailesinin, yani “Ehl-i Beyt”in yok olmaktan kurtulması sevinçle karşılanır. İşte bu noktada -Alevi, Bektaşi, Sünni- tüm Anadolu-Balkan Müslümanlığı, “aşure pişirme” geleneğinde buluşur. Aşurenin başlangıcı Nuh Peygamber’in gemisinin karaya ulaşmasına dayandırılır. Kurtuluş sevinciyle gemideki malzemeler birleştirerek hazırlanan tatlıya “selamet çorbası”, “tatlı keşkek” gibi isimler yakıştırılmıştır. Abdülaziz Bey (ö.1918) aşureyi “bir nevi tatlı, yemişli bir çorba” olarak tarif eder. Osmanlı sarayından dergâhlara, dağ köylerine hemen her yerde aşure pişirilirken Hz. Peygamber’e, Hz. Hüseyin başta olmak üzere Ehl-i Beyt’e salavat getirilir, bazen de Yasin veya Mülk sureleri okunurdu. Kazanda pişen aşurenin ilk tabağı bereket getirsin diye hanede yenir, sonrasında konu komşuya, fakir fukaraya dağıtılırdı. Halk, her muharrem ayında sarayda ve konaklarda pişirilen aşurenin dağıtılmasını heyecanla beklerdi. İstanbul’da kapı kapı dolaşıp mersiyeler okuyarak sadaka veya aşure malzemesi toplayanlaraysa “goygoycu” adı verilirdi. Goygoycular, sık sık Yunus Emre’nin “Dolap niçin inilersin” nakaratlı ilahisini okurlardı: “Beni bir dağda buldular/Kolum kanadım kırdılar/Dolaba layık gördüler/Anın için inilerim.

 

Yazarın Tüm Yazıları