İpek Durkal

Taraflı Taraf

12 Şubat 2011
Defne Joy Foster’ın öldüğü evin sahibi Taraf Gazetesi’nin yazıişleri müdürü. Babası da aynı gazetenin genel yayın yönetmeni. Taraf gazetesi bu ölümde kesin astımdan taraf. Onu anladık da bu kadar da taraf olunur mu, onu bir türlü anlamadık! 2 Şubat Çarşamba sabahından beri herkes Defne Joy Foster’ın ani ölümünü konuşuyor. Dolayısıyla isimsiz bir komşu ya da olayın kahramanlarından birinin arkadaşı bile olsa konuyla ilgili sarf edilen tek cümle gazetelerde sayfa sayfa yer buluyor.
Bütün haber kanalları, gazeteciler olay yaşandığından beri, Defne Joy’un öldüğü evin sahibi, gazeteci Ahmet Altan’ın oğlu Kerem Altan’ın peşinde.
Babasının genel yayın yönetmenliğini yaptığı Taraf Gazetesi’nin Yazıişleri Müdürü Kerem Altan ise polise verdiği ifadenin dışında bugüne kadar kimseye tek kelime etmedi. Düşündüm ki kendi gazetesi varken, reytinginin çok yüksek olacağı belli bu konuşmayı tabii ki bir başka yayına-yayıma yapmaz.
Birkaç gün bekledim kendi gazetesine röportaj verecek mi diye; yok...
Birkaç gün daha bekledim kendi gazetesinde bu ölümle ilgili gelişmeler, Adli Tıp Kurumu’nun yaptığı, “Biz hiçbir ön rapor vermedik. Kesin ölüm sebebinin belirlenmesi için bir buçuk aya ihtiyacımız var” açıklaması yayınlanacak mı diye, o da yok!

İLK BELİRLEMEYİ KİM BELİRLEDİ

Taraf Gazetesi Türkiye’nin gündemine oturan bu haberi 3 Şubat günü ‘Yok Böyle Acı’ başlığıyla birinci sayfadan verdi. Uyuşturucu ve alkolün başını çektiği ölüm iddialarını yalanlamak için de büyük puntolarla “İlk belirlemelere göre ölüm nedeni astım krizi” diye verdi ki ortada böyle bir belirleme yok, sadece iddia var. En fazla polis tutanağı... “Taksim’de eğlence dönüşü arkadaşının Caddebostan’daki evine giden...” diye başlayan haber beşinci sayfanın göbeğinde devam etti ve Kerem Altan’ın adı burada sadece bir kez geçti. Ancak burada da kaynağı belirsiz bir açıklama vardı. Her haliyle taraf olarak, diyordu ki Taraf, “Kronik astım hastalığına bağlı solunum yetmezliği olduğu açıklandı!”
Ahmet Altan da aynı gün ‘Korkunç bir sabah’ başlıklı bir yazı yazdı. Defne’nin astım krizinde öldüğünden emin, olayın oğlunun evinde yaşanmış olmasındansa habersiz gibi.
4 Şubat’ta da aynı gazetede Defne Joy’un cenaze haberi vardı. Haber, ‘Ön otopsi çıktı’ ara başlığıyla verilmiş. Defne Joy’un vücudunda ‘Ölüme sebebiyet verecek darp, cebir, iğne izi, morluk’ gibi belirtilere rastlanmadığının altı çizile çizile... Defne’nin ailesine ve özellikle de eşine sabır dileye dileye...
Ve 7 Şubat Pazartesi günü, herkes Defne Joy’u ve ortaya atılan iddiaları konuşmaya devam ederken, Taraf bu kez de ‘Nedir bu astım dedikleri’ başlığıyla bir kez daha geçirdi Defne’nin ismini sayfalarında. TV sayfasında ‘Bizim Doktorlar’ programını anonsladı ve Defne Joy Foster’ın ölümünün ardından gündeme gelen astım hastalığı hakkında merak edilen sorulara uzmanların cevap vereceğini yazdı. Defne’nin doktoru astım hastalığının Defne için ölümcül olmadığını açıklamışken... Adli Tıp Kurumu ön otopsi diye bir şeyin olmadığını, kesin sonucun bir buçuk aydan önce çıkmayacağını söylemişken...
Taraf bu ölümde kesin astımdan taraf onu anladık da, bu kadar da taraf olunur mu onu bir türlü anlamadık!

Eee camide buluşalım?

Yıllar önce Bodrum’da gittiğim bir restoranda mönü istemiş ve Fincesi bile olan mönünün Türkçesinin olmadığını öğrendiğimde restoranı terk etmiştim. Çünkü garsonun özrü kabahatinden büyüktü. Türkçe mönüye ihtiyaçları yokmuş, müşteriler turistmiş...
Geçen hafta Bağdat Caddesi’nde bir arkadaşımla buluşacağım. Semt konusunda anlaşamayınca, tam olarak nerede olduğumu sordu. Ne söylesem bilemedim... Etrafımdaki tabelalara bakarsam Türkiye’de olmadım kesin çünkü!
İngilizce, İtalyanca, Fransızca, Japonca, Çince filan bilmiyorsan çıkma sokağa ya da sus otur evinde. Çünkü ağzından öyle bir kelime çıkar ki sen bile toplayamazsın onu!
Dilimi döndürüp de asla ismini telaffuz edemeyeceğim ve söylemeye çalışsam bile karşımdakinin ne söylemeye çalıştığımı asla anlamayacağı onlarca mağaza, restoran, dondurmacı, kahveci vs. arasında çırpınıp dururken tanıdık ve söylerken hata yapma riski sıfır olan tek bir yer geldi aklıma.
“Erenköy’de ışıkların dibinde Galip Bey Camii var, sen onun önüne gel” dedim. Kendimden son derece emin adımlarla da buluşma yeri olan camiye doğru yürüdüm...

NBR CNM KUŞAĞI

Hafta başında gazetelerde Karaman Belediye Başkanı Kamil Uğurlu’nun açıklamalarını okuyunca derin bir ‘oh’ çektim. Belediye Meclisi’nin kararıyla tescilli markalar dışında bundan sonra ismi Türkçe olmayan hiçbir işyerine ruhsat vermeyeceklermiş. Türk alfabesindeki 29 harf içinde yer almayan harflerle Türk dilinin temel kurallarına aykırı sözcüklerin kullanılmaması için çaba sarf edeceklermiş. Mevcut işyerlerindeki Türkçe olmayan isim ve tabelaların Türkçe kelime ve isimlerle değiştirilmesine özendireceklermiş...
30 yaş üstü çok iyi bilir ki, yabancı isim kullananları özenti bulur dalga geçerdik eskiden. Nereden nereye geldik... Türkçe konuşan ülkeler tarafından geçen yıl, ‘Türk dünyasının dil ve kültür başkenti’ ilan edilen Karaman’ı ve belediye başkanını sonuna kadar destekliyorum. Bu kararın diğer belediyelere de örnek olmasını gönülden diliyorum. Çünkü ben hala ‘nbr cnm’ kuşağıyla da bir gün aynı dili konuşabilmeyi umut ediyorum...
Yazının Devamını Oku

Hoşçakal Rejans

5 Şubat 2011
Beyoğlu’nun tarihi simgesi Rejans arkasında bir mektup bırakarak kapattı kapılarını

Geçen hafta gelen mektup kişiye özeldi ve diyordu ki, “Bir teşekkür etmek istedik...” Altında Rejans’ın işletmecisi Erdal Sezener’in imzası olan mektupta özetle şunlar yazıyordu: “Rejans’ın ‘yerinde güzel’ olduğunu biliyoruz. Bunun için de onu var etmek için çok çaba harcadık. Ama bazen ne yapsanız olmuyor. Artık Rejans’ta biriktirdiğimiz anıları, belleğimizin en derininde, gittiğimiz her yere taşıma zamanı. Ancak İstanbul ve özellikle Beyoğlu bir değerini daha yitirecek. Tarihi değerlerimizi yaşatmayı başaramıyoruz, hiç değilse kazandığımız dostlukları yaşatalım istiyoruz. Bir dostumuz olduğuna inanarak, yeni sularda yeniden karşılaşacağımızı umuyoruz.”

Beyoğlu’nun 80 yıllık mekanı Rejans geçtiğimiz günlerde kapılarını kapattı. Atatürk’ün İstanbul buluşmalarına ev sahipliği yapan, Agahta Christie’den İbrahim Çallı’ya sanatın her dalının en önemli isimlerini ağırlayan restoran, 1976’daki büyük yangına da, terör korkusuyla ıssız kalan gecelere de direndi de bir tek, mal sahibinin baskısına direnemedi...Mal sahibi Mithat Müdüroğlu defalarca dava açtı Rejans’ın tahliyesi için ve sonunda kazandı...
80 yıllık mekanın tarihe tanıklık eden eşyaları bir depoda şimdi...
İşletmeci Sezener şu günlerde harıl harıl Beyoğlu’nda yer bakıyor ama Nişantaşı ve Etiler gibi İstanbul’un gözde semtlerinde de uygun bir mekan bulursa kiralayacak.
Yeni mekanla birlikte dekorasyonu da yenileyeceklermiş. Üzüldüm.
Her ne kadar “Mekanı güzelleştiren insanlardır” deseler de ben mekanlara insan bedeni gibi bakarım. O ruhu taşıyan o bedendir.
O ruh, o bedende güzeldir.

Yazının Devamını Oku

Ve Kurtlar Filistin’e indi

29 Ocak 2011
‘Kurtlar Vadisi Filistin’ dün vizyona girdi. Rambo tek başına Afganistan’la başa çıkıyor da Polat Alemdar İsrail’in hakkından gelemez mi? Senaryo aşamasından beri çok konuşulan ‘Kurtlar Vadisi Filistin’ dün Türkiye’de ve 80 civarı ülkede vizyona girdi. Mavi Marmara baskınında ölenlere atfedilen film için geçen hafta bir ön gösterim yapıldı. Davetliler de ‘Kurtlar’ havasına girmiş olacak ki, etraf siyah takım elbiseli adamdan geçilmiyordu.
Film hakkında yorum yapacak değilim. Konunun uzmanlarına bırakıyorum. Ben sadece filmi izlerken aklıma takılanları sordum, yanıtlarını aldım. Mesela, filmde herkes Türkçe konuşuyor. Çünkü ‘Kurtlar Vadisi Irak’ta dört farklı dil kullanılmış ve altyazı verilmiş ama izleyici bundan pek memnun kalmamış.
Bitmek bilmez çatışma sahnelerinde kullanılan binlerce mermi ve bomba gerçek değil. Özel efekt uzmanı Mark Meddings ve ekibi tarafından hazırlanmış.
Taş atan çocukların karşısında silahları görmek insanın canını yakıyor...
Filmin bazı yerlerinde “Şimdi bu nasıl oldu!” dedirten sahneler de var tabii ama o kadar kusur kadı kızında da oluyor. Hangi Hollywood filminde “Orayı da siz bulun” tarzında senaryo boşluğu yok ki...
Rambo tek başına Afganistan’la başa çıkıyor da Polat Alemdar İsrail’in hakkından gelemez mi...

Almedia’nın transfer detaylarını açıklıyorum!

Beşiktaş, Türkiye tarihinde bir ilki gerçekleştirerek, yabancı fon finansmanıyla müthiş bir transfer yaptı. Real Madrid’in de aralarında olduğu pek çok dünya devinin transfer listesindeki 26 yaşındaki Portekizli Hugo Almeida’yı aldı. SPK, fonun yapısı ve finansman modeli hakkında gerekli bilgi verilmediği için inceleme başlattı. Bu gizemli transferin tüm detaylarını öğrendim:
* İşin arkasında, futbolcu transferine odaklı yatırım modeli geliştiren İrlanda merkezli bir yatırım fonu var. Bu yatırım modelinde, transfer yapacak kulübe kaynak sağlayıp karşılığında da kulüple anlaşma yapılıyor. Transfer edilecek futbolcularda da, gelişme potansiyeli olması, 22-28 yaşları arasında bulunması ve ileride satışından ciddi gelir elde edilebilmesi gibi kriterler aranıyor.
* Hugo Almeida’nın transferi için Werder Bremen tarafından talep edilen iki milyon Euro, söz konusu fon tarafından Beşiktaş’a verildi. Yapılan anlaşma uyarınca, menajerlik ücretleri ve oyuncunun alacağı ücretin Beşiktaş tarafından karşılanması kararlaştırıldı.
* Beşiktaş ile Almeida arasında yapılan sözleşmenin süresi üç yıl. Bu süre bitmeden Hugo Almeida’nın başka bir kulübe satışı gerçekleşmezse, Beşiktaş fon tarafından verilen iki milyon Euro’yu, yıllık yüzde 10 faiziyle birlikte geri ödeyecek. Yani üç yılın sonunda, 2 milyon 600 bin Euro karşılığında, Beşiktaş ile fon arasında Almeida’nın transferi nedeniyle hiçbir yükümlülük kalmayacak.
* Bu süre zarfında ünlü futbolcu bir başka kulübe satılırsa ana paranın üzerinde kalan bedelin yüzde 45’i fona, kalan yüzde 55’i Beşiktaş’a gidecek. Böylece her iki taraf da kazanacak.
Tam bir (win-win) kazan-kazan modeli olan bu sistemi Türkiye’de ilk kez Beşiktaş, Almedia için kullandı. Böylece nakit ödeme yaparak hem ünlü futbolcuyu değerinin altında bir paraya transfer etti hem de diğer kulüplerin önünü açtı. Almedia’yaysa tıpkı hafta içi Trabzonspor maçında olduğu gibi sadece ‘gol atmak’ kaldı...

Erol Büyükburç kıvamında bir Cem Özer

Ay, önüm arkam sağım solum Cem Özer! Hangi kanalı açsam karşımda o! Hangi gazeteye, dergiye baksam ‘eziğim, kaybedenler kulübünün üyesiyim’ diye bağıran açıklamaları...
En son Instyle Dergisi’nden Buket Baydar’a konuşmuş ve yine mazlum kontenjanından puan toplayıp, aşkı beceremediğini anlatmış. Yıllardır aynı terane. Hangi kadınla olsa boy boy aşk röportajları, hangi kadından ayrılsa yine boy boy ‘ben bu işi beceremedim’ safsataları... Zaman zaman da, üstü örtülen skandalları.
Kadınlardaysa tam tersi, bir sus pus hali...
Özer bir dönem büyük bir TV yıldızıydı doğru ama bir dönem herkes bir şeyin yıldızıydı zaten.
Erol Büyükburç gerçek bir stardı hatırlatırım, şimdi “Uzaylılar spermlerimi çaldı” açıklamaları yapıyor.
Birkaç yıl sonra Cem Özer de artık aşklarını, ayrılıklarını ve kadınları anlatamayacağına göre; kendisine yeni malzemeler bulacak; eyvah!
Yazının Devamını Oku

Bu Twitter gerçekten cıvıttı

22 Ocak 2011
Geçen hafta Twitter dünyasında tweet’lerin konusu belliydi: Adnan Polat ve protestocu avı. Atılan tweet’lere o kadar çok güldüm ki, sizleri de güldüreyim istedim. Bu arada “Twitter cıvıtır” diyen Cemil Çiçek ve herkesi fişleyen Adnan Polat’tan da tırsmadım değil...

Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek doğru söylemiş, bu Twitter gerçekten cıvıttı.

Ali Sami Yen Spor Kompleksi Türk Telekom Arena’nın (Bu ne yahu, Kızılderili adı gibi; yazarken yoruldum) açılışında yaşanan Başbakan protestosunun ve Adnan Polat’ın “Protestocuları tek tek bulacağız” açıklamalarının ardından Twitter’da günlerce mavra döndü. Ben de bu hafta zekalarıyla şapka çıkarttıran bu ‘cıvıtık’ tweet ahalisinin konuya dair tweet’lerini derledim. Adnan Polat onları da tespit ettirir diye isimleri yazmadım ama ne olur ne olmaz...

TARAFTAR AMPULLERİ ÇIKMADAN SÖNDÜRDÜ

* Adnan Polat: “Caroline’e o... diyen Galatasaraylıların IP numaraları elimizde, bir daha diziyi izleyemeyecekler...”

* Cem Yılmaz reklamda, “Çıkarken ampulleri söndürmeyi unutmayın” dedi. Taraftar çıkmadan söndürdü. Açılışta tek sorun buydu sanırım...

* Adnan Polat’ın “300 kişi” dediği grubu ihbar etmesini destekliyorum. Ben de evimde protesto etmiştim, teslim oluyorum.

* Adnan Polat’a göre Başbakan’ı yuhalayan sadece 50-100 kişilik grupmuş. Cem Yılmaz açıklama yapmış: “Stadın akustiği iyi dedik de, b... çıkarma Başkan!”

* Başkan Adnan Polat; 5 bin koltuk kapasiteli ‘Nankörler Tribünü’ kombinelerinin büyük ilgi görmesini beklediklerini açıkladı...

Yazının Devamını Oku

Tunus’ta sarışın olmak

15 Ocak 2011
Geçen hafta, henüz Tunus karışmamışken bu muhteşem ülkedeydim. Bence tüm sarı saçlı kadınlar hayatlarının bir döneminde ‘Tunus Terapisi’ almalı

Saçınızın sarısı boya da olsa fark etmez... Şarışın bir kadının hele de Türk’se kendisini ‘Miss Globe’ hissetmesi için Tunus’ta iki gün geçirmesi yeterli!
Baştan başlayayım; geçen hafta küçük bir grup Tunus’a gittik. Henüz ülkede protestolar şiddetlenmemiş, sokağa çıkma yasağı uygulanmaya başlamamıştı...
Havalimanından çıkar çıkmaz, yüzümüze vuran yasemin kokulu ılık havanın yarattığı mutluluk sarhoşluğu eşliğinde taksi kuyruğuna girdik. İki ayrı taksi sırası var. Biri beyaz, üzerinde turistik yazıyor, diğeri sarı taksi. Beyazlar yepyeni, sarılar oto sanayiden hurdaya çıkmak için gün sayıyor... Sarıya bindik, adresi verdik. Meraklı ama bir o kadar da endişeli gözlerle etrafı incelemeye başladık. (Çünkü trafikte kural diye bir şey yok. Çarpışan arabalara binmiş gibiyiz...) Dikiz aynasını arkadaki iki sarı saçlı kadını aynı anda görebileceği gibi ayarlayan ve Türk olduğumuzu öğrenince Murat Alemdar (Polat Alemdar’ın oradaki adı), Recep Tayyip Erdoğan ve Kıvanç Tatlıtuğ’u sorup, sevinç çığlıkları atan şoförümüzün aynı coşkun duygular içinde bir anda taksiyi durdurup inmemizi istemesini de hiç yadırgamadık.
Namaza gidecekmiş...
Bir başka taksiyle devam ettiğimiz Tunus gezimizin en eğlenceli kısımlarından biri, yeni taksi şoförümüzün de sarı saçlarımıza büyük ilgi göstermesi oldu. Elindeki, en az bir haftadır yıkanmadığı her halinden belli olan çay bardağı içindeki kahvesini paylaşmak istemesi gerçekten gururumuzu okşadı.
Oturduğumuz bir kafede Ajda Pekkan’ın ‘Yan’ şarkısına eşlik etme fırsatını yakalamamızla katlanan neşemiz, şehrin ana caddelerinden birinde yaptığımız yürüyüşle iyice arttı. Özetle, şu ahir ömrümüzde bir kez podyuma çıkmanın zevkine vardık. Asla taciz etmeyen ama beğeniyle bakan onlarca göz özgüvene tavan yaptırıyormuş!
Şehir sade, belki fakir ama duygular, kalpler çok zengin...

UMRUMDA MI KİLO

Yazının Devamını Oku

Başbakan’ın önünü kesti köyün hayatı değişti

8 Ocak 2011
Başbakan’ın geçen ay Siirt’te bir gecekonduda verdiği ev, iş, yol, altyapı gibi tüm sözler bir ay dolmadan hayata geçti. Başbakan’ın yolunu kesen Şilan Kezer’e tüm köy halkı minettar Siirt’in Aktaş Köyü’nde oturuyordu Şilan (15). Okulu bırakalı yıllar olmuştu. Tek odalı evlerinde annesi ve diğer dört kardeşiyle birlikte yaşıyordu. Eşyaları, mutfakları, yiyecekleri, giyecekleri yoktu. Tek geçim kaynakları Mardin’de inşaat bekçiliği yapan babasının maaşıydı.
Köyde hayat zordu. Maddi durumu iyi olanların Batı’ya göç ettiği fakirlikle boğuşan Aktaş Köyü’nde daha da zordu çünkü ne yolları ne altyapıları ne de suları vardı...
Bir sabah Şilan duydu ki Başbakan Recep Tayyip Erdoğan köylerine yakın bir yoldan geçecek. Köydeki kadınlarla birlikte yola çıktılar. Başbakan’a, köylerinden geçen suyun kendi şebekelerine bağlanmamasını şikayet edeceklerdi. Yağmur altında saatler süren bekleyişten sonra Başbakan’ın konvoyu göründü.
Başbakan ve beraberindeki eylemin sebebini anlamaya çalışırken Şilan güvenliklerin yanına kadar yaklaştı. Başbakan, yağmurdan sırılsıklam olan bu genç kızı yanına çağırtı. Neden yağmur altında bekleyip ıslandığını, hasta olacağını söyledi. Şilan da bir çırpıda anlatıverdi köyünün sorunlarını. Başbakan, Şilan’a nerede oturduğunu sordu ve dönüşte evlerine uğrayıp çay içeceğini söyleyerek yoluna devam etti.
Akşam saatlerinde Şilan Kezer ve ailesinin tek göz gecekondusuna Başbakan, eşi, kızı, bakanlar, milletvekilleri oturmuş çay içiyordu.

TEK ŞARTI OKUL

Başbakan, Şilan’a söz verdi. Köyün tüm eksiklerini karşılayacaktı. Ayrıca Şilan ve ailesinin oturacağı bir evin yapımına hemen başlanacaktı. Elektrik borçları da silinecekti. Ama tüm bunlar için Şilan’dan tek bir isteği vardı; Şilan yarım bıraktığı okuluna devam edecekti...
Bu olay 12 Aralık’ta yaşandı. Gazeteler, ‘Siirtli aileye sihirli değnek değdi’, ‘Başbakan Şilan’a söz verdi, ev yaptıracak’ diye yazdılar. Bir zaman sonra da ‘Başbakan Şilan’ı telefonla arayıp hatırını sordu’ diye okudum bir yerde?
Verilen vaatlerin havada kalmasına alışmışız ya, önce Aktaş Köyü’nün muhtarını aradım, “Başbakan söz verdi ama verilen sözler havada kaldı” diyeceğinden emin olarak?
Köy muhtarı Mehmet Can Kezer demesin mi,“Ablacım, kapalı şebeke suyundan kanalizasyon sorunumuza kadar her şey için çalışmalar başladı. Yol için ihale açıldı. Yol, köyün dışından geçecekti biz içinden geçsin istedik. Şimdi yeni proje çiziliyor. Yağış var diye çalışmalar yavaş ilerliyor ama inşallah mayıs ayına hepsi bitecek. Yıllardır vardı bu sorunlar kimse ilgilenmemişti. Sayın Başbakan hem talimatları verdi hem de takipçisi oldu. Hatta geçen gece Şilan’ı arayıp bilgi aldı.”
Şilan’ın evinde de bayram havası var. Nasıl olmasın ki! Her sabah kalkıp gecekondularının karışında inşaatı devam eden yeni evlerine bakıyorlar. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı, kıyafetten ev eşyasına tüm ihtiyaçlarını karşılamış. Mardin’de çalışan baba, Siirt Karayolları’nda işe başladı. Ve Şilan da Başbakan’a verdiği sözü tutup okula geri döndü?

ALO ŞİLAN, BEN BAŞBAKAN

Üstelik geçen hafta bir gece yarısı Başbakan tarafından cep telefonundan bizzat arandı. Şilan, heyecandan ve mutluluktan tir tir titrese de 45 dakikalık sohbet boyunca hem okuluyla hem de köyde yapılanlarla ilgili Başbakan’a bilgi verdi. Hiç kapatmak istemedi o telefonu?
Şilan’ın annesinin şu sözleri her şeyi özetliyor herhalde: “Her sabah kalkar kalkmaz birbirimize soruyoruz, yaşadıklarımız rüya mıydı acaba diye. Sihirli değnek mi değdi talih kuşu mu kondu bilemedik...”

Artık Ne Duamsın Ne de Bedduam

15 -16 yıldır tanırım Işın Karaca’yı. Öyle, sanatçı-gazeteci ilişkisi değil bizimki. Arkadaşız. Ama Işın Karaca ile ilgili bir haber yapılacağında Işın’ı değil, basın danışmanı Emre Duymaz’ı ararım. Dengemiz sağlamdır yani...
Hafta içi gazetelerde bir haber: Işın Karaca, sevgilisi Sedat Doğan’ın kendisini modacı Ezra Çetin (Gerçek adı Esra’dır, Ezra adını kullanma sebebini bilmiyorum, pek bir havalı modacı ismi oluyor herhalde) ile aldattığını öğrenip, Ezra’nın ofisini basmış...
Işın ile Sedat’ın çok kısa bir süre önce Amerika’da tatil yaptıklarını hatta Işın’ın beni arayıp, alacağı bir şeyle ilgili fikir sorduğunu bildiğim için pek inanmadım bu habere. Ayrıca Işın böyle zamanlarda ofis basacak değil, adamın hayatından basıp gidecek kadınlardan...
Yine de Emre’yi aradım. “Bugün bütün gazeteciler arıyor ama Işın Hanım konuşmayacak” dedi. Bunu duyduktan sonra Işın’ı aramak olmaz ama ortak tanıdıklarımız ne güne duruyor?
Hemen bu olayın tüm detaylarını bilecek birini aradım ve olayın içyüzünü öğrendim:
Işın aldatıldığını öğrenmiş doğru ve tabii ki hemen her erkek gibi Sedat da bunu inkar etmiş. Hatta modacı Ezra da Işın’ı aramış... (Böyle de rahatız yani!) Işın, Ezra ile konuştuktan sonra Sedat inkar kısmını bitirip direkt af dileme faslına geçmiş...
Işın’ın şu günlerde kafası çok karışıkmış.
Eminim kalbi de öyledir...
Eğer geçmiş yıllardaki radyo programcılığımı sürdürüyor olsaydım bu yazının sonunda Işın’ın tüm duygularını özetleyen şu anonsu yapardım: “Işın Karaca’nın son albümünde seslendirdiği ‘Artık Ne Duamsın Ne de Bedduam’ tüm aldatılan kadınlardan aldatan ve kaybeden erkeklere gitsin...”
Yazının Devamını Oku

Please hold the line ile çok havalıyız ama yine aynı kafadayız

1 Ocak 2011
Mehmet Akif Ersoy’un ölüm yıldönümünü ve mezar yerini metrobüslerdeki ekrandan halka duyuran İBB Toplu Ulaşım Müdürlüğü bu uygulamayı başka kimler için yapmış diye öğrenmek istedim; aradığım kişiye bir türlü ulaşamadım... Hayatım boyunca en nefret ettiğim iş, devlet dairelerinin özellikle de hastanelerin santrallerini aramak zorunda kalmak olmuştur. Ya oradan oraya top gibi atılırım, ya dahili numarayı bilmediğim için azarlanırım ya da cümlem ağzımda yarım kalmışken ‘hat kesilir!’
Geçen hafta bindiğim metrobüste bilgi ekranına takıldı gözüm. Daha önce sadece hatlarla ilgili anonsların yapıldığı ekranda bu kez şöyle bir ibare gördüm: “Milli Şairimiz Mehmet Akif Ersoy’un 74. ölüm yıldönümü. Mezarı Edirnekapı Şehitliği’ndedir.”
Edirnekapı durağına da yaklaşıyorduk. Biraz bekledim arkasından da, “Bu durakta inip şu yolu takip ederek gidebilirsiniz” filan yazacak mı diye ama yazmadı...
Aklıma takıldı, belediyeyi bir arayayım da öğreneyim, daha önce ne bileyim belki 10 Kasım’da filan da böyle bir uygulama yapıldı mı diye...
İBB’nin toplu ulaşım müdürlüğünün (212) 453 78 78 no’lu telefonunu aradım. “Ruhsat için 1’i, yol belgeleri için 2’yi, diğer birimler için 3’ü, dilek ve şikayetleriniz için 4’ü tuşlayın” diyor. 3’e baktım benlik bir şey yok, eh madem bunlardan hiçbiri benim aradığım yer değil, en kolayı, dilek ve şikayet bölümünden telefonu açan kişiye akıl sorarım diye 4’ü tuşladım. Bir sessizlik...
Hadi bir daha tuşla, yine sessizlik...
Belediye dilek ve şikayetleri servis dışı bırakmış herhalde diye, bu kez internet üzerinden bulduğum bütün metrobüs, belediye, toplu ulaşım telefonlarını tuşlamaya başladım. Yaklaşık iki saatlik kendi kendime yaptığım telefon trafiğiyle bir sonucu varamayacağımı ve derdimi telefona çıkan herkese defalarca anlattıktan sonra ve bir süre sonra aynı kişilerle yeniden konuşmaya başladığımı fark edince ciddi bir kısır döngü içinde olduğumu anladım.

O ANONS HALA ORADA MI!

İlk kez pes etmedim...
Klasik bir devlet dairesi mantığı işte...
Herkes bu konuda bir başkasının yetkili olduğunu söylüyor ancak o bir başkasının kim olduğu bir ortaya çıkmıyor!
Bağlandığım telefonlar açılmıyor, açılsa da bu konuda kimse bir şey bilmiyor...
Telefonu açan kişi iyi niyetle mi başından savmak için mi bilmem, beni bir başkasını aramam ve ondan bilgi almam gerektiğine bir şekilde ikna ediyor...
Ben her ‘o başkası’nı aradığımda da kulağımda ‘please hold the line-please hold the line’ sesi yankılanıyor.
Ancak bu işler maalesef operatörü İngilizce yapmakla olmuyor.
‘Please hold the line’la çok havalıyız ama vatandaş artık hatta kalmak değil devlet dairesinde kendine bir muhatap bulmak istiyor...
İngilizce ‘hatta kalın’ sesini duydukça devlet dairelerine iyice yabancılaşıyor...
Bu arada bir görevli insafa geliyor da bana ‘bildiği kadarıyla’ durumu açıklıyor: “Yeni bir uygulama. Mehmet Akif Ersoy ile başladık ama o anons hala orada hala duruyor mu? Hımmm, dün kaldırılmış olması gerekiyordu. Ben bir uyarayım arkadaşları...”

Oya Germen çok gergin

Yok, öyle son haftalarda hakkında çıkan ‘yüzünü gerdirdi’ haberlerinden dolayı değil... Öyle şeyleri kendine dert etmiyor. Estetik ameliyat olmuş olsa, zaten bunu çıkıp herkese anlatıyor hatta yol bile gösteriyor.
Germen’in hakkında son birkaç aydır Reha Muhtar ile aşk yaşadığı haberleri çıkıyor. Germen, senelerdir imaj danışmanlığını yaptığı Reha Muhtar’la ilgili bu haberlere bozuluyor ama onu da dert etmiyor. Fakat en son ‘Muhtar’ın yalısına taşındı’ haberi Germen’i fena gerdi.
Birkaç hafta önce haklarında ‘Metrocity’de ev tuttular, birlikte yaşıyorlar’ haberi çıktığında sağı solu aramış, “Bu Metrocity hangisi acaba” diye sormuştu. Gitmediği, bilmediği bir yere taşınmış da haberi yokmuş...
Ancak bu kez iş değişti. En son bir gazetede ‘Muhtar’ın yalısına taşındı’ haberi çıkınca Oya Germen de sessizliğini bozma kararı aldı.
“Ya mahkemeye vereceğim ya da çıkıp kendimi köprüden atacağım” diyen Germen olayları bu noktaya getiren süreci de şöyle anlattı: “Yıllardır iş ilişkim var Reha Bey’le. Bu haberler çıktığında onun özel hayatında sıkıntılar olduğu için ben hiç üzerime alınmadım, sesimi de çıkarmadım. Ancak ben sustukça bunlar beni Reha Bey’in yalısına da taşıdı. Bilen nasıl olsa doğrusunu biliyor diye düşündüm ama şimdi yakın arkadaşlarım bile bana bu haberleri sormaya başladı. Ya bu haberleri çıkaranları mahkemeye vereceğim ya da çıkıp kendimi köprüden atacağım!”
Yazının Devamını Oku

Aşk tesadüfleri sever bu da bir tesadüf

25 Aralık 2010
4 Şubat’ta vizyona girecek ‘Aşk Tesadüfleri Sever’ filminin meşhur Fransız filmi ‘Jeux d’Enfants-Cesaretin Var mı Aşka’dan çalıntı olduğu iddia ediliyordu. Filmin öykü ve proje tasarımını yapan İpek Sorak, “Benzerliği olduğu söylenen teneke kutu bir devrin simgesi” diyor Belçim Bilgin Erdoğan ile Mehmet Günsur’un başrollerini paylaştığı sinema filmi ‘Aşk Tesadüfleri Sever’ 4 Şubat’ta vizyona girecek. Aynı gün aynı hastanede doğup yıllar içinde hep tesadüfen karşılaşan iki gencin hikayesinin anlatıldığı filmin gösterimi öncesi hakkında onlarca haber çıktı. Twitter ve Fcebook gibi paylaşım sitelerinde filmi merakla bekleyenler olduğu kadar, filmin ‘alıntı-çalıntı’ olduğunu iddia edenler de oldu.
Bu iddianın öne sürülme nedeni de filmin fragmanındaki ‘hazine kutusu’.
Aynı hazine kutusunun ‘Jeux d’Enfants-Cesaretin Var mı Aşka’ filminde de yer aldığın bilenler, filmin yönetmeni Ömer Faruk Sorak ile öykü ve proje tasarımını yapan eşi İpek Sorak’ı paylaşım sitelerinden eleştiri yağmuruna tuttu.
Fragmanı izleyince ben de ‘hazine kutusu’na takıldım ama iki film arasında başka da bir benzerlik göremedim. Yine de İpek Sorak’ı aradım. Ozan Doğulu’nun yaptığı film müziklerini canlı çaldırmak için Prag’a gitmiş, Prag Senfoni Orkestrası’nın yanından yeni çıkmıştı.
Amacım, “Cesaretin Var mı Aşka’ filmini izlediniz mi?” deyip tuzağa düşürmekti Sorak’ı ama kendisi hemen konuya girince ben de söylediklerini size aktarmak istedim:
“İzlemez miyim, en sevdiğim birkaç filmden biri. Bizim filmimizin fragmanını izleyen bazı kişiler ‘Cesaretin Var mı Aşka’daki gibi filmin, bir kutu etrafında döndüğü yanılgısına kapılıyor. Hırsızlıkla suçlayanlar bile oldu. Ancak o iki kutu ve amaçları birbirinden çok farklı. Tamamen tesadüf yani. Bizim teneke kutumuz sadece Türkiye’nin o yıllarına ait bir simge. Hangimizin çocukluğunda süslü bir teneke kutusu olmadı? Turbo sakızlarımız vardı, ITT Schaub Lorenz kasetçalarlarımız, Pinokyo bisikletimiz... Film, 70-80-90 ve 2000’li yılları kapsadığı için bu dönemsel simgeleri yeri geldikçe kullandık. Teneke kutu da onlardan biri. Film vizyona girdikten sonra bizi hırsızlıkla suçlayanların utanacaklarını düşünüyorum. ‘Aşk Tesadüfleri Sever’ için ‘Çok Avrupai olmuş’ diyenler de oldu. Çekim teknikleri açısından bir Avrupa filmiyle yarışabilir ama hikaye çok Türk.”

APOLİTİK BİR FİLM

Türkiye siyasetinin en cafcaflı olduğu yılları anlatan romantik komedi filminde özellikle dikkat edilen nokta, içine politika girmemesi. Öyle ki diyaloglara, filmin içinde zaman zaman yer verilen TV programlarına, radyo yayınlarına bile çok dikkat edilmiş. Sorak bunun sebebini de açıkladı: “Dönemin siyasi tarihini anlatan arka arkaya o kadar çok film yapıldı ki, siyasi çağrışımlardan bile uzak durduk.”
Yazının Devamını Oku