İpek Durkal

Tarkan ciğerlerinden hasta

9 Nisan 2011
Emrullah Erdinç ve Önder Şuşuoğlu’nun yazdığı ‘Etiler Koğuşu 2’ ünlülerin uyuşturucu dosyalarını açarken, en gizli sırlarını da ortaya döküyor Gazeteci Emrullah Erdinç ve Önder Şuşuoğlu’nun yazdığı, ‘Etiler Koğuşu 2’ adlı kitap Alfa Yayınları’ndan dün çıktı.
Daha önce de sanat ve sosyete dünyasının ünlü isimlerinin uyuşturucu bağlantılarını ve polis ifadelerini, hikayeleriyle birlikte yayımlayan gazeteciler bu kez, son yılların en çok konuşulan isimlerinin peşine düşmüş ve ortaya detaylı bir uyuşturucu haritası çıkmış...
Kitapta, Niran Ünsal ve Peker Açıkalın’ın uyuşturucu itiraflarının yanı sıra, uyuşturucu kullanmadığını iddia eden Hüsnü Şenlendirici de yer alıyor. Şenlendirici, jandarmadaki sorgusunda uyuşturucu kullandığını itiraf ediyor.
Deniz Seki ise uyuşturucu kullanmak bir yana, yanındakilere de temin ettiği için büyük sıkıntılar yaşıyor.
İbretlik öyküler bunlar...

SPOR KULÜBÜ İLE ANLAŞTI

Kitabın en çarpıcı yanıysa Tarkan...
Geçen yıl Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerince gözaltına alınan Tarkan hakkında, polis ifadesi olduğu iddia edilen onlarca bilgi sızdı dışarı. Oysa Tarkan’ın ‘Pişmanım’ sözleri dışında hiçbiri gerçeği yansıtmıyordu. Tarkan ne kokain kullanmış ne de ‘Bağımlıyım, tedavi olacağım’ demiş...
Açıksözlülüğüne vurgu yapılan Tarkan, esrar içtiğini itiraf etmiş ve şunları söylemiş: “İfademin başında da söylediğim gibi benim uyuşturucu bağımlılığım yoktur. Son zamanlarda işlerimin yoğunluğu nedeniyle dönem dönem içmişliğim olmuştur. Bu şekilde burada olmaktan dolayı üzgünüm. İçmiş olmaktan pişmanım.”
Kitabın en önemli ayrıntılarından biri, Tarkan’ın doktoruyla yaptığı konuşmaların teknik takibe takılan bölümünden ortaya çıkan hastalığı. Ciğerlerinden rahatsız olan ve doktorunun sigara bile içmesini yasakladığı sanatçı, kendisine ne büyük kötülük yaptığını da kabul ediyor ve bir daha esrar kullanmayacağını söylüyor.
Yakın çevresinin anlattığına göre, bu kitabın çıkmasını, içinde kendi adının geçmesini bile istemiyor Tarkan. Bu olay unutulsun istiyor, çünkü kendisini seven ve örnek alan gençler üzerinde olumsuz bir etki bırakacağını düşünüyor.
2008 yılında polis haftası nedeniyle polislerin hazırladığı “Sanatçı olmasaydım gençliği tehlikelerden korumak için polis olurdum” afişlerinde yer alan Tarkan, şimdi bir spor kulübünün sosyal sorumluluk projesine hazırlanıyor. Önümüzdeki günlerde Tarkan’ı, gençleri uyuşturucudan uzak tutmayı amaçlayan bir kampanyanın içinde ‘gönüllü olarak’ göreceğiz.

Kayseri sapığı için ‘koğuşa alın’ baskısı

Bir buçuk yıl önce bir bayram günü şeker istemek için kapısını çalan üç çocuğu vahşice öldüren Uğur Veli Gülışık kısa süre önce yakalandı ve Sincan F Tipi Kapalı Cezaevi’ne gönderildi. Aynı dönemde meclis alt komisyonunda tartışılan ve hadım yasası olarak bilinen, cinsel suçlara ağır cezalar getirecek yasa teklifi de komisyondan geçti. Ancak AKP bu yasayı çıkarmayı seçim sonrasına öteledi.
Yasanın bir an evvel çıkmasıyla ilgili kamuoyu baskısıysa sürüyor. Özellikle internet forumlarında idam cezasının en azından bu tür suçlar için geri gelmesini isteyenlerin sayısı hiç de az değil.
Neyse, biz cezaevine dönelim. Gülışık hapishaneye girdiği gün, “Bir haftaya kalmaz intihar haberi gelir” diye konuşmuştuk kendi aramızda. Tuhaf bir mekanizma işliyor çünkü orada. Özellikle çocuk tecavüzcüleri ve katilleri gerçeklerle yüzleşiyor. Sapık katil, “Annem bile beni reddetti böyle yaşayamam” demiş, tek kişilik hücresindeki aynayı kırarak bileklerini kesmiş, ancak güvenlik kameralarından duruma uyanan gardiyanlar hücresine girerek Gülışık’ı ölümden kurtarmış.
Tek kişilik hücrede kalıyor Gülışık ve buradan çıkmasına kesinlikle müsaade edilmiyor. Hiçbir mahkumla temas kurdurulmuyor. Ziyaretçisi zaten yok... 24 saati kamerayla takip ediliyor.
Cezaevi yönetimiyse şaşkın çünkü Gülışık geldiğinden beri telefonları susmaz olmuş. Pek çok vatandaş arayıp, “Onu tek kişilik hücreden çıkartın, koğuşa alın” diye talepte bulunuyormuş. Hatta aynı isteği dile getiren mahkumlar da olmuş.
Sanırım mahkumlar da bu çocuk katili sapığı yakından görmek istiyor...
Yazının Devamını Oku

İlgiye ihtiyacım var Elveda...

2 Nisan 2011
Bir emniyet müdür yardımcısı “Kadınlar ilgi çekmek için intihar ediyor” der mi... Bu sözler ‘gidene’ biraz ayıp değil mi... Zonguldak Emniyet Müdür Yardımcısı Ümit Boztepe, 10 Nisan Polis Bayramı öncesi kutlama etkinliklerinden birinde şunları söyledi: “İnsanların nasıl bir ruh halinde olduğunu anlayamıyorsunuz. Kendi canına kastedecek kadar bir şeylerden vazgeçmek... Bunu araştırmaya çalıştık. Kadınların biyolojik yapıları biraz daha farklı. Bizim hissettiğimiz ya da bizim araştırmalarımızda kadınlar ilgi çekmek için intihara kalkışıyorlar.”
Bunu niye söyledi?
Çünkü kentte intihar vakaları artmaya başladı.
Bu açıklamasının üzerine Ümit Boztepe ile konuşabilmek mümkün olmadı. Çünkü Boztepe bu açıklamasıyla herkesten büyük tepki topladı ve bu konuda yorum yapmama kararı aldı.
Yakın çalışma arkadaşlarıysa Boztepe’nin yanlış anlaşıldığını söylüyor. Boztepe aslında, intihar edenlerin değil, intihara teşebbüs edenlerin arasında ilgi çekmeye çalışanların olduğuna dikkat çekmek istemiş...
Aksi mümkün değil zaten. Hiç kimse “Öleyim de arkamdan bana biraz ilgi göstersinler” diye düşünmez.
Boztepe bu açıklamasını düzeltmediği sürece, geçen yıl otomobilini 250 metrelik uçuruma sürükleyen Karaelmas Üniversitesi hastanesi doktorlarından Ebru Taşçı, kendini av tüfeği ile vuran iki çocuk annesi Sultan Gümüşkaya, apartmanın su borusuna bağladığı eşarpla kendini asan Songül Yeşilyurt ve daha onlarca çaresiz kadın hala ilgi bekliyor olacak...

Survivor’dan kazandığı parayla oğlunu okutacak

‘Survivor Ünlüler Gönüllüler’ bugün Show TV’de saat 20.00’de başlıyor. Nihat Doğan’dan Pascal Nouma’ya, Asena’dan Ebru Destan’a sözünü sakınmayan karakterlerden oluşan yarışmada modacı Zeynep Tunuslu da dikkat çekiyor. Bir dönemin en marjinal karakterlerinden olan ama son yıllarda sessizliğe gömülen modacısının bu yarışmaya katılma sebebi oğlu Kanat’mış.
1994 yılında bir yıllık eşi Uzay Heparı’yı bir trafik kazası sonucu kaybetmişti Tunuslu. Oğlu Kanat’a hamileydi... Kanat babasını hiç göremedi ama eğitimiyle, terbiyesiyle ve başarılarıyla hep ‘babasının oğlu’ oldu.
Bugün 16 yaşında olan Kanat Heparı hem müzikle ilgileniyor hem da sporla. Piyano, saz ve elektro gitar çalıyor ve çok iyi koşuyor. Amerika’nın en iyi kolejlerinden biri olan Trinity Pawling’e kabul edildi bu yıl. Üstelik atletizm bursuyla. ABD Milli Takımı’ndan da teklif almış Kanat. ‘Kanat’landı uçuyor’ diyorlar.
Survivor’dan buraya nasıl geldik; şöyle: Her ne kadar burslu da olsa yine ABD’de eğitim bir genç için masraflı. E, Zeynep Tunuslu’nun işleri de eskisi gibi değil. Tunuslu önce aralarında Uzay Heparı’nın en yakınlarından olan Sezen Aksu’nun kapısını çalıp destek istemiş. Sezen, hiç üşünmeden destekte bulunmuş, hatta birkaç ünlü sanatçı daha Kanat için seferber olmuş. Tunuslu da tam o dönem kendisine gelen Survivor teklifini kabul etmiş. Bölüm başına alacağı 10 bin lira ile Kanat’ın eğitimini karşılamak, geleceğini kurabilmek için...
Tabii birinci olup 500 bin lira almak da var işin içinde...

Kadrolu reklamcılar

Geçen hafta, “Ünlülerin reklamda oynaması eskiden olay olurdu, şimdi artık kast ajansından yan rolde oynayacak oyuncuya bile gerek kalmadı bütün reklamlarda ünlüler var” diye yazmıştı Cengiz Semercioğlu ve sebebini de kaşelerinin 10-15 bin dolar olmasına bağlamıştı. Bir de Müslüm Gürses’in oynamadığı reklam filmi kalmadığını söylemişti. Doğru, Gürses neredeyse kendisine gelen tüm reklam filmi tekliflerini kabul ediyor. Dolayısıyla ürünle bütünleşmiyor ve “Müslüm Gürses’in oynadığı reklam filmi” deyince akla akaryakıttan içeceğe bir sürü ürün geliyor ... Tıpkı Mazhar Alanson gibi. Alanson da bankadan internete kadar hemen her markanın reklamında oynadı ama adı hiçbir markayla özdeşleşmedi. En son bir market zincirinin reklamında gördüm ikiliyi... 15’er bin liraya anlaşmışlar ve 20’şer saniye görünüyorlar ekranda... Marketin adı mı? Hatırlamıyorum...
Yazının Devamını Oku

Deniz Gezmiş NASA’dan davet aldı

26 Mart 2011
Geçen hafta Tunceli’de Hozat ilçe belediyesi tarafından ‘Deniz Gezmiş’ adı bir caddeye verilmek istendi ancak ‘ayrımcılığa yol açar’ gerekçesiyle reddedildi. Hozat Belediyesi’nin 2009 yılındaki başvurusu da reddedilmişti...
O halde ben size bir başka Deniz Gezmiş hikayesi anlatayım:
Deniz Gezmiş (Taş), 22 yaşında çok ama çok başarılı bir üniversite öğrencisi. Babası Bayram Taş eski solculardan. Otoparkta çalışıyor, özel şoförlük yapıyor, çocuklarını okutuyor. Çocuklarını okutmakla kalmıyor kendisi de sürekli okuyor...
Küçük evinde dev bir kütüphanesi var.
600’e yakın kitabına gözü gibi bakıyor.
Her boş vaktini sayfalar arasında geçiriyor.
Deniz Gezmiş’i çok sevmiş hatta gençliğinde bir kez de görmüş Ankara’da, onun için de oğlunun adını Deniz Gezmiş koymuş.
Zaman zaman bu isimle ilgili sıkıntı da yaşamamış değil.
Birkaç kere sorguya çekilmiş Bayram Taş.
Nuh demiş peygamber dememiş, oğlunun adını değiştirmemiş.
Hatta hakim karşısına bile çıkmış,
Bir avukat akıl vermiş, “Oğlumun adını değiştirmemi isterseniz yurtdışına giderim, de” demiş,
Bayram Amca da hakimin karşısına çıkar çıkmaz, “Eğer oğlumun adını değiştirmemi isterseniz beni yurtdışına gönderin” demiş,
Dönemin hakimi gülmüş,
“Ben de isterdim yurtdışına gitmek...” demiş, konu kapanmış?
Bayram Amca gördüğüm en renkli kişiliklerden biri.

TAM BİR YEŞİL

Deniz Gezmiş ise İTÜ’de elektronik mühendisliği son sınıfta okuyor. Kendini tamamen eğitime ve sosyal sorumluluk projelerine adamış. Çevreci faaliyetler için gönüllü yeşil arkadaşlarıyla şehir şehir geziyor, bilinçlendirme çalışmaları yapıyor. Toplum Gönüllüleri Vakfı’nın belirlediği maddi durumu iyi olmayan öğrencilere ders veriyor. Bu arada da sürekli üretiyor. Bu yıl, bir projesiyle ilgili başvurduğu NASA’dan Amerika’ya davet de almış ama gidip gitmemek konusunda henüz kararsız. Çünkü projelerini Türkiye’de uygulayabilmeyi istiyor.
Aslında kendisiyle röportaj yapmak, isminden dolayı başına gelen enteresan hikayeleri ve başarılarını bire bir onun ağzından sizlere aktarmak istedim ama Deniz Gezmiş o kadar utangaç ve mütevazı ki, “Şunu da yaptım, bunu da yaptım” demeyi hiç istemiyor.

Ziyaretçiler de acı çekiyor

Mart 1933’te Münih’te Nazi Hükümeti tarafından kurulan ilk düzenli toplama kampı Dachau’ya tam 78 yıl sonra, yine bir mart günü düştü yolum. Filmler, kitaplar, belgesellerde anlatılanlar, buradaki gerçeklik yanında hikaye... Bütün o bildiklerimizin ete kemiğe bürünmüş hali olan Dachau’nun müze olarak ziyaret edilebilir kısmında insanlara işkence etmek üzere tasarlanmış sistemi görmek, gaz odalarının içinde nefes alabiliyor olmak bunca yıl sonra, ziyaretçiler için bile büyük bir vicdan eziyetiyken, binlerce insanın katledildiği bu kampın civarındaki evlerde yaşıyor olmak nasıl bir duyguydu acaba?
Tıpkı kamp gibi o evler de hala yerli yerinde ve tüm katliamın tanığı çünkü...

Megastar, Diva’ya “Suretime aldanmayın” dedi

Münih’te metro çıkışlarında, billboard’larda Tarkan’ın konser anonsunu görmek hafiften gururumu okşadı. Hele de bilet almak için sıra bekleyen Alman genç kızlar, yıllar önceye götürdü beni. 96 yılında bir Avrupa turnesinde Tarkan’ı takip etmiş, Paris’in ünlü TV kanallarında ‘Tarkan izdihamı’ haberlerini izlemenin, konserlerde o izdihama bire bir şahit olmanın keyfine varmıştım.
Tarkan aynı Tarkan, yine yurtdışı turnelerinde büyük ilgi görüyor ama alıştık ya, artık bize enteresan gelmiyor... Örneğin 3 Nisan’da Stuttgart Porche Arena’da vereceği konserin biletleri satışa çıktıktan iki saat içinde rekor yaptı, biletlerin yarısı satıldı. Turne 8 Mayıs’a kadar devam edecek ve Hasselt konseri ile sona erecek.
Bu arada alaturkacılar arasında Sibel Can’la başlayan Tarkan hayranlığı sürüyor. Bülent Ersoy da son albümü için Tarkan’dan kendisine bir şarkı yazmasını istemişti. Megastar, Diva için şu sözleri kaleme aldı: “Suretime aldanıp sakın yanılmayın. Yüzümün güldüğüne bakmayın...” Ersoy, son albümünde Tarkan’ın kendisi için yazdığı ve hediye ettiği bu şarkıyı seslendirecek
Yazının Devamını Oku

Orada kimse var mı

19 Mart 2011
Ayşe Paşalı’nın eski eşi tarafından öldürülmesinin ardından kızları eğitim bursu için TBMM’ye başvurmuştu. Ancak beklenen olmadı; Paşalı’nın kızları için henüz düzenli bir burs sağlanamadı

7 Aralık’ta eski eşi İstikbal Yektin tarafından bıçaklanarak öldürülen Ayşe Paşalı, Türkiye’de kadın cinayetlerinin simgesi oldu. Geçen haftanın gündeminde yine Paşalı cinayeti ve İstikbal Yetkin’e verilen ‘Akıl sağlığı yerindedir’ raporu vardı.
Ondan önceki hafta da, Paşalı’nın 21 yaşındaki kızı Burcu Yetkin’in TBMM’ye yazdığı mektup...
Eğitimini yurtdışında sürdüren Burcu, kendisi ve 11-15 yaşlarındaki iki kız kardeşi için eğitim bursu talebinde bulunmuştu.
Aradan iki hafta geçti, ancak ne Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğrencisi olan ve şu anda İspanya’da eğitim gören Burcu’ya ne de diğer kardeşlerine henüz düzenli bir eğitim bursu sağlanamadı. Burcu için, annesini kaybettiğinde kendiliğinden burs vermeye başlayan ismi saklı bir vatandaşın cüzi katkısı dışında... Ailenin avukatı Elif K. Tatar ile görüştüm. Elif Hanım, sivil toplum kuruluşlarının bütçelerinin kısıtlı olduğunu, verdikleri bursların tek başına bir işe yaramayacağını (ayda 100 lira civarında) bu yüzden birkaç STK’dan aynı anda burs almaları gerektiğini söyledi. Devlet bu üç genç kızın annelerini koruyamadı ama en azından eğitimlerini tamamlatması lazım!
Orada kimse var mı diye sorayım dedim!!!

Meclis’te gül gibi tartışma

AKP Samsun Milletvekili ve Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Sözcüsü Fatih Öztürk,  8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde TBMM Genel Kurulu’nda CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman ‘çelenk tartışması’ yaşamıştı. Geçen hafta konuştuğumuz Öztürk, tepkisinin Arıtman’ın bıraktığı siyah çelenge değil, kendisine olduğunu söylemişti.

Yazının Devamını Oku

Sıkıntı siyah çelenkte değil Canan Arıtman’da

12 Mart 2011

Dünya Kadınlar Günü’nü kutladık (!) geçen hafta. 1800’ün sonlarında başlayan, 1900’ün başlarına kadar süren, emekçi kadınların canlarını dişlerine takarak hatta birçoğunun canından olarak verdiği haklarına sahip çıkma mücadelesinin mirası olan 8 Mart, bir grup şuursuz tarafından Sevgililer Günü kıvamında kutlanırken, mücadeleyi sürdürenler de var tabii. Tıpkı CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman gibi.
Arıtman, 8 Mart’ta TBMM Genel Kurulu’nda Başbakan’ın koltuğu üzerinde ‘Yaşam Hakkı İstiyoruz’ yazılı siyah bir çelenk bıraktı.
Ancak bu eylem, AKP Samsun Milletvekili ve aynı zamanda Kadın Fırsat Eşitliği Komisyonu Üyesi Fatih Öztürk tarafından hiç de hoş karşılanmadı. Öztürk, “Kafayı yemişsin sen” diye başladığı sözlerini Arıtman’a ruhsal tedavi önererek bitirdi ve çelengi de koltuktan alıp attı.
Milletvekili olması bir yana, karşısında bir kadın milletvekili bulunması bir yana, tarihin 8 Mart olması bir yana; Öztürk aynı zamanda Kadın Fırsat Eşitliği Komisyonu Üyesi olduğu için merak ettim bu tahammülsüzlüğün sebebini...
Öztürk’ü arayıp açık açık sordum, o da tüm içtenliğiyle anlattı.

ARITMAN’DAN KORUNMAK İÇİN ALT KOMİSYON

Komisyonda gönüllü olarak çalıştığını, fanatik bir kadın hakları savunucusu olduğunu, üç yıldır kadınların emeğini koruyabilmek için geceli gündüzlü çalıştığını, biri 15 diğeri dokuz yaşında iki tane kız çocuğu olduğunu, 17 yıllık eşine büyük bir aşk duyduğunu ve her şeyden önemlisi, annesine karşı saygısının altını çizdi ve sordu:

Yazının Devamını Oku

Ölecek olmak mı daha çok korkutur insanı bıçaklı katilin öz ağabeyi olması mı

5 Mart 2011
Geçen hafta Mersin’de 19 yaşındaki bir kızın cesedi bulundu. 42 yerinden bıçaklanmış, boğazı kesilmiş, bir dere kenarına atılmış halde... ‘İnsan’ düşmanına yapamaz bunu. Oysa ortada ne kan davası, ne kin, ne de düşmanlık vardı. Hatice’yi öldüren öz ağabeyiydi çünkü Hatice sürekli dayak yediği, vücudunda sigaraların söndürüldüğü evden kaçmıştı. Hatice’yi tanıyanlar, “O kadar saftı ki, melek gibi kızdı” diyor

Sibel Kekilli’nin ‘Ayrılık’ filmini izlemiş miydiniz...
Kekilli filmde Umay adlı, Almanya’da büyümüş bir Türk kızını canlandırıyor. Kaba saba, ruhsuz bir adamla evleniyor ve Türkiye’ye yerleşiyor. Adamla zerre kadar ortak noktaları yok ve üstüne bir de dayak yiyor. Dayanamayacağını anlıyor, kaçıyor Almanya’ya ana kucağına, baba ocağına...
Ancak beklediği gibi olmuyor hiçbir şey....
Küçük erkek ve kız kardeşleri hariç tüm aile seferber oluyor Umay kocasına geri dönsün diye. Çünkü ‘elalem’ hiç susmuyor, ‘namus’ elden gidiyor...
Ne ana ne de baba çıkıp demiyor ki, “Kızımızı elin adamı gelsin de dünyayı dar etsin diye doğurup büyütmedik. Namussa, kızımın mutluluğudur benim namusum, ona eziyet eden bana etmiştir!”
Tam tersi, “Olur böyle şeyler, geri dön; kocandır, yuvandır” cehaleti...
Neyse, filmi uzun uzun anlatmayayım şimdi ama bir sahne var ki, izlediğimden beri boğazımdaki yumru hiç geçmedi.
O, Umay’ın elleriyle beslediği, kucağına yatırdığı, sevip okşadığı, her derdine koştuğu iyi kalpli erkek kardeşinin ablasının karşısına elinde bıçakla çıktığı an...

CANIN BİLDİĞİN CANINI ALIYOR

Nasıl olur diye düşünmüşümdür hep, dokuz ay çocuğunu karnında taşıyan bir anne, hastalandığında sabahlara kadar çocuğunun başında bekleyen bir baba, hayatta her tökezlediğinde ablasına sığınan bir kardeş nasıl yapar bunu!
Oysa her gün onlarcası oluyor ülkemizde, ‘töre’ adıyla canın bildiğin canını alıyor.
Geçen hafta da 19 yaşındaki Hatice Fırat’ın ölüm haberi geldi Mersin’den.
Yaşının iki katından fazla kez bıçaklanmış, boğazı kesilmiş ve cesedi bir dere kenarına atılmış.
Kimin aklına gelir, elindeki bıçağı polisleri bile hayrete düşürecek ustalıkta tam 42 kez Hatice’nin vücuduna sokup sokup çıkaranın kendinden sadece iki yaş büyük öz ağabeyi olabileceği.
Ve bu infaz kararını da Hatice’nin annesi, babası, ablasının da dahil olduğu ‘aile’nin vereceğini.
Hatice’yi merak ettim. Karşısında en çok güvendiği insanı, ağabeyini elinde bıçakla gördüğünde ne yaptığını...
Son sözünün ne olduğunu...
O anda ne hissettiğini...
Ölecek olması mı daha çok korkutmuştur onu yoksa celladının ağabeyi olması mı?
En yakınının ‘katil’ halini görmek daha korkutucu ve can acıtıcı olabilir çünkü...
Gözlerine bakmış mıdır ağabeyinin, insan beyni görmek istemediği şeyi görmezden gelir bazen...
Belki de artık hiçbir zaman öğretmen olamayacağı gelmiştir aklına.
Ne de olsa ‘aile’ almıştı ona okuldan yıllar önce, bağda bahçede günde 24 liraya çalışsın diye.
Çok ısrar etmişti, çok üzülmüştü çok ağlamıştı ama ikna edememişti ailesini.

DAYAKTAN KAÇAR DAMA SAKLANIRDI

İyi kalpliydi Hatice, herkesin her şeyine koşardı.
Onun için belki de köyün kadınları sahip çıktı cenazeye. Kimselerden korkmadan, belediye başkanının, muhtarın arkasına takılıp gittiler morga Hatice’yi almaya.
Aslında çok dayak yerdi Hatice babasından, çünkü içinde tutamazdı hiçbir şeyi, içi-dışı birdi, aklına gelen diline de gelmiş demekti...
Daha önce de evden kaçmıştı bu yüzden.
Çoğu zaman damdaki tandırın içine gizlenirdi dayaktan. Konu komşu alır oradan evine götürürdü. Pek bir şey de diyemezlerdi çevresinde ‘aksi’ olarak tanınan babaya.
Hatice’nin vücudunda sigara bile söndürdüğü olmuştu babasının.
Hatice çevresinde kimseye bir şey anlatmazdı, kol kırılır yen içinde kalırdı ama isyan ederdi yaşadıklarına...
O yüzden bir kez intihara teşebbüs etmişti daha önce.
Damdan atmaya kalmıştı kendini de vazgeçmişti son anda.
Her fırsatta düğünlere giderdi. Severdi müziği, gezmeyi, giyinmeyi, yaşıtları gibi...
Birini sevdiği, ona kaçtığı, evlenip anne olma hayali kurduğu söyleniyor...
Yerini de ağabeyine bir arkadaşının haber verdiği...
Tıpkı ‘Ayrılık’ filminde olduğu gibi...
Ağabeyin, yardım etme bahanesiyle kardeşiyle buluşup sonra da katili olduğu...

Melek gibi bir kızdı

Mersin polisi, ailenin eve gelen ve Hatice’yi soran konu komşuya “İçeride” dediği, böylece uzun zaman üzerini örttüğü cinayeti, ceset bulunduktan üç saat sonra çözüp 11 kişiyi gözaltına aldı. Ben bu satırları yazarken daha önce yasadışı bir örgüte üye olduğu gerekçesiyle gözaltına alınan ağabey Mahsun Fırat henüz firarda, tüm Mersin polisi de alarmdaydı.
Şimdi, ağabeye, kız kardeşinin yerini haber veren arkadaşının vicdanı rahatsa, adı Mahsun yani ‘güçlü’ olan ağabey ispat ettiyse gücünü, “Hatice ölsün” diyenler mutluysa, o evde Hatice’nin gülen gözlerinin izi yoksa eğer, hadi bu gece herkes rahat uyusun. Vicdanlar kapkara ama olsun, ‘namus’ temiz!
Biliyor musunuz ne diyor Hatice’yi tanıyanlar arkasından:
‘O kadar saf ve iyi niyetliydi ki, melek gibi bir kızdı’
Melek oldu işte...
Yazının Devamını Oku

Uyuşturucu kullanan hiperaktif VJ kim?

26 Şubat 2011
2008’de yayımlanan ‘Parola Zehir’ kitabında, DJ’lik yapan, orta boylu, ince yapılı, uzunca yüzlü, esmer ve sevimli, teniyle uyumlu siyah gözleri bulunan, ünlü model Naomi Campbell’ın ırkından gelen, esmer, çok neşeli ve hiperaktif bir kadından bahsediliyor

Geçen hafta evdeki kitapları toplarken elime televizyon habercisi Emrullah Erdinç’in ‘Parola Zehir’ adlı kitabı geçti. Uyuşturucu üzerine kitaplar yazan, kiminde yazdıklarını polis ifadeleriyle destekleyen kimindeyse takma isimlerle bir hikayeye dönüştüren Erdinç şu günlerde yeni kitabını tamamlamak üzere. Ama konu bu değil; hafızamı tazelemek için göz attığım ‘Parola Zehir’de karşıma çıkanlar...
O zaman dikkat etmemişim... Şimdi bir başka gözle okuduğum satırlar beni hayli şaşırttı...
Kod adı ‘Erkan’ olan bir uyuşturucu satıcısının anılarından yola çıkarak yazılan ‘Parola Zehir’de, bir müzik kanalında VJ’lik yapan, orta boylu, ince yapılı, uzunca yüzlü, esmer ve sevimli, teniyle uyumlu siyah gözleri bulunan, ünlü model Naomi Campbell’ın ırkından gelen, esmer, ‘çok neşeli ve hiperaktif’ olarak tarif edilen kişiyle ilgili şu bilgiler yer alıyor:
“Yerinde duramıyordu. Katıldığı davetlerde, arkadaşlarıyla gittiği yerde beş dakika hareketsiz durduğu şu ana kadar görülmemişti. Güzel dudaklarını sıkıp gözlerini kıstığı zaman, yüzünde güçlü ve kararlı bir anlam beliriyordu. Bu kız uyuşturucu almadığı zaman öfkeleniyor, aklı başından gidiyordu. Kokain yüzünden dizi çekimlerine bile gitmiyormuş. O derece bağımlı...

ŞARAPLA KARIŞTIRDILAR

Bodrum’da bir barda tanıştığı Erkan’a arkadaşlarıyla bir parti düzenlediklerini ve biraz fazla uyuşturucuya ihtiyaçlarının olduğunu söyledi... Erkan, kızla randevulaştı. O melez güzeli esmer kız Ortakent’te bir arkadaşına ait villada düzenledikleri partiye Erkan’ı da davet etti. Erkan, kokainleri hazırladıktan sonra kızın verdiği adrese gitti. Erkan, hiperaktif melez güzelin istediği gibi 10 gram kokain, 20 adet ecstacy ve 20 gram esrarla birlikte gelmişti. Evde parti düzenlenmesine rağmen pek kalabalık yoktu. Melez güzeli de dahil dört kız ve altı erkeklerdi. Erkan, kızdan büyük bir tencere getirmesini istedi. Ve kendisi de evde bulunan şarap şişelerinden 10 tanesini yanına alarak kızı beklemeye başladı. Daha sonra da kızın getirdiği tencerenin içine şarapların hepsini boşalttı. Tencerenin içi ağzına kadar kırmızı şarapla doldu. Erkan, yanında getirdiği 20 hap ile 20 gram esrarı olduğu gibi tencerenin içine boşaltarak tekrar karıştırmaya başladı. Şarap bardaklarından birini eline alarak yaptığı karışımdan doldurdu... Bir bardak da melez güzeline ikram etti. Kız bir an tereddüt etti ama bardağı geri çevirmedi. Önce bir yudum aldı, sonra tümünü bitirdi.”
Kafa karıştırıcı değil mi...

Yazının Devamını Oku

ÖSS’de sonuncusunuz eve gidip ders çalışın

19 Şubat 2011
Hakkari’de polise taşla, sopayla, molotof kokteyliyle saldıran çoğu lise çağındaki gence bu anonsla karşılık veren genç emniyet amirine tebrik yağıyor Geçen hafta buraya yazı konusu olacak onlarca olay yaşandı. Ama içlerinden sadece bir tanesi beni gülümsetti, içimi ısıttı, hoşuma gitti.
Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilişinin 12’nci yıldönümünde, o yıllarda bebek olan çocuklar büyümüş de sokağa dökülmüştü. Hatta ellerine molotof kokteyli, taş, sopa almış ‘bir oyun oynamaya’ başlamışlardı.
Polis otomobillerini, panzerleri taşlayan, slogan atan çocukların bu ‘oyun’larına alışkınız da polisin, “Hadi eve gidip ders çalışın” anonsuna hiç alışkın değiliz.
Hakkari polisinin, “Çocuklar hava çok soğuk. Taş atarak adam olunmaz, okuyarak olunur. Hadi evlerinize gidip ders çalışın, Hakkari bu yıl da ÖSS’de sonuncu oldu. Hakkari’ye yakışmıyor” anonsu aslında Hakkari polisiyle halk arasında son zamanlarda kurulan sıcak ilişkinin yansıması.

KİMLİĞİ AÇIKLANMIYOR

Okullara su taşıyan, aşure mevsiminde halka elleriyle aşure ikram eden, yangın çıksa panzeriyle itfaiyeye destek veren Hakkari polisinin halkla bu samimi diyaloğunun altında Hakkari’ye geçen yıl atanan İstanbul kökenli emniyet amiri Ayhan Buran’ın toplum destekli polisliğe verdiği önem yatıyor.
Bana çok ‘abice’ gelen bu anonsun sahibinin kim olduğunu merak ettim ve öğrendim. Ancak ismi açık etmek uygun olmazmış. O zaman şunu söyleyeyim, zamanında kendisi de ÖSS’de ter dökmüş, 30’lu yaşların başında bir emniyet amiri. Bu diyalog tamamen spontane gelişmiş.
Amir, gösteri yapan çocuklara bakmış ve dudaklarından megafona bu cümleler dökülmüş.
Sonrasında ne mi olmuş, hem Hakkari halkından hem de İstanbul, Ankara gibi pek çok şehirdeki meslektaşlarından tebrik almış genç amir. Ama eminim twitter’daki tebriklerden habersizdir.
Onların bazılarını da ben yazayım:
* Polisin uyarısı coptan, tazyikli sudan, biber gazından daha ağır ama anlamlı bir müdahale. Taş atan çocukları ders çalışın diye uyaran polisin alnından öpüyorum.
* Hakkari’de polise taş atan gençlere polisten taş: ÖSS’de sonuncusunuz. Eve gidip ders çalışın.
* Ders çalışın diye anons yapan polislerimiz de var, ne güzel:)
* Hakkari polisi kralsınız cidden:)
* Yaratıcı Türk polisi budur işte:)

Ünlü profesör hem oyuncu hem de oyuncu koçu oldu

Prof. Dr. Ali Cem Yorgancıoğlu. Ankara Medicana Hastanesi’nin kalp ve damar cerrahisinde görev yapan, bu alanda Türkiye’nin sayılı doktorlarından biri.
‘Aşk Tesadüfleri Sever’ filminin de oyuncusu, senaryo yazarı, danışmanı...
Çünkü o mesleğine gönül vermiş bir profesör...
Filmin yapımcısı, yönetmeni, senaryo yazarı Sorak Çifti, profesörün kapısını çaldığında ve senaryolarına danışman olmasını istediklerinde tereddütsüz kabul etmiş teklifi çünkü senaryodaki kalp hastalarıyla ilgili hataları görmüş. Bunca kişi izleyecek bu filmi, onları yanıltmamak lazım diye düşünmüş.
Prof. Yorgancıoğlu önce senaryoyu değiştirtmiş, Mehmet Günsur’un hastalığını mor bebekten kalp kapakçığı yetmezliğine çevirmiş. Diyalogları tekrar yazmış, sonra da Günsur’un doktoru olarak kamera karşısına geçmiş.
Günsur’a gözlemlerini aktarmış, rolünü nasıl oynaması gerektiğini göstermiş. Bir anlamda oyuncu koçluğu yapmış.
Filmi izleyenler bilir, izleyecek olanların da dikkatini çekecek eminim, Günsur’un bir merdiven çıkma sahnesi var ki, ben bile oturduğum yerde nefes alamadım.

KANAT ÇIRPAN KUŞLAR

Prof. Yorgancıoğlu ile konuştum, kalp hastalığı deyince çoğumuzun aklına kalp ve damar yolu tıkanıklıkları geliyor oysa sayamayacağımız kadar çok kalp hastalığı var ve maalesef çoğu zaman fark edilmiyor bile. Gençlerin beden dersinde, halı saha maçında vb. ani ölümleri ‘kalp krizi’ olarak bilinse de temelinde daha önce teşhis konmamış bu tür rahatsızlıklar yatıyor. İşte bu yüzden bu filmin, izleyeni de bilinçlendireceğini düşünüyorum. Yani çocuğunuz eğer ‘kalbinin içinde kanat çırpan kuşlar’dan bahsediyorsa onu vakit kaybetmeden bir kalp doktoruna götürmelisiniz.
Yazının Devamını Oku