Üniversitelerimiz

2018-2022 yılları arasında 1 milyon 967 bin üniversite öğrencisi okulu bırakmış. Burada bütün kusur YÖK’ün kontenjanları artırıp talebelerin eğitim hayatını zorlaştıracak bir sorumsuzlukla haddi aşan bir kapasiteyi yüklemesidir. İkinci sorumluluk tabii ki YÖK’ü aşar; malî imkânı bulunmayan öğrenciler hayatın zorluğu karşısında devlet üniversitelerinden ayrılıyor. Çözüm açık; ama onu yürütmeye niyet var mı?

Haberin Devamı

TÜRKİYE’nin 2018-2022 yılları arasındaki beş yıllık yüksek eğitim istatistiklerine göre; bu süre içinde 1 milyon 967 bin üniversite öğrencisi okulu bırakmış. 2015 yılında 98 bin öğrenci üniversiteyi bırakırken bu sayı beş yıl sonra 390 bin hemen hemen 400 bin oldu. Son yıl, yani 2023’te ise sayının daha da artacağına dair işaretler var. Hazin bir tablo... Bunun birinci nedeni ise YÖK’ün üniversitelerin kontenjanını popülist bir politikayla devamlı artırması.

Meslektaşlarımıza bir noktayı anlatamıyoruz; zekâ ve gayret bir ana babanın dört çocuğu arasında bile aynı olmaz. Birisi ne yapsan etsen tırmanır işini yapar, öbürüne yalvarsan da tam anlatamazsın. Buna karşılık hiçbir çocuğunuzu felakete bırakmanız gerekmez. Birisi matematik şampiyonudur, biri müzik. Öbürü ise kabiliyetini keşfedersen eline aldığı çekiç, keski ile harikalar yaratan bir marangoz olur.

Haberin Devamı

Üniversitelerimiz

ELİT KAVRAMI

Türkiye’de elit (seçkin) kavramı çok değişik. Paralı insanların ehliyetsiz araba kullanan çocuğunu bu gruba sokuyorlar. Çocuklarıyla üst sınıf üyeliklerini devam ettirmeye çalışıyorlar. Seçkin olmak için bürokrasinin üst kesimlerinde oturacaksın. Bir ilkokul öğretmeninin harikalar yaratacağına, insanların zihninde yer edeceğine inanmıyorlar. Bu mutlaka üniversite hayatının parlak hocalarından biri olmalıdır. Bana ve kime sorsanız hayatımızın en önemli ve başarılı öğretmenini ortaokul sıralarından, lise sıralarında gördüklerimizden seçeriz. Bana göre en seçkin ve becerikli insanlardan biri rahmetli döşemeciler kahyası Hüsnü Usta’dır. Zanaatına getirdiği teknik ilaveler ve yaptığı eserler hâlen hatırlardadır; “Hüsnü Usta dikişi” gibi. Bu beynelmilel sosyolojide Gaetano Mosca ve Vilfredo Pareto elit teorilerinde de belirlenen bir durumdur. İş bölümüne göre sınıflanan dikeyine sınıfların üstündeki insanlar seçkini meydana getirir.

Türkiye halkının iyi çocuğun hukuk fakültesinden çıktığına dair sabit fikrini değiştirmesi lazım. Sayısı 200’e yaklaşan hukuk fakülteleriyle gülünç bir rekor düzeyindeyiz. Bu, Avrupa’daki en yüksek üniversite sayısıdır. Bu rapora göre talebe terkinin yaygın olduğu ilk 25 üniversitede özel okullar pek göze çarpmıyor ama kuyruk aşağı doğru indikçe çarpacaktır. Hazin olan bu değil; ilk 25 üniversitenin içinde Anadolu Üniversitesi 78 bin, sonra 65 binle Antalya Akdeniz Üniversitesi, Ankara Gazi Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi geliyor. Marmara Üniversitesi, Ege Üniversitesi, Dokuz Eylül Üniversitesi ve İzmir Ege de üst sıralarda.

Haberin Devamı

Görüşümü bildireyim; Anadolu Üniversitesi iyi bir kurumdur, Gazi Üniversitesi de pekala yetiştirdikleriyle bürokraside ve özel sektörde göze çarpıyor. Antalya Akdeniz Üniversitesi ise tıp fakültesi, tarih ve arkeoloji bölümleri ile sınırları aşan bir şöhrete sahip. Ankara Üniversitesi’ne de denecek yok. Marmara ve Ege Üniversitesi de gidiyor.

Üniversitelerimiz

BU BİR ALARMDIR

Peki neden bu kurumların öğrencileri yarıştan çekiliyor? Burada bütün kusur dediğim gibi YÖK’ün kontenjanları artırıp talebelerin eğitim hayatını zorlaştıracak bir sorumsuzlukla haddi aşan bir kapasiteyi yüklemesidir. İkinci sorumluluk tabii ki YÖK’ü aşar; ne yazık ki özel üniversitede okuyan gencin malî imkânı bu üniversite öğrencilerinde bulunmuyor. Hayatın zorluğu karşısında ayrılıyor. Yüksek rekorlar işi beceremeyip hayatı başka yerden kazanmayı deneyen öğrencilerden çok barınacak yeri ve yiyecek ekmeği kalmayanlardadır. Bu bir alarmdır. Yoksa eğitimin kalitesizliği karşısında sukût-u hayale uğramak ciddi sebep olmakla birlikte bu daldaki rekor bu zikredilen üniversitelere ait olamaz.

Haberin Devamı

Üniversiteyi başaracak öğrenciyi üniversiteye almamız lazım. Hatta Anadolu Üniversitesi Büyükerşen’in muhteşem rektörlüğü zamanında bazı bölümlere sadece merkezi sistemdeki puanlarla değil bir de mülakat uygulayarak talebe alırdı. Bu şüphesiz bazı bölümlere yapılıyordu. Puan alan talebe ise her hâlükârda üniversitede başka bir bölüme yönlendirilirdi. Bu nedenle Anadolu Üniversitesi İletişim Fakültesi’nde başından beri basın hayatına girebilenler oldu ve tutundular.

Çözüm açık; ama onu yürütmeye niyet var mı? Yoksa eski sistemle beklenen felakete doğru mu gidelim? Üniversiteli işsizler ve üniversiteden ayrılan ümitsizler! Bu sayıları artırmakta ne anlam var?

Haberin Devamı

BİZE BUNLARI ÖNLEYECEK BİR PEHLİVAN LAZIM

GEÇEN hafta Türkiye’yi meşum niteliğine rağmen fazla dehşete kaptırmayan bir olay meydana geldi. Gerçi seçim atmosferi içinde daha dingin bir biçimde geçiştirilmesi hayırlı olmuştur. En azından seçim dolayısıyla politikacıların bu işe fazla ilgi duymaz görünmesi bu dinginlikte rol oynuyor. Bazı politikacıların özellikle Trabzonluların, söz söylemekten kaçınması da buna bağlıdır. Her zaman olduğu gibi vazife şuuruna sahip İçişleri Bakanı’mız olayların titizlikle takip edileceğini açıkladı ve provokatörler adaletin önüne çıkarıldı.

Tiplerden biri sahaya “ortalığı yatıştırmak” için indiğini söylüyor. Yani Almanya’dan sırf bunun için gelmiş. Suratına taktığı Almanya’daki holiganların kullandığı iğrenç maskeyi bu kadar sakin tabiatlı (!) bir adamın neden buraya taşıdığını sormak lazım. Bu olayın sadece futbola has bir holiganlık olduğu da su götürür. Provokasyon soyunma odalarından havaalanına kadar uzandı. Geleneksel misafirperverlik hiç ortada yoktu.

Haberin Devamı

Üniversitelerimiz

MADAM THATCHER’IN ÇEKİCİ

Gazetemiz “Hürriyet” o günlerde Başbakan Margaret Thatcher’ın benzer işlemini zikretti. Çok da doğru etti. Brüksel’de üstelik ölümle neticelenen benzeri olayı, FIFA bile “Ne kadar ceza verelim, bir mi verelim üç mü verelim?” diye tartışadururken Madam Thatcher, “Beş sene hepinize her şey yasak” diye çekici vurdu. Thatcher’ın İngiltere tarihine geçecek bir lider olduğunu o gün bir kere daha anladım. Mahalli milliyetçiliğe, holiganlığa karşı böyle politikacılar lazım. Bu olay gayet iptidai bir zihniyete dayanıyor: “Her iş bize, her hizmet bize, ligde şampiyonluk da bize.” Buna, “Ne hakla, niçin?” diye soran çıkmıyor. Son derece istenmeyen sonuçları doğuracak bir tutum. Bu gelişmeleri önleyecek pehlivan lazım. Şiddeti değil, kanunu ve adaleti serseriliğin önüne dikecek birisi.

Trabzon’un ev sahibi olarak yaptığı bu hareket millî ananeye uymaz. Eğer şehre her gelen takımların onların önünde yenilmesi gerekiyorsa zaferin defne dalını ilk günden başlarına koyalım. Yalnız bunun adı o zaman lig yarışması olmaz. Yurtiçi maçların Trabzon’da oynanmasına bir müddet ara verilmesi ciddi bir tekliftir. Trabzonsporlu yöneticiler ve şehir ileri gelenlerinin Fenerbahçe takımına karşı saygın bir ifade ile özür bildirdikleri görülmüyor. Bizim manevi bünyemizin kaldıramayacağı olaylar ve demeçler de var. Daha evvel Fenerbahçe’de top koşturan, şimdi Trabzonspor’da antrenör yardımcılığı yapan Egemen Korkmaz da sahaya dalmış. Bu hiçbir şekilde izah edilemeyecek çirkin bir davranıştır.

ÇOCUKLAR FUTBOLDAN UZAKLAŞIYOR

Bütün bu olayların sonucu şu; çocuklar futboldan uzaklaşıyor. Yeni nesiller bu tip bir sporseverliğin ve sporculuğun kendi bünyelerine uzak olduğunu düşünmeye başlıyorlar. Eskrimde, yüzmede, okçulukta hatta kayak ve buz pateni gibi bize yeni gelen dallarda şampiyonlar türemeye başladı. Bunu sevindirici buluyorum ve ne olursa olsun beynelmilel bir spor dalının da gittikçe lümpenleşmesi, lümpenleşmenin ötesinde bölgeler arası çatışmanın sinyalini taşıması bizleri endişelendiriyor. Seçimlerden sonra bakalım daha cesur değerlendirmeler yapılacak mı?

Yazarın Tüm Yazıları