Ne Prut ne Küçük Kaynarca

Uçak krizinden beri ara verilen Türk-Rus Forumu, St. Petersburg’da tekrar toplandı. 2 günlük toplantının ilişkilerde hiç beklenmedik sonuçlar getirmesi mümkün. Rusya ile Türkiye’nin sanayi, ticaret ve kültürel hayatta ilişkilerinin vazgeçilmez olduğu açıktır. Dünya ne 1711 Prut Cengi’nin ne de 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’nın dünyasıdır. İlişkiler ve kuvvet dengeleri çok başka yerlere kayıyor.

Haberin Devamı

ST. Petersburg barok Avrupa’nın genç şehridir. Bu bir istisnadır. Yakın çağlarda ne Akdeniz bölgesinde hatta ne de orta Avrupa ve batı Avrupa’da böyle devasa bir başkenti kuran devlet ve hükümdar görülür. Roma İmparatorluğu’nun şehirleri çoğu ‘kastra’ veya ‘oppidum’ denen küçük şehirlerden inkişaf eden Avrupa kentleridir. Lutesya, Vindobona böyledir hatta Carnuntum böyledir. Britanya’daki Roma kentleri aşağı yukarı böyle inkişaf etmiştir. Onların üzerinde ortaçağların, barok dönemin ve endüstri devriminin büyükleri gelişmiştir.

Ne Prut ne Küçük Kaynarca

ÇILGIN ÇAR’IN İŞİ

St. Petersburg düpedüz çılgın ve güçlü bir Rusya Çarı’nın işidir. Ondan önce koca Rusya kıtasının doğru dürüst denize açılan bir ucu yoktu. Henüz Karadeniz Rusya’ya kapalıydı. Karlofça Antlaşması’nın Karadeniz kapılarını kendisine açtığı Rusya; 1711’de bu imkânı Prut’ta tekrar kaybetti. Petro’ya kalan hedeflediği batı Avrupa’ya yönelmek için İsveç’ten eline geçen tek yerdi St. Petersburg kalesi. Kalabalık bir milletin angaryaya alışık köylüleri ve Çar’ın bitmeyen enerjisiyle Petersburg 27 Mayıs 1703’te resmen kuruldu. Hemen yanı başındaki Kronstadt yeni Rusya’nın deniz üssüydü. Rusya’nın henüz uzak doğudaki büyük okyanusa açılma imkânı ise henüz yoktu. Moskova’nın Rusya’yı Batı dünyasına açamayacağına inandığından St. Petersburg’un inşası bir çılgınlıkla ortaya çıktı. Bu barok şehir Avrupa şehirlerinin en gencidir ve ona karakterini veren ünlü şair Puşkin’in “Seviyorum seni Petro’nun eseri” diye haykıran “Mednyi Vsadnik–Tunç Süvari” adlı şiirinde vurgulanan bir enerji ve hırsın şekillenmesidir.

Haberin Devamı

ÜVEY ANNE KATERİNA

St. Petersburg’a ikinci çehresini kazandıran Çariçe II. Katerina’dır. Bu Alman prensesi Rusya’nın çariçesi oldu. Onu çok sevdi ama sevdiği çocuğunu yanlış anlayan bir üvey anne gibiydi. Ortaya çıkan eser bir eşitsizliğin anıtlaşmış halidir. Volga kıyısındaki eski Rusya şehirleri hatta eski başkent Moskova bile bütün 18. asır boyu Petersburg’a hizmet etmek, varlığını oraya dökmek zorundaydı. Puşkin ve Tolstoy gibi ailelerin konakları orada yeniden inşa edildi. Okullar oraya yapıldı. Devlet dairelerinin büyük kısmı nakledildi. Çok uzun bir zaman şiddetli kışlarda aç kurtların sokaklara inip sakinlere saldırdığı bu kentte kısa zamanda bir kalabalıklaşma meydana geldi. Rus Bilimler Akademisi ve üniversite de burada hayata doğdu. Sanat hayatı buraya kaydı. Rusya sanayi burada gelişmeye başladı ama Güney’e ve Doğu’ya kaydı.

Haberin Devamı

Petersburg’un bir yeni çehresi daha ortaya çıktı. Çarın muhafız alayları ve yeni doğan aristokrasinin Batı hayatına geçmeye başlayan hatunları (dvaryankalar) ile Anna Karenina’nın ortamı doğmaya başlamıştır ama Petersburg’u önemli Avrupa başkenti yapan Çariçe II. Katerina’dır. Sarayın kenarına inşa ettirdiği 3. bölüm ki ‘Hermitage’ (yani münzevi bir rahibin yuvası) dediği yer, kısa zamanda onun resim, heykel koleksiyonları ve satın aldığı Voltaire’in kütüphanesi gibi kitaplıklarla doldu. Çariçe orada yazıyor ve okuyordu. Akademinin reisi bir kadındı Yekaterina Vorontsova-Dashkova. 18. asır Petersburg’un ve Rusya soylularının altın asrıdır. Hayat çok değişmişti. Uzaktaki Rus köyünün değişmesi için çok daha fazla zaman lazımdı. Hatta üç asır daha geçecekti. Petersburg’un her köşesi tarih dolu ve bu tarih çok yakın zamanda oluşan bir dünya tarihi parçası.

Haberin Devamı

ŞEREH’İN TÜRK PETERSBURG’U

Tarihçi Dmitriy Şereh’in “Türk Petersburg” adlı eseri Rusya tarihi içinde Osmanlı tarihinin önemini belirtiyor. 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması 26 Temmuz’da imzalandı. 5 sene sonra antlaşmanın 250. yılı olacak. Karlofça’dan sonra Türk tarihini bunun kadar etkileyen başka bir anlaşma yoktur. Çeşme’de donanmanın yakılması, öte taraftan yer yer görülen Osmanlı zaferleri yanında Rus General Aleksandr Suvorov tarafından İsmail Kalesi alınmış ve aynı komutan Emelyan Pugaçev isyanını kanla bastırmıştı. Nihayet Polonya’nın istiklalini korumak için başlayan savaşın 1774’te felaket bir antlaşmayla noktalanması bunları izledi. Gerçek şu ki Küçük Kaynarca Antlaşması’yla Rusya, bütün Ortodoks tebaa üzerinde bir koruyuculuk elde etti. İşin bir de öbür tarafı var: Osmanlı İmparatorluğu da halife sıfatıyla Rusya’daki Müslümanların üzerinde paralel bir statü elde etmiştir. Hilafet unvanı Osmanlı hayatında bundan sonra çok fazla vurgulanan bir kurum haline dönüştü.

Haberin Devamı

KUVVET DENGELERİ KAYIYOR

Bugünlerde uçak krizinden beri ara verilen Türk-Rus Forumu, St. Petersburg’da tekrar toplandı. Diplomatik hayatın, ilişkilerin ve kullanılan dilin yeknesaklığı içinde devam eden bu iki günlük toplantının ilişkilerde hiç beklenmedik sonuçlar getirmesi mümkün. Rusya ile Türkiye’nin sanayi, ticaret ve kültürel hayatta ilişkilerinin vazgeçilmez olduğu açıktır. Dünya ne 1711 Prut Cengi’nin ne de 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’nın dünyasıdır. İlişkiler ve kuvvet dengeleri çok başka yerlere kayıyor.

Ne Prut ne Küçük Kaynarca

ÖZLENECEK, İZLENECEK SİMA

GEÇEN hafta cumartesi Ankara’da Türk iş ve mühendislik dünyasının çok önemli bir üyesi Cemil Erol Özman sonsuzluğa uğurlandı. Bir Rumelili göçmeni ailenin çocuğuydu. Babası askeri veterinerdi. Erol Özman ilkokul çağındayken babasıyla birlikte Afganistan’ın gelişimine yardım eden grubun içinde Kabil’e gitti. Orada geçirdiği yılların üstüne veteriner babayla Anadolu’da da muhtelif yerler gezdi. Hiç şüphesiz Robert Kolej eğitimi ardından ABD’deki Illinois Teknoloji Enstitüsü’nde mühendislik diploması ve oradaki şirketlerde çalışmaya rağmen geri dönüşte bu yurdu tanımanın payı vardır. Genellikle göç olayında Türkiye’yi iyi tanımamak rol oynuyor. GAMA’nın kurucu ortağıydı. Bu şirketi takdir etmemiz gerekiyor. Yenikapı kazılarında ortaya çıkan Theodosius Limanı ve Konstantin Suru, gemiler ve yerleşim noktası şirketin fedakârlığıyla arkeoloji dünyamıza kazandırıldı. Pekâlâ bazıları gibi hafriyat sırasında tahrip yolunu seçebilirlerdi. Antakya’daki Hilton gibi bu tip girişimler iş dünyasındaki kültürel girişim ve kültüre değer vermenin ifadesidir. Erol Özman tarih ve sanatı seviyordu. Eşi Mine Hanım’la Ankara’nın sanat hayatında galerileri ve sergileriyle çok önemli katkıları oldu. Çelebi, cana yakın bir dosttu. Hiç şüphe yok ki bu özellikleriyle özlenecek bir simadır. Arkasında kalan şirketin ve mühendisliğin onun ilkeleriyle devam etmesi umulur.

Yazarın Tüm Yazıları