Herkese üniversite eğitimi

YÖK acayip bir şey yaptı... Bunun kontenjanı doldurulamayan vakıf üniversitelerine hizmet vereceğine hiç şüphe yok.

Haberin Devamı

ÜNİVERSİTELER dünyada garip bir eşitlik anlayışı dolayısıyla herkesin dahil olması ve diploma alması gereken kurumlar olarak anılmaya başlandı. Şüphesiz ki bu eğilimde de ifrad ile tefrid var. 1960’larda ünlü Alman-Britanyalı sosyolog Ralf Dahrendorf Almanya düzeyinde “İşçi sınıfı çocuklarının ancak yüzde 5’i üniversiteye gidiyor” diyordu. Bu tenkit, oran ve sayı itibarıyla düzelme yolunda adımlarla karşılaştı ama işin kolayına da kaçıldı ve üniversiteler kalabalıklaştı, eğitimin düzeyi düştü.

Herkese üniversite eğitimi

BATI’DAKİ KABUL SİSTEMİ

Batı Avrupa üniversitelerine kabul için farklı sistemler var. Bunlardan birincisi “numerus clausus”u (kontenjanlı alım) uygularken talebinin orta tahsil notlarına ve “bakalorya” veya “matura” dediğimiz lise mezuniyet olgunluk imtihanının neticesine önem veriliyor. Fransa ise daha değişik sistem uyguluyor. “Grandes écoles” dediğimiz, Fransa’nın medar-ı iftiharı olan birtakım yüksek okullara açıkça imtihanla öğrenci kabul ediyor. Bu bizim eski Teknik Üniversite ve Mekteb-i Mülkiye sınavı gibidir. Üniversitenin Hukuk ve Tıp fakülteleri içinse böyle bir imtihan söz konusu değil, herkesi alıyor. Ama birinci sınıfı geçen Allah’ın kulu pek sınırlıdır. Mühim olan az kişinin geçmesidir; geçerli not ve kontenjan ona göre tespit ediliyor. Kimi talebe ilk sene ayrılıyor, kimi de üst üste çakıyor ve “Daha başka yere gidiniz” temennisiyle okulla ilişiği kesiliyor. Gaddar bir sistemdir ama üniversite kapısı sözde herkese açıktır. Çalışan insan yapar, yapmayan bizi alakadar etmez söylemi ve mantığının hâkim olduğu görülür. Amerika’da ise üniversite Harvard, Yale, Chicago gibilerin yanında argo tabiriyle en “beleş üniversiteleri” bile aratacak birtakım kurumlardan ibarettir. Buralarda iş “okuyanlar hesabını kendi bilsin, kendi karar versin” mantığıyla gider.

Haberin Devamı

VARLIK GÖSTEREMİYORLAR

Türkiye’de üniversiteler devletindi. 1982 Anayasası vakıf üniversitelerine cevaz verdi; yani kâr gütmeyen vakıflar. Bir üniversitenin gerçek vakıf mantığıyla toplum hizmetinde bulunması veya bu ilkeden uzak kâra doğru yönelmesini tespit etmek ve “Gerçekten kâr amacı güdülmüyor mu?” sorusuna cevap vermek kolay değil. Ama şurası gerçektir ki bir elin parmaklarıyla sayılmayacak ve gerçekten ismi dünyada yer edinmiş başarılı bazı üniversiteler dışında bunların bir değerli varlık gösterdiğini söylemek mümkün değil.

Haberin Devamı

ŞÜPHESİZ VAKIFLARA HİZMET

Kimlerin nasıl girdiği, ne kadar ücret verdiği ve çıktıktan sonra ne iş yapacakları endişesi kimsede yok. En başta burada okuyanlar da yok. Zira çıktıkları zaman iş verileceğini düşünüyorlar. Daha beteri bunların bazılarının yerleşmesi doğrudan doğruya başarı endekslerinin dışındaki kıstaslara göre gerçekleşiyor. Devlet memuriyetine alımda siyasallaşmanın ölçüsünü burada tartışmaya gerek yok. Son çıkan kararla YÖK daha acayip bir şey yaptı. Herkesi üniversiteye alalım; yani bir evvelki sene sistemden elenen miktarı 765 bin 744 bin kişiyi (bunların bir kısmı çok düşük puan alacak kadar cevap vermiş, sıfır almış, bazısı imtihana dahi girmemiştir). Evvelki senelere göre bu aynı minval üzere gitmiş. Bu durumda “Puan alamayanlara da yüksel tahsil imkânı verelim” diye pek tatlı görünen bir slogan var. Bunun kontenjanı doldurulamayan vakıf üniversitelerine hizmet vereceğine hiç şüphe yok. Uzak vilayetlerdeki birkaç devlet üniversitesi de bu çıtanın altına girebilir. Kim nereye, nasıl girer, nasıl tahsil görür ve sonra nereye, nasıl kapağı atar meçhul konulardır.

Haberin Devamı

Batı Avrupa toplumlarındaki gibi liyakat ve bilgiye önem verilmediği çok açık. Türkiye halkının maalesef son FETÖ olayında da görüldüğü gibi beleş iş bulma ve bir yere yerleşmekten pek rahatsız olmadığı da çok açık. Bu konuda birçok toplumda da eğilim var. Fakat oralarda bu tip bir eğitimin yılları ve ailenin birikimini boşuna harcamaya değmeyeceği mantığı mevcutken; bunu bizim halkımız henüz pek dikkate almıyor.

BU HAZİN BİR TECELLİ

Bu kadar üniversitenin öğretim kadrolarının nasıl doldurulduğu günün tartışma konusu. Birtakım dalların gerekli öğretim kadrolarını, kütüphane ve laboratuvarı sağlayamadığı açık. YÖK’ün üniversite kurulurken yeterince titiz davranmadığı, teşhis sistemini iyi işletmediği de söyleniyor. Bu konuda bir sorgulamaya da muhatap değiller. Kimseyi derinlemesine suçlamak niyetinde değiliz; maalesef şartların çıkmazını ve biriken sorunları kolay yoldan çözme eğilimimiz hepimizde mevcut. Bu sorumsuzluk şu veya bu partiye ait değil. 50 yıldır nesiller bu şekilde hayata hazırlanmaya çalışıyor. Sonunda gittikçe bunalıma düşen, istikbalden ümidini geçmiş ve kendisini kandırılmış hisseden bir gençlikle karşı karşıyayız.

Her yurtdışına gidenin rahat yaşamak özlemiyle ve kafasında kavak yelleri eserek gittiğini söyleyemeyiz. Bunların önemli bir kısmı da gerçekten daha iyi eğitim görmek ihtiyacıyla terk-i diyar eyliyor ve çoğu geri gelmiyor. Bu hazin bir tecellidir. YÖK’ün bu uygulamalardan vazgeçmesinin uygun olacağını düşünüyoruz.

Haberin Devamı

KÖYLÜYÜ ÇİFTÇİ YAPAMADIK

İKİNCİ
Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan köyden şehre göç ilk anda artan nüfusun tüketimini karşılamak bir yana, tarımdaki arazi ve makineleşme imkânlarının kırsal nüfusu dışlaması nedeniyle hızlandı. Şimdi ise giderayak Türkiye tarımının dengesini sağlayacak nüfusu tutabilecek yapısının gelişmesine rağmen göçün devam ettiği görülüyor. Burada maalesef köylülerin “çiftçileşmesi” dediğimiz mekanizmaların yetersizliği ve genç nüfusun tarımı sürdürecek özgün bir eğitime kavuşamaması rol oynuyor.

Herkese üniversite eğitimi

KIRDA DA ŞEHİRDE DE EĞİTİM VEREMİYORUZ

Şu anda kırsal nüfus hakkında kesin verilere dahi sahip değiliz. Kırsal yerleşmelerin birçok yerde büyükşehir belediyelerine ve kalabalık kasabalara entegre edilmesi idari gerçeği ifade etmediği gibi bu konudaki yatırım ve planlamayı da engelliyor. Yapısını ve kapasitesini (nüfus ve doğum oranı) iyi bilemediğimiz yerler için konuşmak ve değerlendirme yapmak zordur.

Haberin Devamı

Gençlere tarımsal bir eğitimi veremiyoruz. İnsanlar şehirde “Ne iş bulsak daha iyidir” mantığıyla hareket ediyorlar. 21. yüzyılın Türkiye büyükşehirlerindeki varoşların sorunları bir yönüyle 1950’lerdeki gecekondu mahallelerinden daha beter. Tabii elektrik ve su hizmetleri arttı ama verilmeye çalışılan eğitim için aynı şeyi söyleyemeyiz. Kısacası kırda eğitemediğimiz nüfusa şehirde de gerekli eğitimi veremiyoruz.

TÜRKİYE TARIMI DA GÖÇMENLERE MUHTAÇ

Bugünün Türk vatanı birçok Batı ülkesinde bulunmayacak kadar geniş arazi imkânına sahip. Ne var ki sulama imkânları ve su kaynaklarının kullanılışı hiç de ilmi değil. Bazı tarım türleri gereksiz ve suyu tüketen ürünlerin kazanç için tarım üretimi kapasitesini işgal etiği fakat Türkiye coğrafyasının verimliliğini azaltmaya başladığı görülüyor. Konya, Aksaray ve civar bölgelerde bunu görmek açık, Akdeniz dünyasının en bereketli ve en geniş ovası Çukurova’da ise hazin örneklerle görüyoruz.

Niçin tarımsal eğitim düşüyor? Köylüyü çiftçi yapamadık. Şehir hayatından bıkan bazı emeklilerin organik tarıma geçmesi iyi bir eğilim ama bu nüfusun ciddi bir tedbir sayılabileceği, yeterli bir gelişme olmadığı açık. Devede kulak bile değil. Hayvancılık bu şartlarda adam akıllı gerilemiştir. Kısacası Türkiye tarımı ve hayvancılığı göçmenlere muhtaç ama sınırlara rastgele yığılan siyasi mülteciler değil. Bildiğimiz, tanıdığımız, yönlendirebileceğimiz göçmen nüfus bu sorunu halledecektir. Kuru göçmen karşıtlığı değil, benimsemek ve bir arada yaşamamız gereken göçmenleri tespit etmemiz gerekiyor.

Yazarın Tüm Yazıları