Eskinin neyine özlem duyalım? (3)

Ülke yönetimini 100 birim olarak düşünürsek, vesayet odaklı parlamenter sistemde, milli irade (parlamento ve hükümet) bunun yalnızca 20 birimlik kısmında söz sahibiydi.

Haberin Devamı

Geride kalan 80 birimlik kısmında, dışarıya endeksli içerideki vesayet odakları hükümrandı. Diğer bir deyişle, davul seçilmişlerin boynunda ancak tokmak başkalarının (askeri ve sivil bürokrasi) elindeydi.

Mahut sistemde, ‘kerameti kendinden menkul’ sözde bir derin devlet algısı vardı. O zihniyete göre ‘devlet’ kutsaldı ve seçilmişlere emanet edilemeyecek kadar ‘korunaksızdı’!

TSK İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesini asker, ihtilal gerekçesi yaptı. Kenan Evren bunu savunmasında söyledi. Bu maddede “Silahlı kuvvetlerin vazifesi, Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumaktır” diyor.

İdraki vesayetle şartlanmış o kafa, bu kanunla TSK’yı TBMM’nin üstünde görüyor ve kendilerini ev sahibi, seçilmişleri de kiracı addediyordu.

Haberin Devamı

Halbuki demokratik bir ülkede bu kanunun bu şekilde anlaşılması için insanların akıllarını peynir ekmekle yemeleri gerekirdi.

Cumhuriyet’in kuruluşundan 1960 darbesine kadar Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanlığı’na bağlı iken, 1961 Anayasası’yla sözde Başbakanlığa bağlandı. O nasıl bağlanmaksa, ülkenin başbakanının Afrika’nın herhangi bir yerindeki darbeden haberi oluyor ama kendisine bağlı(!) askerin darbesinden haberi olmuyor, olamıyordu.

Demokratik bir ülkede bu kanunun anlamı: TSK, jandarma ve polis teşkilatları sizin (hükümetlerin) güvenlik birimlerinizdir, bunlarla olayları önleyeceksiniz. Durum ağırlaştıkça OHAL ve sıkıyönetim ilan edip bu güçleri kullanırsınız.

Yani siyasi otorite orduyu göreve çağırır ve der ki “Gel, burada bunu yap ve işi bitir.”

Demokrasilerde anayasal düzeni ortadan kaldırmaya ve hükümetin görevini yapmasını engellemeye yönelik hiçbir güç olamaz. Olduğu takdirde, bu Cumhuriyet’i korumak ve kollamak olmaz, bilakis yıkmak olur.

Nitekim öyle oldu ve her bir darbeyle ülkemiz onlarca yıl geri gitti.

Sözde ‘korunaksız’ devletin başı (Cumhurbaşkanlığı makamı) da adeta askerlere tapuluydu. Bu yüzden her cumhurbaşkanlığı seçiminde kriz yaşadık.

Bu nasıl “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” anlayışıdır ki, TBMM’nin etrafını tanklarla sarıp cumhurbaşkanı seçtirilir? Sonraki her cumhurbaşkanlığı seçiminde, başbakan ve parti liderlerine isim dikte ettirilir ve onun seçilmesi sağlanırdı.

Haberin Devamı

Seçim esnasında, seçilmişlere gözdağı vermek için de generaller TBMM localarını doldururdu.

Atanmışların çoğunlukta olup hesap sorduğu, seçilmişlerin ise adeta suspus oturup hesap verdiği ve ‘Politbüro’yu andıran MGK’yı hatırlayın! Böyle bir ülkede demokrasinin esamisi okunur mu?

Hatırlayın: Daha düne kadar, asker ve sivil ne kadar atanmış varsa bunlar hancı, seçilmişler ise yolcu olarak görülüyordu.

Bu absürt durum dışarısının da işine geliyordu. Zira ‘bizim çocuklar’ dedikleri içimizdeki aymazlara, her istedikleri zaman ‘iyi işler başartarak’ darbe yaptırıyorlardı.

Darbe özlemcilerinin sloganlarına bakar mısınız: “Ordu-millet el ele!”

Kime karşı biliyor musunuz? Milletin çoğunluğuna ve o çoğunluğun seçtiği hükümete karşı.

Haberin Devamı

Bundan daha vahim bir ayrımcılık ve ötekileştirme olabilir mi?

Ama gelin görün ki o kafa, tüm bu yaptıklarını görmezden gelir ve karşısındakini suçlar.

 

Yazarın Tüm Yazıları