O marşın ilk kıtasını da birlikte okursak eğer

GÜZEL bir konuşmaydı...

Haberin Devamı

Ben de alkışladım...

Cumhurbaşkanı Harp Okulu mezunlarının töreninde yaptığı konuşmada Harbiye Marşı’ndan bir bölüm okudu...

O marş hepimizin gönlünde çok özel bir yere sahiptir...

***

Cumhurbaşkanı marşın son dörtlüğünü okudu.

“Şahikalar üstünde meydan okur bu erler,

Yaklaşacak düşmana mezar olur bu yerler,

Bağlayamaz bir kuvvet bu kasırga milleti,

Tarihlere sorun ki bize ‘Ölmez Türk’ derler.”

***

Ne güzel değil mi...

Daha 5 yıl önce “Türk” kelimesini lügatlerimizden silmek isteyen rüzgârlar eserken, şimdi o kelimeyi göğsümüzü gere gere kullanıyoruz.

***

Şimdi ben de diyeceğim ki...

O marşın son dörtlüğü üzerinde anlaşmışsak eğer...

Ordumuzun 1928’den beri söylenen bu marşının son kıtası hepimiz için aynı manayı ifade ediyorsa eğer...

***

O zaman gelin, Harbiye Marşı’nın ilk dörtlüğünü de aynı coşkuyla, hep birlikte söyleyelim:

Haberin Devamı

“Kanla, irfanla kurduk biz bu Cumhuriyeti,

Cehennemler kudursa, ölmez nigâhbanıyız.”

***

Hangi Cumhuriyet o...

Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet...

 

BİR GÜN 10’NCU YIL MARŞI’NI DA HEP BİRLİKTE SÖYLEYECEĞİZ
BUGÜN Harbiye Marşı’nı muhafazakârı, laiği, moderni, Cumhuriyetçisi aynı duygularla söyleyebiliyorsa...

Milli kültürümüzün en güzel marşlarından biri olan Onuncu Yıl Marşı’na da milletçe aynı manayı verebilir, aynı duyguyla sahip çıkabiliriz.

Eğer Cumhuriyetimizin ilk 10 yılında bu ülkeyi demir ağlarla ördüğümüzü anlatan bu marş hepimiz için dünün başarılarına bir saygı duruşu manasına geliyorsa...

Bu marşı bugün de, yarın da, Cumhuriyetimizin her 10 yılında başarılan işlere bir saygı duruşu haline getirebiliriz.

Demirel’in barajlarına...

Ecevit’in çalışan haklarına, demokrasiye ve Kıbrıs davasına...

Turgut Özal’ın liberal ekonomi devrimlerine...

Erdoğan’ın duble yollarına, enerji yatırımlarına, Osmangazi köprülerine, Marmaray’larına...

Bir milletin vefası olarak...

 

ARINÇ’A İLK TAŞI EN GÜNAHSIZIMIZ ATSIN
BAKIYORUM herkes Bülent Arınç’a yükleniyor...

Ne yaptı Arınç...

Öyle fazla abartılmamış bir gerçeği, fazla abartılmış bir cümleyle ifade etti...

Haberin Devamı

Dünün gerçeğini anlatan O abartılmış cümleyi recm etmek gerekiyorsa eğer...

Bırakalım da ilk taşı en günahsızımız atsın...

Yani hayatı boyunca FETÖ’ye karşı mücadele eden, lehine iki kelime bile yazmamış kim varsa o atsın...

Ben en günahsızlardan biri olmadığım için, ilk taşı eline alanlara katılamıyorum...

 

O marşın ilk kıtasını da birlikte okursak eğerÜLKÜCÜLER DE KENDİ AHMET’İNİ BULDU
ÜLKÜCÜ camiada bir Ahmet Şafak rüzgârı esiyor...

Şarkılarının isimleri bile ülkücülere iyi geliyor...

“Ayyıldız Kolye”, “Yalnız Kurt” gibi şarkıları var.

Özellikle “Vay Delikanlı Gönlüm” şarkısı çok tutuluyor.

Ben daha çok “Reisler de Sever”i beğendim...

Şarkıların milliyetçi damarı iyi de, müzikalitesi üzerinde biraz daha çalışmasının, biraz daha enstrüman zenginliği katmasının iyi olacağını düşünüyorum.

 

Haberin Devamı

O marşın ilk kıtasını da birlikte okursak eğerKENDİMİ TUTAMADIM YİNE BİR PENİS HİKÂYESİ YAZACAĞIM
DURUN hemen kızmayın...

Bu defa ciddi bir hikâye...

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden...

Bakın penis olayı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin gündemine nasıl girmiş.

Üstelik de iyi okumuş, Columbia Üniversitesi’nden diploma almış, İngilizce, Arapça, Fransızca, Rusça ve Korece dillerini konuşan bir siyasetçinin penisi söz konusu olan...

Kasım Gülek 1950’li yıllarda CHP Genel Sekreteri olunca, iktidar partisi saflarında ona karşı bir kampanya başlatılmış.

Demokrat Parti milletvekilleri onun için “Sünnetsizdir” dedikodusunu yaymaya başlamışlar.

Amaç onun Hıristiyan olduğu dedikodusunu yaymakmış.

Oysa Kasım Gülek çok da inançlı bir Müslümanmış.

Haberin Devamı

Bu alehte propaganda öyle yayılmış ki, CHP’liler bunun seçim sonuçlarını bile etkileyeceği endişesine kapılmışlar.

Sonunda bu dedikodulara bir son vermenin yolu bulunmuş.

Kasım Gülek bütün Demokrat Partililere şöyle bir çağrı yapmış:

“Aranızda sünnetli olup olmadığımı merak eden varsa, göstermek için bir fırsat yaratmaya hazırım...”

Demokrat Parti saflarından kimse çıkmamış...

Ve bu dedikodu da böyle son bulmuş.

Bu arada, Meksiko City’deki Arkeoloji Müzesi’nde gördüğüm bu Aztek takvimi de çok ilgimi çekti.

Saatli Marif Takvimi gibi duvara asmışlar...

Demek ki her kültürün kendine özgü anlayışı varmış...

 

O İNSAN NİYE GÖZÜMDE HEP ‘OKTAY BEY’ OLARAK KALDI
TBMM’de geçen bu olayı Oktay Ekşi’nin yeni çıkan “Gazetecilikte Geçen O Yıllar” adlı kitabında okudum.

Haberin Devamı

Oktay Bey bu meslekte en saygı duyduğum insanların başında gelir.

O yıllara ait anılarını mükemmel bir olgunluk ve özeleştiriyi de içine katarak, kimseye haksızlık etmemeye dikkat ederek büyük özenle yazmış.

Çok büyük keyifle okudum.

Ona hep saygı duydum. Bu kitap saygımı daha da büyüttü.

 

O marşın ilk kıtasını da birlikte okursak eğerNEEE BU PANTOLONA 1750 LİRA MI VERDİN
YUHH diyeceğim...

Tamam Sabancı Ailesi’ndensin...

Tamam o parayı kazanmak için fazla alın teri dökmedin...

Yine de diyeceğimi diyeceğim...

Yani sırf yabancı ve tanınmış bir marka diye bu pantolona 1750 lira mı verdin...

Bak arkadaş sana bir tavsiye...

Türkiye’de herhangi bir AVM’ye gir...

Herhangi bir Türk erkek giyim markasının mağazasına gir...

Mavi’ye, Koton’a, Sarar’a, MUDO’ya, Damat’a, Kiğılı’ya, başka birine, hangisine istersen gir...

Eğer bu pantolonunun, üzerinde çok daha iyi duranını, 150 liraya alamazsan adam değilim...

Hemen kızma...

Bir gir şu dükkânlara...

Sonra karar ver...

Belki de şu cümleyi hatırlarsın.

“Ben o kadar pahalı giyecek kadar zengin değilim...”

 

O marşın ilk kıtasını da birlikte okursak eğerİŞTE BU LAFA BİTTİM
DENİZ Akkaya Posta gazetesinden Işıl Cinmen’e şöyle demiş:

“Yaşlanmaktan değil, eskimekten korkuyorum...”

Yaşşa Deniz Akkaya...

Vallahi de billahi de ben de aynı şeyden korkuyorum...

Eski püskü olmaktan...

Dikişlerimin atmasından...

İşte ondan korkuyorum...

 

MEDYA ŞEYTANININ ZİHNİNE BİR YOLCULUK
BEN dozu ayarlanmış “narsizmi” severim...

Ayıptır söylemesi bende de vardır biraz...

Ama bu duygu bendini aşarsa “agresif narsizme” dönüşür ki...

İşte o duygu bir de arkasına narsist ve güçlü bir iktidarı alırsa...

Resmen Tecavüzcü Coşkun’a dönüşür...

Etraf böyleleriyle dolu...

Kendimi onlara karşı korumak için ilginç bir kitabı okumaya başladım.

Christopher Berry-Dee’nin “Talking with Psychopaths and Savages...”

Yani “Psikopatlarla ve Vahşilerle Sohbet...”

Altbaşlığı da şöyle:

“Şeytanın Zihnine Yolculuk...”

Tahmin ettiğiniz gibi seri katillerle yapılan bir dizi sohbet ve onların zihin yapılarını anlamaya çalışan bir kitap.

Kitabın bir bölümünün başlığı da şöyle:

“Agresif Narsizm ve Psikopatlık...”

Bitireyim, size de anlatacağım.

Eminim, muhalefette ve iktidardaki medya seri katillerinin zihin yapısını anlamamıza da yardımcı olacak.

 

PAUL BEECHAM BÜTÜN AİLESİNİ NEDEN ÖLDÜRDÜ
PAUL Beecham adlı seri katil 1968 yılında bir akşam yarı otomatik tüfekle babasını, annesini, anneannesini ve dedesini öldürür.

Öldürme nedenini polise şöyle anlatır:

“Çünkü ondan çok sıkılmıştım.” 

Annesi ile anneannesini öldürmesi için de şunu söyler:

“Durmadan çığlık atıyorlardı ondan.”

Sonradan oraya gelen dedesini öldürme nedenini ise şöyle açıklamıştı:

“Çünkü geriye bir tek o kalmıştı...”

Şimdi anlıyor musunuz medyadaki malum seri katilin, işini her kaybeden gazeteciden sonra geriye kalan üç-beş muhalifi neden durmadan ihbar edip yok etmeye çalıştığını, onları “medeni ölü” ilan ettiğini...

Yazarın Tüm Yazıları