Güzel haber: En umut verici gelişme kanserde

1) NOBEL’den önceki en önemli ödül olan ‘EASA-Novo Nordisk’ ödülünü alan Prof. Gökhan Hotamışlıgil ile “İnsanın Göbeklitepe’si” dediği metabolizmaya yolculuğumuz bugün de devam ediyor.

Haberin Devamı

Dünkü bölümü kaçıranlara çok küçük bir özet vermek gerekirse, Prof. Hotamışgil, insanın geçirdiği evrim boyunca metabolizmanın bulduğu çareleri anlatıyordu. Bugün evrimin bize öğrettiği öteki şeyleri de konuşacağız.

2) STRES OLMAZSA HAYAT OLMAZ

Hocam, dün evrimden söz ettiniz. Ama evrimin doğal seleksiyon kısmını konuşmadık. Doğal seleksiyonun sizin alanınıza giren bir yanı var mı?
“Var elbette. Doğal seleksiyon dediğimiz şeyde bazı önemli faktörler var. Canlılar arasındaki çeşitlilik, değişikliklerin nesilden nesile aktarımı, adaptasyon, yarışma ve üreme gibi. Stres ve enflamasyon, uyum sağlanmasını tetikleyen, dürten uyarılar olarak görülebilir. Enflamasyon Türkçe’ye ‘yangı’ diye çevrilebilir ama tam anlatmıyor. İltihaplanma da diyebilirsiniz. Enflamasyon, organizmanın her türlü canlı-cansız yabancı etkene veya doku hasarına verdiği hayati yanıt. Enflamasyon yoksa savunma yok demektir. Aynı şey stres için de geçerli. Stres yoksa hayat yok. Tabii burada moleküler düzeydeki streslerden söz ediyoruz. Bunlar çok gerekli, ancak uzun süre ve yüksek dozda tahribat gücü yüksek olan silahlar.”

Haberin Devamı

Ama bunlar bize insan için çok zararlı şeyler olarak anlatıldı.1) “Aslında hücrelerimizdeki her şey, yararlı ve hayırlı bir iş yaptığına inanıyor. Ama kolesteroldeki gibi belli bir sınır geçilince bunlar düşmana dönüşüyor, zararlı silahlara dönüşüyor. Stres ve enflamasyon çok hayati iki savunma mekanizması. Ama sürelerinin kısa, dozlarının kontrol altında olması gerekir. Yani, yine metabolizmadaki mekanizmaya geliyoruz. Bir fren mekanizmasına.”

3) BOĞA YILANI 200 KİLO YİYOR DA BİZ NİYE O KADAR YİYEMİYORUZ

Dün bir de evrimin çare bulmaya çalıştığı şeyin açlık ve kan şekeri olduğunu söylediniz. Peki, açlığın stresle ilgisi ne?
“İlgisi şu: Açlık strese yol açar. Yemek de öyle. Piton 200 kilo yiyor, ama bunu nadiren yapıyor. Buna göre gelişmiş bir stres giderme mekanizması var. Biz de kendi boyutumuza göre 200 kilo yesek ne oluruz? Aş?r??strese gireriz, ?l?mc?lırı strese gireriz, ölümcül bir tablo ile karşı karş?ya kal?r?z. Kald?ramay?z bunu. Bizim uyum mekanizmalar?m?z buna uygun de?il. Do?al seleksiyon dedi?imiz mekanizman?n i?leyi?inde stres i?te bu nedenle ?ok ?nemli. Yani, de?i?ik canl?lar de?i?ik stres e?iklerine kar???savunmalar ve uyum sistemleri geli?tirip bunu nesilden nesile aktarm??lar.?ıya kalırız. Kaldıramayız bunu. Bizim uyum mekanizmalarımız buna uygun değil. Doğal seleksiyon dediğimiz mekanizmanın işleyişinde stres işte bu nedenle çok önemli. Yani, değişik canlılar değişik stres eşiklerine karşı savunmalar ve uyum sistemleri geliştirip bunu nesilden nesile aktarmışlar.”

Güzel haber: En umut verici gelişme kanserde

Haberin Devamı

4) SORUN BEYİNDE ÇÜNKÜ O 200 KİLO YİYEBİLİYOR

Ama bazılarımız çok yiyor, bazılarımız daha az. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?
“Evet, bazılarımız daha çok yiyor, bazımız daha az. Ama her halükârda 200 kilo yemiyoruz. Yani, bu anlamda birçok sistemin doğal seçim süreci dışında kaldığını düşünebiliriz. Bunun bir tek istisnası var. O da beyin. Öteki organlarımızın aksine beyinin yüklenme kapasitesi giderek ağırlaşıyor. Yani, o bilgi yüklenmesi açısından 200 kilo karşılığı olarak düşünülebilecek bir miktarı yiyor. Onun mideden farklı bir yükü var. Bilgi ve görsel yükleniyor. Bu yük artık her 10 yılda bir katlanıyor. Oysa yediğimiz yemek her 10 yılda bir katlanmıyor, hatta azalıyor. Bu varsayım ile şu an insanların en ağır stres altında olan ve en hızlı evrimleşmesi beklenen organının beyin olduğu düşünülebilir.”

Haberin Devamı

5) ÜZGÜNÜM AMA İNSANIN YAŞAMA SÜRESİ UZAMADI

Gelelim 70 yaşımda beni en çok ilgilendiren soruya... Hocam, hayatımız uzuyor mu?
“İyi haberden mi başlayayım, kötü haberden mi? Ama önce şu yanlışı düzeltelim: İnsanın azami yaşayabileceği süre aslında yüzyıllardır artmıyor. Çok eskiden de dünyanın bir köşesinde 120 yaşına kadar yaşayan bir insana nadir de olsa rastlanabilirdi. Bu rakam bugün de aynı. Yani, ulaşabileceğimiz azami ömür süresi değişmedi. İyi habere gelince şu: Azami uzun yaşayan insan sayısı arttı. Bu da ortalamayı yükseltti. Daha uzun yaşayan insan sayısının artması da belli nedenlere dayanıyor. En önemlileri antibiyotikler, aşılar, hijyen olarak sayılabilir. İlaçlar gelişti ve beslenme konusunda bilinçlendik. Açlık sorununu tamamen olmasa da -ki insanlık için utanç verici bir durum- belli ölçüde çözebildik. Bir de doğada insanı yok eden predatörler çok azaldı. Tabii bu tablo iki yönde de hızla değişebilir. Bu kötü ve iyi haberi, bir iyi bir de kötü kehanetle bitireyim. Umut verici haber şu: Bilim ve tıptaki ilerlemeler bu yaşam süresi tavanını zorlayabilir, yükseltebilir. Ama bir de karamsar kehanet var: Yeni ortaya çıkan iklim değişimi veya bakteri ve virüsler işleri bozabilir.”

Haberin Devamı

6) İNSAN BEDENİNDE BİR ÜST AKIL YOK

Öyle bir mekanizma anlatıyorsunuz ki insanın aklına Star Wars filmindeki o her şeyi yöneten eğri büğrü tuhaf yaratık geliyor. Beyinde her şeyi tek elden yöneten bir merkez var mı?
(Gülerek) “İnsan bedeninde öyle bir üst akıl yok. Yani, senin dediğin Star Wars filmindeki gibi bir yaratık yok. Ama bütün sistemi entegre eden, birbirine bağlayan ve inanılmaz bir mükemmellikte çalışan bir mekanizma var.”

7) BU YÜZYILIN GILGAMEŞ’İ SİZİN GİBİ BİLİMİNSANLARI MI?

Hocam, hayatınızda bir gün gerçekten bulmak istediğiniz en büyük şey ne?
“Yaşlanma ile ortaya çıkan hastalıkları durduracak bir şey bulmak isterim. Zaten yaptığımız bütün araştırmaların nihai amacı o...”

Yani, bu yüzyılın Gılgameş’i mi olmak istiyorsunuz?
“Gılgameş demek yanlış. O ölümsüzlüğü arıyordu. Bizlerse artık ölümsüzlüğün Yunan tanrılarına bile nasip olmayan bir şey olduğunu biliyoruz. Biz sadece yaşlanmayı geciktirmeyi arıyoruz. Yani, ölüme kadar sağlıklı olmayı.”

Haberin Devamı

8) İKİ GÜNLÜĞÜNE BİR DOLAR MİLYONERİ OLDUM

Para ödülü size çek olarak verilirken ben de oradaydım. Nobel Ödülü kadar büyük bir para ödülü bu. 1 milyon dolara yakın. Ne hissettiniz?
“Tabii ki bu çeki cebime koyunca biraz garip duygular hissettim. Ama para nedeni ile değil. Zaten sadece iki günlüğüne zenginim. Çünkü bu paranın küçük bir bölümü şahsıma. Gerisi, çalıştığım “Harvard Üniversitesi Sabri Ülker Araştırma Merkezi”ne aktarılacak. Tabii ki araştırmalarda kullanacağız ve bu iki günlük zenginliğimi böyle bir iş için kaybedeceğimden dolayı da çok mutluyum.”

9) İYİ HABER: TIPTA EN SEVİNDİRİCİ GELİŞME HANGİ ALANDA

En önemli soru: Bütün bu araştırmalardan sonra neredeyiz? O kadar uğraşıyorsunuz, çabalıyorsunuz, sofistike buluşlar yapıyorsunuz, bize faydası ne? Bize verecek umutlu bir haberiniz var mı?
“Metabolik hastalıklar konusunda çok ilerleme var. Ama ne yazık ki diyabet gibi metabolik hastalıkların oranı azalmıyor, tam aksine artıyor. Buna çare bulmaya çalışıyoruz. En büyük ilerleme kanser araştırmalarında. Yani, kanser yavaş yavaş tedavi edilebilir hastalıklar sınıfına girmeye doğru gidiyor.”

10) İŞTE O HÜCRENİN ÜÇ BOYUTLU İLK FOTOĞRAFI

Hocam, bana gösterdiğiniz o çok heyecan verici hücre videosunu yayınlayabilir miyiz?
“O video gerçekten bizim için en heyecan verici gelişmelerden biri oldu. Daha üzerinde çalışıyoruz. O nedenle şimdilik kamuoyu ile paylaşmıyoruz. Ama çok önemli bir şey daha yaptık. O hücrenin üç boyutlu bir görüntüsünü de aldık. Onu sizinle paylaşabilirim. Videoyu da tabii ki bu çalışmayı sonuçlandırdığımızda yayınlayacağız.”

Ve son soru. Hocam bütün bu araştırmaları yapan bilim insanı inançlı olabilir mi?
“Tabii ki olur. Dün de söyledim. Bilimle inancı karşıt şeyler gibi göstermek yanlış bir şey.”

TEŞEKKÜRLER

Ödül töreni gibi çok yoğun bir program içinde bana iki gün boyunca büyük zaman ayırıp bu heyecan verici gelişmeleri anlatan, çok teknik bir konuyu popülerleştirme çabama sabırla cevap veren Prof. Gökhan Hotamışlıgil’e...

Bu programı izleme sırasında bana her türlü yardımı yapan “Sabri Ülker Vakfı” yönetim kurulu üyesi Ali Ülker ve Genel Müdür Begüm Mutus’a teşekkür ederim.

Yazarın Tüm Yazıları