Erol Aksoy

Ali İhsan Göğüş vardı

8 Ağustos 2011
ALİ İhsan Göğüş ölmüş, 88 yaşında. Bir vakitlerin gazetecisi, siyaset adamı, bakan.

“Ne ilgisi var şimdi, sanatın sıkışıp kaldığı köşe yazısında bir siyasetçinin!” diye düşünür mü kimileri! Olsun, hele yazalım da...

***

İlber Ortaylı, Milliyet’deki yazısında “Özlenecek bir devlet adamıydı” diyor.
“Özlemek” bir duygudur. Tanır, bilir, benimserseniz, bir de duygu değerleriniz örselenmemişse özlersiniz kişiyi.
Ali İhsan Göğüş’ün ölümünün -üstelik 1960 öncesi basının önde gelen kişilerinden biri idiyse o- yayın ortamında yankı bulmaması, Cumhuriyet değerlerinin ne denli değişip yok olduğunun bir göstergesi olsa gerek.
“Cumhuriyetin top sesleri arasında doğdum” dermiş Ali İhsan Göğüş. Türkiye Cumhuriyeti’ne giden yolda bağımsızlık savaşımına katılmış,  Atatürk değerlerine yürekten inanıp bağlanmış Gaziantep’in “köklü” bir ailesinden gelen Göğüş’ün “bir köşeye çekilme” ile noktalayıp, sürdürdüğü yaşantısı, “demokratik gelişme”nin değişimlerinin çelişkilerine saplanıp kalmış olmalı.
“Dünya”, “Cumhuriyet” gibi gazeteleri yönet, 1960 öncesi “demokrasi kavgası”nda önemli yeri olan “Akis” yanında “Kim” dergisini yayınla, İsmet İnönü’nün bulup çıkardığı “genç” bir değer olarak siyaset sahnesinde yerini al, Türkiye’nin ilk Turizm ve Tanıtma Bakanı ol, “tatil köyleri” oluşumunun yolunu aç ve kendini unutulmuş bir köşede bul!

Yazının Devamını Oku

Çözüm: İmece

1 Ağustos 2011
Demiştik ki, “Devlet’in sanatçısı var, mülkü yok; Yerel’in yeri var, sanatçısı yok!”

Ve “diplomalı sanatçılar”  biri Devlet’e biri Yerel’e doğru,  iki yana açılmış elleriyle beklemekte “iş” diye, sayıları gün geçtikçe arta arta.
Ne Devlet’te aralanan bir kapı, ne Yerel’de bir muştu!
Böyle sürüp gidecek mi bu tıkanmışlık?

***

İstanbul’u mesken seçenler, dar da olsa, bir yol bulmuşlar gibi görünüyor. Bir araya gelen kızlı erkekli  işsiz kimi “diplomalı tiyatrocular”, 50 kadar sandalyenin sığacağı bir yer bulup “tiyatro” yapıyorlar.
Onları ayakta tutan, var olma yolunda bir kafa tutuş. Bir “imece” oluyor sanki emekleri.
İzmir bir örneğini yaşadı bu “imece”nin: “İşsizler Orkestrası”. Konserler verip salonları doldurmuş olsalar da, sürekliliği sağlayacak bir “can damarı” bulamadıklarından Anakent Belediyesi’nden “kadro” bekler duruma düşüverdiler.

***

Yazının Devamını Oku

Bakan Günay’da ‘Hayır’ yok (2)

25 Temmuz 2011
Şu “hayır”ın oynaklığını bir yana koyup bir Kültür ve Turizm Bakanı çıkarmış olmakla İzmir -sanattan yana- nice hayırlı gelişmelerin ortaya çıkacağı bir kent olacak mıdır?

Bir tuhaf “çelişki” aşılabilirse!
“Bakan” olan “genel” bakar; söz konusu bir “kent” ise yaklaşım, “yerel” oluverir.
Ve “insana yatırım” yapılacaksa, bu, Bakan’ın işi midir yoksa Yerel Başkanlar’ın mı?

* * *

Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı İzmir’de üç temel sanat kurumu var: Devlet Tiyatrosu, Devlet Opera ve Balesi ile Devlet Senfoni Orkestrası.
Anakent ile İlçe Belediyeleri’nin yoktan varettiği hiçbir sanat kurumu yok.
Tuhaflık şurada ki, başı “devlet” olan kurumların “devlet mülkü” yerleşik bir yerleri yok; ne sahneleri, ne çalışma yerleri, ne dekor-kostüm işlikleri. Şaşırtıcı gelmesin ya,  Anakent ile İlçe Belediyeleri bir hayli “kültür-sanat merkezi” inşa etmiş de, ne sanatçısı ne kuruluşu var!

Yazının Devamını Oku

Bakan Günay’da ‘Hayır’ yok (1)

18 Temmuz 2011
ŞU “hayır” da ne cilveli bir sözcüktür! Kutsar gibi bir dilek olup gelir, ya da olmazlığın en kestirmesidir.

Önceleyin Bakan Ertuğrul Günay’ın Kültür ve Turizm Bakanlığı ‘hayırlara vesile olsun’ diyelim de...
Geneli bir yana koyup “özel”e indiğimizde –hele varsa iki özel- şu “hayır” nasıl bir anlama bürünüp gelecek acaba İzmir’e!

***
Partisinin İzmir çıkarmasıyla aktarılıp İzmir Milletvekili seçildi Sayın Günay. Bu seçimin de seçilmişliğin de “özel” bir anlamı olmalı diye beklemede seçenler. Beni “Kültür ve Turizm”in “kültür” yanı ve daha “özel” bir yaklaşımla “sanat” yanı ilgilendirdiğinden beklentim “hayıra hayır”dan yana ağır basıyor.
Şu adı var ya bakanlığın, Kültür ve Turizm, kuşkum bu yüzden. Birbiriyle pek “ilişkili” imiş gibi görünen “kültür” ile “turizm”, bir bakanlık içine sokulunca, turizm kültürün sanki “can” düşmanı oluveriyor. Hele yanı yöresi eşi az bulunur eski uygarlıkların kalıntılarıyla dolup taşan İzmir söz konusuysa.
İzmir’in nesine gelir turist? Denizine dalıp Kordon’da güneşin batışını seyretmeye değil herhalde.
Turizm, hiç tartışmasız, yabancısı yerlisiyle “tur” yapanı –dönüp dolaşanı- arttıkça ülkenin vazgeçilmez gelir kaynaklarından biri.

Yazının Devamını Oku

Eczacıbaşı’nın ŞİFA’sı (2)

11 Temmuz 2011
SORALIM mı öylesine: “Dert” yoksa “şifa” aranır mı? Yine de vardır birileri; doksan dokuzunun hiç derdi değildir de o kendine dert edinir.

Şaşılası şey! Hele varlıklıysan, ola ki dünyanın binbir derdi ile uğraşmak da varsa bir yanda, değil 99 kimbilir kaç 9 bin 99’un tasası olmayan şeyden sen kendine yeni bir dert  yarat!
 Süleyman Ferit Eczacıbaşı’nın 1911 yılında Kemeraltı’nda açtığı Şifa Eczanesi’nden çıkıp gelen, işte böylesi bir dert. İzmir’deki adıyla “İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı”.

 Şu Ezcazıbaşılar, onca işin arasında niye kalkışmışlar da dert edinmişler İstanbul’dan sonra İzmir’de “sanatlar üzerine şenlik” düzenlemeyi! Süleyman Dede “Yurdunuzdan aldığınızı, yine yurdunuza veriniz.” demiş de, sanki kendi alanlarında yaptıkları yetmemiş gibi, oğul Dr. Nejat F. Eczacıbaşı,  “Yaşamın anlamı, her şeyden çok sanat yoluyla kavranabilir.” deyip üstelemiş, düşmüş bir yola.
 Kendilerine “dert”, ya “şifa”sı kime?
 Soralım öyleyse: Yaz aylarında dünyaca ünlü sanatçıları izleyip dinlemek kaç İzmirli’nin derdi ki, şu 25 yıldır sürüp giden “Uluslararası İzmir Festivali” bir “şifa” olsun?

***        

Güzel sanatlardan yana “ihtiyaç” sayıya vuruldu mu sonuç Afrika olur! Türkiye, Afrika’da bir Sudan, ya da Asya’da bir Suudi Arabistan, tut ki komşu İran!

Yazının Devamını Oku

Eczacıbaşı’nın ŞİFA’sı (1)

4 Temmuz 2011
İZMİR Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı(İKSEV) “Festival Sizi Çağırıyor” deyip, Philharmonia Orkestrası eşliğinde Gülsün Onay’ın Ulvi Cemal Erkin’in piyano konçertosunu çalışıyla Uluslararası İzmir Festivali başlamış, 20 Haziran’da.

25’inci imiş bu. “25’inci” mi desek!. Festival’in başladığı 1987 yılında doğanlar 25 yaşında şimdi!
 Ben 76’ımda ancak 25.’sinde tanışabildim Festival’le. Benim adıma ne duyarsızlık!
 Ya da İKSEV adına, ne içine kapanıklılık.
 Oysa benim Eczacıbaşı Sanat Şenlikleri ile tanışmam 1973’e rastlar. Nejat Eczacıbaşı’nın kurduğu İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın girişimiyle Uluslararası İstanbul Müzik Festivali 15 Haziran 1973’te başlıyordu. O sıra TRT Ankara Kültür Bölümü’nden sorumluydum. Böylesi çağdaş bir dizi etkinlik TRT’ce duyurulmamış olsun, olur muydu! O günün oldukça ilkel koşullarıyla gösterileri kabaca filme çekip her hafta yayınlanan “Sanat Çevresi” programında sunuyordum.
 O festival, ardından daha nice sanat şenliklerini sürükleyerek gelişti ve Eczacıbaşı’nın sanat duyarlılığı doğduğu kente, İzmir’e uzandı. Yine bir Eczacıbaşı var başında bu duyarlılığın: Filiz Eczacıbaşı Sarper.

* * *

Çoğu kişi ayrımında olmasa da “Eczacıbaşı” adı İzmir’i onurlandıran doruklardan biridir; hele ‘kültür-sanat” deyince birincisidir.

Yazının Devamını Oku

Parti parti sanat (2)

27 Haziran 2011
SEÇİMLER bitti, meydanları coşturan onca sözcük anlamını yitirip tükendi, bu oyun da böylece sonuna gelmiş oldu derken siyaset, bambaşka bir sahneye perde açtı.

Sandıktan çıkıp da takılıp kalan ya da bir yerlerde tıkılıp kalanlar oyunun kahramanları gibi görünseler de söz onlara düşmediğinden, söz üstüne söz üretenler “milli irade mi, yargının iradesi mi?” deyip gazetelerden televizyonlardan eksilmez oldu.
Kimbilir hangi olayı sürükleyip getirecek böylesine “doğaçlama” oyun yeryüzünde zor bulunur doğrusu! Yine de her çarpıcı oyun gibi bu oyun da  sürüp giderken sahne üstüne sahne düğümlenip “doruk”a varacak ve ardından şimdiden kestirilemeyen bir “son”.
Seyirci ayakta mı alkışlar, yoksa şaşkınlıktan donup kalır mı ya da bırakıp gider mi?
“Siyaset sanatı”, yasaların boşluklarından yarattığı doğaçlamalarla sahneden el etek çekmedikçe “sanatçının sanatı”ndan söz etmenin anlamı var mı acaba!  

* * *   

Yine de sanata şimdilik söz düşmese de demokratik düzenin vazgeçilmezi olan siyasal partiler seçim bildirgelerinde “söz verme” kapısını açık tutmuşlar.
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, kültür ve sanat değerlerimizin “muhafaza edilerek yeniden üretilmesi” gibi kendi içinde çelişki taşıyan bir yaklaşımla, üstelik “parti vizyonuna uygun” bir anlayıştan sapmaksızın “yeni bir uygarlık sentezi oluşturma” hedefine vurgu yapmasına karşılık, “keyfi yasaklar ve sansür” olgusunu öne çıkarmakta Cumhuriyet Halk Partisi.

Yazının Devamını Oku

Parti parti sanat(1)

20 Haziran 2011
Doğrusu, artık yazı yazmayı bırakmak aklımdan geçmiyor değil! Günlerdir süren o seçim konuşmalarının ardından birden bire bir sessizlik çöktü. Sanki bir boşluk! Ülkenin hiç derdi yokmuş gibi ben sanat deyip takılıp kalmışım. Büyük Millet Meclisi’ne, oradan da iktidara giden yola düşenlerin diline niye “sanat” sözü düşsün ki!
Sanat dediğin nedir ki! Renkten renge, biçimden biçime giren bir çıktı. Ne karın doyurur, ne köşe döndürür.
* * *
Yine de bir umut dedim, ola ki, gündem siyasal olunca onca sözün arasında sanata söz düşmemiştir de seçim bildirgelerinde yerini almıştır sanat, kesinlikle.
Öyleymiş. İşte Adalet ve Kalkınma Partisi’nin bildirgesindeki temel yaklaşım:
“Cumhuriyetimizin 100. yılında Türkiye’de kültür ve sanat değerlerimiz muhafaza edilecek, yeniden üretilecek ve gelecek nesillere aktarılacaktır”
Batı sanat değerlerinden söz edilmese de, bu hedefin, “Politikaları ve destekleri 2023 vizyonumuza uygun olarak kullanarak, toplumsal birliği güçlendirmek ve yeni bir uygarlık sentezi oluşturmak yönünde ileri aşamalar kaydetmek” amacıyla gerçekleştirileceği vurgulanıyor.
“Toplumsal birliği güçlendirmek” ve “yeni bir uygarlık sentezi oluşturmak”Zirveye konmuş iki varış noktası. Genelde kültür, özelde sanat yolu ile o zirveye nasıl ulaşılacak, neler yapılarak? Soruların yanıtının olmaması bir yana, “toplumsal birliği güçlendirmek ve yeni bir uygarlık sentezi oluşturmak” ile Türkiye’nin kültür-sanat varlığı arasında bir ilişki kurmak, acaba yeni bir yol haritasını mı işaret ediyor?
Yıllar önce Ankara’da “tükürmek”le başlayıp Kars’ta “yıkım”la uç veren “heykel bakışı” ya da çıplak resimlerin “örtülü duruşu” AK Parti’nin sanat konusunda ne denli “muhafazakar-koruyucu” olduğunun kanıtları ise, Cumhuriyet’in 100. yılı’na doğru “ileri aşamalar kaydetmek” durumunda olduğumuzu düşünebiliriz.
* * *
Adalet ve Kalkınma Partisi’nin seçim bildirgesinde “kültür merkezi bulunmayan illerde kültür merkezleri inşa” edileceği, ayrıca var olan kültür merkezleri, devlet kütüphaneleri ve müze gibi kuruluşların yerel yönetimlere aktarılacağı belirtilmekte.
Devlet’in genel yönlendirişi yerine, yerel düzenleme. Böylesi bir dönüşüm, acaba nasıl uyuşacak o amaçla: “Politikaları ve destekleri 2023 vizyonumuza uygun olarak kullanarak, toplumsal birliği güçlendirmek ve yeni bir uygarlık sentezi oluşturmak yönünde ileri aşamalar kaydetmek”.
Ola ki, nice nitelikli yerel yönetici vardır, yerelde yapacaklarıyla Türkiye “yeni bir uygarlık sentezi oluşturmak yönünde ileri aşamalar” kaydetsin diye işin üstesinden gelecek!
Niye olmasın! Bilinmedik o kadar çok şey var ki!
Dedim ya, artık yazı yazmayı bırakmak aklımdan geçmiyor değil! Hele bilinmezleri de aşamayınca. Umut bu ya, bakalım Cumhuriyet Halk Partisi ne demiş seçim bidirgesinde? C.H.P., Cumhuriyet’in 100. yılında vara vara, nereye varmış ola!
Yazının Devamını Oku