Eczacıbaşı’nın ŞİFA’sı (1)

İZMİR Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı(İKSEV) “Festival Sizi Çağırıyor” deyip, Philharmonia Orkestrası eşliğinde Gülsün Onay’ın Ulvi Cemal Erkin’in piyano konçertosunu çalışıyla Uluslararası İzmir Festivali başlamış, 20 Haziran’da.

Haberin Devamı

25’inci imiş bu. “25’inci” mi desek!. Festival’in başladığı 1987 yılında doğanlar 25 yaşında şimdi!
 Ben 76’ımda ancak 25.’sinde tanışabildim Festival’le. Benim adıma ne duyarsızlık!
 Ya da İKSEV adına, ne içine kapanıklılık.
 Oysa benim Eczacıbaşı Sanat Şenlikleri ile tanışmam 1973’e rastlar. Nejat Eczacıbaşı’nın kurduğu İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın girişimiyle Uluslararası İstanbul Müzik Festivali 15 Haziran 1973’te başlıyordu. O sıra TRT Ankara Kültür Bölümü’nden sorumluydum. Böylesi çağdaş bir dizi etkinlik TRT’ce duyurulmamış olsun, olur muydu! O günün oldukça ilkel koşullarıyla gösterileri kabaca filme çekip her hafta yayınlanan “Sanat Çevresi” programında sunuyordum.
 O festival, ardından daha nice sanat şenliklerini sürükleyerek gelişti ve Eczacıbaşı’nın sanat duyarlılığı doğduğu kente, İzmir’e uzandı. Yine bir Eczacıbaşı var başında bu duyarlılığın: Filiz Eczacıbaşı Sarper.

* * *

Haberin Devamı

Çoğu kişi ayrımında olmasa da “Eczacıbaşı” adı İzmir’i onurlandıran doruklardan biridir; hele ‘kültür-sanat” deyince birincisidir.
Süleyman Ferit Eczacıbaşı’nın “Fukara, alelumum her suretle muavenet –yardım- görür.” deyip 1911 yılında Kemeraltı’nda açtığı Şifa Eczanesi’nden başlayan yolculuk, babadan oğullara geçen yurt sevgisiyle güzel sanatları da kucaklar olmuştur.

* * *

Benim dinlediğim konser, Evliya Çelebi’nin  “denizin dudağında” dediği Çeşme Kalesi’ndeydi. Çeşme Kalesi’ni Sultan II. Beyazıt 1508 yılında mimar Ahmet oğlu Mehmet’e yaptırmış. Neredeyse hiç bitmeyecekmiş gibi yükselen basamakları çıka çıka varılan meydanı dinleyiciler doldurmuş.
Polonya’dan ‘Wilanow Yaylı Dörtlüsü’, flüt sanatçısı Gajewska’yla birlikte açılışı Mozart’la yapıyor.
“Wilanow” adı,  Lehistan Kralı John III. Sobieski’nin yaptırdığı görkemli sarayının adından geliyormuş. Polonyalı sanatçılar tarihleriyle bir bağ kurmuş olmalı. Bu Kral Sobieski, Osmanlı İmparatorluğu’nun Avrupa’daki varlığına karşı savaşmaktan hiç geri durmamış. Osmanlı-Lehistan Savaşı’nda 1673’te Osmanlı orduları yenilgiye uğrarken de, 1683’te Viyana Kuşatması’nın bozgunla sonuçlanmasına yol açan savaşta da Sobieski başkomutan.
Osmanlı’nın kalesinde, Osmanlı’nın Avrupa yazgısını değiştirmiş bir “düşman” Kral’ın sarayının adını alıp da gelmiş sanatçılar, Anton Dvarok’tan çalıp “final” yapmış oldular.

* * *

Haberin Devamı

Herhalde tarihin derinliklerinden sıyrılıp gelen bu çelişkilerden olacak, konser başlamak üzereydi, kalenin son basamağı aşayım derken ayağım takılıp düşüvermişim; kaval kemiğimde bir acı.  400 yıl öncesinden bir damla kan sıçrayıp da mı geldi! Değil kuşkusuz, sanat düşmanlıkların ötesinde.
Dedim, Eczacıbaşı’nın “şifa”sı olmalı; müziğin ilk notaları yaylılarla flütten yükseldiğinde acım dinmişti.
Müziğe “aşina” olsam da, onun büyülü koynunda yetişmediğimden, o akşam dinlediğim konser üzerine söz edemedim. Yine de, söz, Eczacıbaşılar’ın kültür ve sanata getirdiği çağdaş boyutlar üzerine ise, tükenmemiş olmalı.

Yazarın Tüm Yazıları