Saniye dediğin bazen yüzyıldan beter

ÖYLE bir çalkaladı ki, ev, betonları ve demirleriyle, duvarları ve kolonlarıyla bildiğin göbek attı. Homur homur homurdandı. Bitse dedin içinden. Bit artık. Hadi, hadi ne olur bit!

Haberin Devamı

Birkaç kitap, bir iki çerçeve düştü. Ama bitmek bilmedi.
Bazen saniyeler geçmek bilmezler. Bazen 1 saniye 30 yıla eşdeğer. Bazen de bir yüzyıldan beter.
Bir keresinde uçağın açık kapısında duruyordun. Paraşütle tandem atlayışı yapacaktın. Uçak hızla ilerlerken, yeryüzü altında minicikken, bulutlar hızla kayıp giderken 3 dediğimizde atlayacaksın dediler.
Biiiiir, ikiiiiiii, ÜÇ.
Deli olmalısın. Atladın.
Serbest düşüş, yani paraşütün açılmasına kadar geçen süre 40 saniye.
Say içinden 40’a kadar. Kurşun gibi son hız düşüyorsun yere 1, 2, 3...
O 40 saniye hayatının en uzun 40 saniyesi. Kendi çığlığını duymuyorsun.
Sonra paraşüt açılıp seni yukarı çektiğinde ve sonunda yere indiğinde dizlerinin tir tir titremesini bir türlü durduramıyorsun.
Depremde de öyle. O 10 saniye bitmek bilmediğinde ve bitip de pijama terlik sokağa indiğinde deniz kenarına koştun. Kalbin senden önce koşarken. Dizlerin tir tir titrek.
Oğlun Cem ve arkadaşı Can denizdeydi.
Sonra onların surf yelkenlerini gördün. Dümdüz denizin üzerinde kuğu gibi. Saf ve olan bitenden habersiz.
Hep saf ve olan biten kötü şeylerden habersiz olsun çocuklar istedin.
İskeleye çöktün. Şükürler olsun, şükürler olsun dedin. Şimdilik. Annenden başla, daha aranacak çok sevdiğin var. Tek tek. İyi misin? İyi misiniz?
1999 depreminde gazetene haber yetiştirmek üzere hayatının en karanlık bir ayını deprem bölgesinde geçirmiştin. Ve en çok “keşke” kelimesini işitmiştin.
Keşke o gün kızımın annemde kalmasına izin vermeseydim...
Keşke o gün İstanbul’a dönüşümüzü ertelemeseydik...
Keşke... Keşke... Keşke...
Ama neyi nereden bileceksin ki? Birkaç saniye binlerce hayatı tepe taklak edip geçti işte...
Bir yere kadar senin bileceğin şeyler de var tabii. Doğru düzgün binalar yapmak gibi.
Ah be deprem, fena korkuttun bizi Ege’de.
Hissetmiyoruz sanma. Hala ara ara çalkalıyorsun. Minicik, güçsüz ve çaresiz hissettirirken bizi bu devasa yeryüzünde, yüreğimizi hop oturtup, hop kaldırıyorsun.
Lütfen keşke dedirtme bize. Bit ve bas git artık meçhule.

Haberin Devamı


UZAY KAMPINDA NEFES ALDIK
Yeryüzü öyle çalkaladı ki, Cem’i alıp uzaya kaçasım geldi. Ve inan, İzmir’deki Uzay Kampı Türkiye uzayın derinliklerini özletmedi.
Cem oh ne güzel oyuncaklara biniyorum diye o simülatörden diğerine koşarken farkına bile varmadan Newton’un etki tepki yasasından tut, ağırlıksız ortamda nasıl hareket edileceğine, düşük yer çekiminde spor yapmanın öneminden dünya ve aydaki çekim kuvveti farkına kadar pek çok konuda aydınlandı.
Bir ara dur evladım yorulmuşsundur sen deyip, altından simülatörleri çekip kapasım geldi. O denli çekici.

Haberin Devamı

Saniye dediğin bazen yüzyıldan beter

Uzayda tarım nasıl yapılır? Mars’ın yüzeyinde nasıl keşfe çıkılır? Tüm bunlar bir yana, bildiğin uzay mekiği Discovery ile uçuş bile yaptık.
İşte böyle Uzay Kampı Türkiye ile başladık yaz tatili maceralarımıza. Ve aşk olsun sana, söylemedin bana, burnunun dibinde 10 yıldır mis gibi uzay var diye. Başka neler yapabileceğimizi biliyorsan lütfen saklama, söyle. Uzun bir yaz tatili var önümüzde.
Boşlukları dolduralım...

Yazarın Tüm Yazıları