Hangi yüzle yaşıyoruz?

“Her gün aynı elbiseyle dışarı çıkmaya utanan insanlar, neden her gün aynı düşüncelerle dışarı çıkmaya utanmazlar ki?” (Fahrian Berotti)

Haberin Devamı

Dışarı çıkmadan aynaya bakmayanımız var mı? Bakıyoruz, hem de her fırsatta baktığımız yüzümüzün fiziki durumunu, kırışıklıkları, döküntüleri, siyah noktaların gelişimini yakından biliyoruz. Yüzümüzü yıkarken, dişlerimizi fırçalarken, kadınlar makyaj, erkekler sakal tıraşı olurken aynayla haşır neşir hallerimiz var. Yüzünüzün dışarıdan görünen ve farklı duygularda aldığı şekli ayna karşısında sürekli deneyimlerken, aynada görünmeyen iç yüzünüzün şeklini merak ettiğinizi düşünmüyorum. Ya da şöyle bakmakta fayda var “Bir iç yüz var mı ve ne işe yarar?” Bu soru ve benzeri niceleri ile yüzleşmekten kaçtığımız için ne işe yaradığını unutmuş olma ihtimalimiz yüksek. Giydiğimiz kıyafetlere, işimize veya yaşadığımız sosyal çevreye uydurduğumuz yüzümüzün, gerçek duygularımızı temsil etmeyebileceğini düşündüğünüzü de sanmıyorum. Fiziki cazibesini ön plana koyduğumuz görünümümüzün içimizde kalan kısmını saklıyor olmamız da muhtemel. Birine güzel şeyler söylediğinizde dışarıdaki yüzünüzün içerdeki yüzünüzle hem fikir olduğundan emin olamamak da cabası. Dışarıya yansıttığımız tercihlerimizle, içimizde yerleşik yaşayan asıl fikirlerin çelişmesinden rahatsız olmamak nasıl bir samimiyetsizliktir ki, insanlık onurunu unutturuyor? Aynaya bakarken kendinizden kaçırdığınız gözlerinizin aslında size bir şeyler anlatmaya çalıştığını düşündüğünüz oldu mu hiç? Olmadıysa; aynaya iyice bakın... cesaretiniz varsa, gözlerinizi gözlerinizden kaçırmadan bakın ve hangi yüzle yaşadığınıza siz karar verin.

Hangi yüzle yaşıyoruz

HER ŞEY “EKMEK ARASI”

Başkent Oto Sanayi Sitesi, yani bilinen adıyla ‘Şaşmaz’daki Bizim Köfteci, Nurettin ustanın cadde kenarı lokantasında oğlu Cesur usta duruyor. Aylar önce babasının mekânını yazmıştım, tadı damağımda kalan döner ve köftenin aşkına bu sefer de Cesur’un yerine gittim. Sevgili Cesur, babasının geleneksel esnaf lokantasının tabaklarla servis edilen et ve ürünlerinin aksine her şeyi ekmek arasına koyarak ayaküstü iştah açıyor. Cız ve bız sesleri, kalabalığın arasından sıyrılarak kulağınıza değdiğinde ağzınız sulanıyor, damağınız etin tazeliğine kavuşmak için sabırsızlanırken yayılan kokuyla teselli bulmak pek de kâr etmiyor. Çok fazla beklemeden avuç içine yerleştirdiğiniz ekmeği ısırırken aldığınız hazza siz de inanamıyor daha elinizdeki bitmeden ikincisine göz kırpıyorsunuz. Köftesi de döneri de nefis ve şehir merkezine uzak olmasına rağmen tüm Ankara biliyor. Ben ekmeğin arasına koyduğu bifteğe de kokusuna da bayıldım. Bifteğin sulu pişiriminin ustalık, damağa bıraktığı keyfin, etin lezzetiyle alakalı olduğunu anlıyorsunuz. Sonrasında klasik tatlılar, bol fındıklı keşkül ve fıstıklı supangle var.

Hangi yüzle yaşıyoruz

LAVAŞ ARASI “NOHUT DÜRÜM”

Açlıktan büzülen mideyi doyuma ulaştırırken aynı zamanda bedeni de canlandıran nohutun lezzetine tutkun olmayanımız yoktur. Antep, Urfa ve Hatay’ın sokak arasındaki tablalarından aşina olabilirsiniz nohut dürüme. Kemik veya et suyuyla haşlanan nohutların arasına serpiştirilen maydanoz, sumaklı soğan ve acı pul biberin, tandırda yapılan lavaşa dürülmesiyle aldığınız ilk ısırıkla yayılan enerji iliklerinize kadar işliyor. Ayrancı’da Paris Caddesindeki ‘Poche’ yapana kadar Ankara’da rastlamamıştım. Sevgili şef Sevgim’in el lezzetini kattığı, daha önce Ankara’nın hiçbir yerinde tatmadığınız bir sürü sokak lezzetine ‘Poche’de rastlamanız mümkün. Mesela Kars’ın meşhur kazlarından hazırlanan ‘kazburger’ damağınıza uyar mı bilmem ama denemenizde fayda var derim. Brisket ve tandır burgerler, mırmır ve delişmen tavuklu ile Kars kaşarlı tostların ekmeği de lezzeti de şahane olmalı ki en çok rağbet görenler onlar. Şef Sevgim’in aşkı sadece yaptığı yiyeceklere karşı değil; Mehmet var bir de, o da orada. Aşk bulaşıcıdır bilirsiniz! Uğrayın, aşkla ve aşıkla pişen yemeğin tadına doyamayacaksınız.

Hangi yüzle yaşıyoruz

GEÇMİŞTEN HEM DE “YENGEN”

Gençliğimin, hatta çocukluğumun bayıla bayıla yediğim sandviçinin adıydı ‘yengen’. Şimdilerde karışık dense de ‘yengen’ adıyla istemek ve yemek bana ayrı bir haz veriyor, yanında içtiğim havuç portakalın tadıyla eskilere gidiyor, oh çekiyorum. Aslında yediğiniz yer ve o yerin nostaljik kokusu size haz veriyor. Hele ki anımsadığınız kokunun geçmişinizi gıdıklar gibi hislerinize de yansıması bir başka dünya belki de sevgi olmalı. Tunalı Vitamin’den bahsediyorum, eskiler bilir. En az 40 yıldır varlığını bildiğim Vitamin Büfe’ye her fırsatta uğrayıp Ankara’yı ve çocukluğumu yaşıyorum. Sosisliyi abuk sabuk ve süslü soslarla yemeye alışan ‘Z’ kuşağı gidip sadeliğin ve gelenekselliğin belki de ruhun farkına varsın istiyorum. Taklit eden çok, ezberleyin Tunalı Vitamin.

Yazarın Tüm Yazıları