Kara gözlüklü aşirete iltica

OYSA ben neler hayal ediyordum.100 yılın sonrasının Türkiye’sini şimdiden düşünmeye başlıyordum.

Mesela, Çanakkale Boğazı’nı.

Onun etrafında dünyanın en muhteşem şehrini kurmayı.

Şehrin adı değiştirilecekti.

Adı "Troya" olacaktı.

Bütün dünyanın bildiği, herkesin her gün konuştuğu bir isim.

O efsane isme yakışan bir şehir kurulacaktı.

Boğazın iki tarafı dünyanın en müthiş mimarları tarafından tasarlanacak, 21’inci yüzyılın bütün estetik ve teknik imkánları seferber edilecekti.

İstanbul ve İzmir’den sonra, üçüncü efsane şehir kurulacaktı.

Uçuyordum.

Hayallerime kimseler yetişemiyordu.

* * *

Mesela, Efes antik kentinin etrafını dünyanın en büyük cam fanusu ile kaplıyor, onun etrafında 21’inci yüzyılın bir başka muhteşem yerleşim yerini kuruyorduk.

O yeni şehrin adı da "Efes" oluyordu.

Bir yandan geniş yollarla denize bağlanıyor, öteki taraftan Meryem Ana’ya, Selçuk’a açılıyordu.

Başka şeyler de hayal ediyordum.

Kapadokya’nın çevresinde Las Vegas’çılara, Dubai’cilere parmak ısırtacak bir mega proje.

Dünyanın en zengin yabancılarının ev almak için sıraya gireceği, 21’inci yüzyılın efsane şehirleri.

Ve müthiş bir dolunay gecesi, o muhteşem Kapadokya gökyüzünün altında, Pink Floyd konserleri.

Adı, "Dark side of the moon" değil, "Full side of the moon."

Ben umutlu, dünyaya pembe gözlüklerle bakan bir insandım.

Bazılarınca saf denecek kadar gerçekten saf bir insandım.

Umudum, heyecanım inanılmaz bir yaratıcılığa dönüşüyor, her gece, her sabah ufuk çizgisi hiç olmayan okyanuslara açılıyordum.

Benim gözümdeki Türkiye, 21’inci yüzyılın en parlak yıldızı olacaktı.

Yaşlanan Avrupa, efsanelerde aradığı Gılgamış’ın ebediyet iksirini bu ülkede bulacaktı.

Dünyanın en güzel aşkları bu ülkede yaşanacaktı.

Bu ülkede doğmak şans olacaktı.

Yaşamak daha büyük şans.

Ölmek ise Allah’ın lütfu...

İsimsiz Macellan’lar, hayali Colomb’lar, Vasco de Gama’ların keşfedeceği en yeni kıta Türkiye olacaktı.

Ben son 20 yılımı bu hayallerle geçirdim.

Rahmetli Özal bana bu inancı verdi.

İşadamlarımız, sanatçılarımız, umutsuz bir benden dünyanın en umutlu insanını yarattı.

Herkes beni yerden yere vurdu, alay etti.

Ama o iyimserliğimi hiçbir zaman terk etmedim, terk edemedim.

"Ben böyle düşünüyorum" ifadesi, kişiliğimin en güçlü kalesi oldu.

Peki şimdi bu umutsuzluğum karamsarlığa mı dönüştü?

Bir haftada kara gözlüklüler aşiretine mi iltica ettim?

Hayır, içimdeki iyimser hálá direniyor.

Yara bere içinde olsa da, yediği dayaktan yüzü gözü şişmiş olsa da, hálá direniyor.

Ama bir yanım var ki, ona mani olamıyorum.

Şaşkınlığıma.

Etrafımda olup bitene, bana demokrasi diye yutturulmaya çalışılan o ekseriyet megalomanisine, o nobranlığın arkasındaki sığlığa ve zavallı misyon duygularına.

Evet bunlara şaşırıyorum.

Benim hayal ettiğim Türkiye, bunları çoktan aşmış, ufkun çizgisini bile geçmişti.

Oysa şimdi bugün neredeyiz.

Ya ben iflah olmaz bir hayalperesttim, ya onlar hayalcilikten, vizyondan, yaratıcılıktan nasibini almamış gerçekçiler.

Ben Çanakkale Boğazı’nın etrafına 21’inci yüzyılın Troya’sını kurmayı hayal ediyordum, onlar bütün Türkiye’nin üzerine türbanı sermeyi.

Demek ki farklı gemilere binmişiz, farklı denizlere açılmışız.

Kimimiz geçmişin kara parçalarının arasındaki ufak göllere, iç denizlere...

Kimimiz okyanuslara...
Yazarın Tüm Yazıları