O polis linci hak etti mi

POLİSİMİZ hakikaten önüne geleni vuran bir "katil topluluğu" mu? İstanbul ve İzmir’deki olaylardan sonra polis hakkında atılan manşetlere, yapılan yorumlara bakarsanız öyle.

Bir olayda, devletin resmi bir yetkilisine tek taraflı çok ağır suçlamalar yapıldığı zaman, bir duygu beni gönüllü avukatlığa sürüklüyor.

Çünkü öğrendiklerim, yaşadıklarım bana bir şey öğretti.

Her olayın mutlaka iki tarafı vardır.

Eğer ülkenin medyası, çok büyük ağırlığıyla, iddia makamına dönüşmüşse, birilerinin de o polislerin avukatlığını yüklenmesi gerekir.

Ben onun veya bunun tarafında değilim.

Tamamen, yukarıda izah etmeye çalıştığım psikoloji nedeniyle, bugün köşemi, bu işin başka bir tarafını göstermeye çalışan bir insana bırakıyorum.

Yazıyı yazan Hakan Hanlı, Brüksel Barosu’nda avukatlık yapmış bir hukukçu..

Bakın ne diyor:

* * *

"İnanılmaz bir linç kampanyası başlatıldı.

İstanbul’daki olayda polisin darbının öldürücü nitelikte mi olduğu, yoksa maktulün kendi patolojik durumu yüzünden mi hayatını kaybettiği, ancak adli tıp raporu ile belli olacağından, bu konuyu bir kenarda tutsak da İzmir’deki olaya yaklaşım beni hayretler içinde bıraktı.

Bir tarafta suç işleyip işlemediği daha belli olmayan polis memuru hırpalanırken, diğer tarafta maktulün arka arkaya işlediği suç ve kabahatler es geçiliyor.

Hatırlatayım:

Maktul ehliyetsiz araba kullanıyor. Üstelik ehliyetine aşırı alkollü araba kullanmaktan dolayı el konulmuş.

Maktul aşırı derecede içkili. Kanında 148 promil alkol olduğu tespit edilmiş.

Burada parantez açıp, geçmişte okuduğumuz bazı gazete manşetlerini de hatırlatayım.

’Katliam gibi kaza’ (Şoförün kanında 138 promil alkol bulunduğu için).

’Bu şoför mü, katil mi?’ (Şoförün alkollü araç kullanmaktan daha önce ehliyeti alınmış olmasına rağmen ölümle biten bir kaza yapmış olduğu için).

Devam ediyorum:

Maktul, polisin ’dur’ ihtarına rağmen durmamış.

Yine bir parantez açıyorum.

Burada resmen yalana başvuruluyor. Arabadaki diğer gençlerden biri, TV kamerası karşısında bu ihtarı duyduklarını, hatta maktulün durması için ikazda bulunduklarını söyledi.

Demek ki, polis sadece selektör yapmış, siren çalmamış iddiaları düzmece.

* * *

Kendimizi biraz da polisin yerine koyup düşünelim.

Şunu bilenimiz var mı?

İzmir polisi günde kaç tane ihbar alır, bunlardan kaçı bombalı saldırı ihbarıdır?

Önünüzden kaçıp giden bir arabada ’masum gençler mi’, yoksa 20-25 kg. C4 patlayıcı taşıyan teröristler mi var nasıl bilebilirsiniz?

Burada polis hangi saikle ateş etmiştir?

Acaba, ’dur’ ihtarına uymayan bir gence değil de 20 kg. C4 patlayıcı taşıma ihtimali olan bir terör zanlısına ateş ettiğini düşünmüş olamaz mı?

Durum böyleyse, bu, kanunumuza göre polise tanınan bir ’imkán’ değil, verilen bir ’görev’dir.

Rahmetli hocamız Ord. Prof. Sulhi Dönmezer, bizlere meşru müdafaa hakkını anlatırken, ’Müdafaa tarzı tehdit ile hemayar olmalıdır ama ciddi bir sanı ile bu denge aşılmışsa, suç teşkil etmeyebilir’ demiş ve bir temyiz kararını örnek vermişti.

Bu kararında Yüksek Mahkeme, ’Maktulün elini aniden cebinden çıkarma hareketine girerek, sanki tabanca çekecekmiş hissini sanığa vermesinden dolayı, sanığın beklemeksizin ateş etmesinin meşru müdafaaya girdiğini’ kayda geçirmiştir.

Burada da olay bu karara benzer gelişmiştir.

Sözlerime maktulün ailesine başsağlığı dileyerek son vereceğim.

Yazdıklarım, onlara karşı kişisel bir tutum olmayıp, bir haksızlığa isyandan ibarettir."

* * *

Evet toplumda böyle düşünenler de var.

Gazete manşetlerine, köşe yazılarına bakıp böyle düşünen insanların sayısının az olduğunu da sanmayın.

Diyorum ya, her sosyal olayın mutlaka iki yanı vardır.
Yazarın Tüm Yazıları