İş ve aşk (ya da sevgi)

Yazar, illüstratör, ilham verici entelektüel, ilk ve tek kitabımı tasarlamasını istediğim ama bana kibarca bunu yapamayacağını söylemiş tatlı insan Maira Kalman’ın bir konuşmasını dinledim.

Haberin Devamı

Diyor ki; “Bizi hayatın üzüntülerinden ve bir şey yapma becerisinin kaybolmasından ne korur?... İş ve aşk.”
Sadece ama sadece bu ikisi.
Bu ikisi bizim her şeyimiz. Dönün dolaşın, bu ikisine gelirsiniz.
Bir şey yapmak ve birini ya da bir şeyi sevmek dışında, hayatta fazla nefes alanı yok. Oyun alanı da yok.
Maira’ya göre cevaplamamız gereken en önemli dört soru şunlar:
Ne iş yapıyorsun? Kimi seviyorsun? Ne yapmayı seviyorsun? Ve zamanını nasıl geçiriyorsun?
Bunlara cevap vermek öyle pat diye olmuyor. Zaman alıyor. Kendini tanımak gerekiyor. İnsan kendini ilk 30 yıl falan tam tanıyamıyor. Sonradan bu soruların cevabı yavaştan beliriyor.
Başkalarının, ailenin, arkadaşlarının senin adına vermeye talip oldukları bu önemli cevaplar, git gide yerini senin gerçek cevaplarına bırakıyor.
Kendine has bir kimlik yaratmaktan korkmadığında ve kendine hem sevgiyle hem de acımasızca baktığında görebildiğin bu cümleler, aslında hayatını bir bilgisayar oyunundaki joystick gibi yönetiyor.
Ne iş yapıyorsun? Bu soru, çok önemli. Çünkü hayatını anlamlandırıyor.
Senin varlığına bir amaç atıyor ve sen boşu boşuna bu hayata gelmediğini hissediyorsun. “Bir işe yarıyorum” diyorsun.
O işle kendini, dünyaya anlatıyorsun.
Ne iş yaparsan yap, bu annelik de olabilir, onu yaparken kendini görüyorsun. Kendini gösteriyorsun.
Git gide iyi yaptığın sana ait bir şeyin oluyor. Kendini içinde kaybedebileceğin, hayal kurup gerçekleştirebileceğin, kendini hem kendine hem başkalarına beğendirebileceğin sana ait bir meşgalen oluyor.
Kimi seviyorsun? Bir keresinde bir arkadaşım hayattaki en önemli kararın kiminle evlendiğin olduğunu söylemişti.
En önemli mi bilmiyorum ama çok önemli. Kimi sevdiğin karşına ayna olarak, soruna cevap olarak, yoluna yoldaş olarak kimi seçtiğin çok şeyi belirleyecek.
Sevdiğin insan, aşık olduğun insan, sınırlarını çizecek günü geldiğinde. İnsanın kendini sevmesi bile ne kadar sevildiğiyle doğru orantılı oluyor çoğu zaman.
Neyi seviyorsun?
Bu soruyu her gün sormalı insan.
Bu bir ağaçtan, bisiklete binmeye kadar gidebilir.
İçinde her şeyin olabildiği bir küme.
Yeter ki bu soruya kendin yanıt ver.
Başkalarından kopya çekmemen gereken tek soru. Ben bir kere, bunu yok sayıp üzeri güzel broşlarla dolu bir ceket almak istemiştim.
Satan kadın ceket satılık değil, broşlarımı sergilemek için onları bu cekete koydum demişti.
Ben de ona, bu ceketi üzerindeki broşlarla beraber çok sevdiğimi ve almak istediğimi söylediğimde “Bunlar benim seçtiklerim.
Sen de tezgahımdaki broşlardan kendi sevdiklerini seç. Sonra eve gidince siyah bir cekete onları iğneler, kendi ceketini yaparsın” demişti.
Bana hayat dersi olan olaylardan biri. Kendi broşlarını kendin seçeceksin.
Zamanını nasıl kullanıyorsun?
Bir gün, size de, elinizden kaçıveren bir uçan balon gibi gelmiyor mu?
O rengarenk şey, gökyüzünde kaybolup gidiyor, akşam oluyor hemen. Onu evcilleştirmek gerek.
Üstelik dikkatimizi dağıtan binlerce şeyin, sesin, mesajın, mail’in, endişenin, hızın içinde ‘saatleri ayarlama enstitüsü’müzü kurmamız gerek.
Zamanı nasıl kullandığın, oluyor sana ömrünü nasıl geçirdiğin.
Bu pazartesi hepimizi bu dört soruyla baş başa bırakıyorum.
Bugün ara ara kendinize sorun...
Neyle meşgulüm?
Kimi seviyorum?
Neyi seviyorum?
Ve zamanımı nasıl geçiriyorum?
Hatta sadece bugün değil, her gün sorun.
Cevaplar güzelleşir.

Yazarın Tüm Yazıları