Eğer ömrüm yeterse

EĞER ömrüm yeterse, Eğer o gün hálá gazetecilik yapabiliyor durumdaysam;

İktidar koltuğundan kalktığı gün Başbakan Erdoğan’a soracağım soru şu olurdu:

"Bugün de ’Türkiye’de demokratik rejimin teminatı polistir’ diyor musunuz..."

Ama bu soruyu sormadan önce, konuya açıklık getirmek lazım.

Pazar sabahı Ankara Temsilcimiz Enis Berberoğlu ile Başbakan’ın bu cümlesini uzun uzun tartıştık.

Ankara temsilcileri haklı olarak, iktidarla ilgili konularda çok temkinlidir.

Ben, "Başbakan’ın bu cümlesi beni şaşırttı" dediğim zaman, o "Bu cümleyi hangi kontekste söylemiş, ona iyi bakmak gerekir" cevabını verdi.

Hangi kontekste ve nerede söylemiş?

"Bu konuşmayı, polisin kongre merkezinin açılışında söyledi. Orada onların gururunu okşayacak bir şeyler söylemek istemiş olabilir" dedi.

Bir siyasetçi için bunlar anlaşılabilir şeylerdir.

Ama o zaman Özal’ın, "Anayasa bir kere delinse ne olur" cümlesine de aynı hafifletici nedenlerle bakmak gerekmez miydi?

Ben, bu cümle üzerinde biraz durmamız gerektiği kanaatindeyim.

Soru şu:

Elinde silah bulunduran bir kurumu, "rejimin teminatı" olarak görmek doğru mudur?

"Evet" diyorsak, elinde silah bulunduran askerin, kendini "rejimin teminatı" olarak görmesine neden itiraz ediyoruz?

Üstelik elinde iyi kötü bir İç Hizmetler Kanunu var.

Üstelik, kamuoyu anketlerinde yıllardır hep açık ara halkın gözündeki en güvenilir müessese olarak çıkıyor.

* * *

"Rejimin teminatı" ağır bir misyondur ve taşınması çok zordur.

O nedenle, bu payenin verileceği kurumlar üzerinde ciddi bir mutabakatın oluşması gerekir.

Şimdi elimizi vicdanımıza koyarak soralım.

Askerin "rejimin teminatı olması" konusunda bir toplumsal mutabakatımız var mı?

Yok...

Peki polisin bu misyonu konusunda bir mutabakatımız var mı?

Ergenekon’la ilgili tartışmalara bir bakın.

Böyle bir mutabakatın bulunduğunu söylemek için ya çok önyargılı, kesin inançlı veya saf olmak gerekir.

Ayrıca bu kurumların uluslararası siciline bakmak da, rejimin ne kadar teminatı olabilecekleri konusunda fikir verebilir.

İkinci soru:

Korumaya çalıştığımız rejim nedir?

Anayasa’da belirtilen temel ilkelerden oluşan bir mutabakat değil mi?

Bunun en önemli unsurlarından biri İnsan Hakları.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Türkiye’den yapılan ihlal başvurularına bir bakın.

Rejimin iki "müdafiinin" sicilleri arasında ne fark var?

* * *

Öyleyse, rejimin müdafiileri kimdir?

Elbette Silahlı Kuvvetler’in ve polisin ülkenin güvenliği, iç huzuru ve kanunların uygulatılması bakımından çok hayati görevleri var.

Ama bu, onların "misyonu" değil, görevidir.

Rejimi koruma misyonu, öncelikle Türkiye Büyük Millet Meclisi’nindir.

Onu oluşturan bütün siyasi partilerindir.

Ama bu partilerden herhangi birinin "özel misyonu" da değildir.

Onların birlikte var olmaları rejimin teminatıdır.

Elbette yargı, rejimin teminatıdır.

Ve tabii ki, rejimi koruma görevi, çoğulcu demokratik sistemin denetleyici kurumlarınındır.

En başta "bağımsız medyanın"

Burada da sadece bir gazeteden, bir medya grubundan söz etmiyorum.

Bunların bir arada ve özgürce çalışabilmesinden söz ediyorum.

Onlar şu veya bu fikri savunabilirler.

İktidar yanlısı veya muhalif olabilirler.

Rejimi koruyan onların özel misyonları değil, bir arada var olabilmesi, "cohabitation"udur.

Onlar üzerindeki siyasi, mali baskıları önleyecek mekanizmalardır.

Yoksa genel müdürü her gelen iktidar tarafından değiştirilebilecek bir kurumu "rejimin en önemli müdafii" olarak görmek yanlıştır.

"Devrim muhafızı" ile "rejim müdafii" arasındaki fark, totaliter rejimle, demokratik rejim arasındaki farkı tayin eder.

Öyle bakarsanız, vergi memurlarını da rejimin müdafii olarak görebilirsiniz.

O nedenle ben de bu sözleri, "polisin fedakárlıklarını ödüllendirmek" üzere kullanılmış, nezaket sözcükleri olarak yorumlamak istiyorum.
Yazarın Tüm Yazıları