Aferin Cem Yılmaz

"Cem Yılmaz Türk toplumunun bileşkesidir" diye yazılınca, "eyvallah" çekiyorsun, öpüp başına koyuyorsun...

"Cem Yılmaz fırtına gibi geliyor" diye manşet atılınca, en küçük bir sorgulama bile yapmıyorsun...

"Gülmekten geberdik" diye yazılınca, gayet doğal karşılıyorsun...

Hatta matbuatımızda "Cem Yılmaz’ı eleştirenleri eleştirenler cemiyeti" kurulmasını bile "hayatın bir cilvesi" kabul ediyorsun...

Yani...

Övgüde ileri gidildiğinde herhangi bir sorun görmüyorsun.

Şişirmelerde sorun görmüyorsun... Gazlamalarda sorun görmüyorsun...

Ama yergide biraz ileri gidildiğinde...

Bozum oluyorsun, çığırından çıkıyorsun, terbiye sınırlarını zorluyorsun, mazlum ayaklarına yatıyorsun, "Bazılarının beğenmemesi benim gururumdur" gibi laflar ediyorsun, "Biraz mürekkep yalamak, başka şey yalamaktan iyidir" tarzında çirkin imalarda bulunuyorsun...

Ne diyeyim?

Aferin sana Cem Yılmaz...

Tez zamanda kapmışsın olayı...

Fatih Terim olmuşsun... Aziz Yıldırım olmuşsun... Tayyip Erdoğan olmuşsun...

Girmişsin sen de "Hep alkış / hep alkış / hep alkış" diye tutturanların cemaatine...

Aferin, aferin... Böyle devam et...

Sakın hazımlı olma... Sakın tahammül gösterme... Eleştiri yapanı düşman bellemekten vazgeçme... Övgüyü normal, yergiyi anormal karşıla...

Devam et evlat...

Bu canım vatan, belki ileride seni başbakan bile yapar...

Nuray Mert’in yazısı

BİR grup aydının başlattığı "Ermenilerden Özür Diliyoruz" kampanyasına en farklı yaklaşım, kadim dostum Nuray Mert’ten geldi...

Nuray, Radikal’de yazdığı yazıda, meselenin can damarını ortaya koydu.

Bu önemli yazının sadece Radikal’de yayınlanmasına gönlüm elvermedi...

Biraz kısaltarak da olsa alıntılamamın nedeni budur... İşte o yazı:

* * *

"Milli duygularım zayıftır... Milli maçlarda heyecanlanmam... Türkiye ve Türkler üzerine söylenen her şeyi üzerime alınmam... Orta tahsilli Batılıların, Türklere dair önyargıları beni yaralamaz... Bunları değiştirmek için kendimi paralamam.

Tam da bu nedenle...

Son zamanlarda yaygınlaşan ve özetle Türklerin, neredeyse ’dünya tarihinin en kusurlu milleti’ olduğu şeklinde tezahür eden abartılı özeleştiri hezeyanını anlamakta zorlanıyorum.

Türkleri ya da Türklüğü dünyanın merkezi olarak gören, toz kondurmayan, kaşının üzerinde gözün var dedirtmeyen, sığ ve kaba milliyetçilik, tanıdık bir garabet...

Şimdi tam tersi istikamette ’aydın Türkler’in ’tarihsel utanç’lardan sıyrılarak, kendilerini iyi, medeni hissetmek için başlattıkları başka bir garabet söz konusu...

Bu ’iyi ve medeni hissetme ihtiyacı’ndan kastettiğim de, aslında Batılıların gözünde ’iyi ve medeni’ olmak...

Türklerin tarihin diğer ırk / millet / grupları içinde sıradan bir yeri olduğunu, sevap ve günahlarının da bu çerçevede değerlendirilmesi gerektiğini hatırlatmakta fayda var.

Ancak bu türden bir soğukkanlılıkla yakın tarih değerlendirmelerinde milliyetçilerin savrulduğu güzelleme ve ’kusurları inkár’ sığlığının simetriği bir sığlığa savrulma tehlikesinden korunabiliriz.

Bu çerçevede imzaya açılan metne dönersek...

Metne ilişkin tek itirazımın son cümlenin devamındaki ’özür dileme’ olduğunu belirtmek istiyorum.

Özür dileme konusunda tutukluğum olduğu için değil...

Kimin adına kimden özür dilemek durumunda olduğumu kavramakta zorlandığım için...

Kendimizi nasıl t
arif ediyoruz? ’Türkler’ veya ’Türkler ve Kürtler’ adına mı özür diliyoruz? Kimden özür diliyoruz? Bu felaketten kurtulanların ailelerinden mi? Tüm Ermeni ırkından veya milletinden mi?

Milli veya etnik aidiyet adına, başka bir milletten özür dileme işi beni çok rahatsız ediyor. Milletiyle övünmekle, milleti adına özür dilemek arasında, insanın kendini etnik aidiyetiyle tanımlaması açısından hiçbir fark yok.

Dikkate alan olur mu bilmiyorum ama metni, ’özür’ kısmı olmadan aşağıdaki şekliyle imzalamak istiyorum:

1915’te Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı Büyük Felaket’e duyarsız kalınmasını, bunun inkár edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyorum."


Şamil kardeşe yanıt

DÜN "Fırlatılan pabuç esprileri" başlığı altında şöyle bir cümle karalamıştım:

"Bush’a pabuç fırlatan gazetecinin Ergenekoncu olma ihtimalini Şamil Tayyar araştırsın."

Şamil’den şeker bir mesaj geldi...

Şöyle diyor:

"Sevgili üstat... Iraklı gazeteciyi araştıracağım ama önce şu soruya cevap bulmam lazım: Kefil misiniz, değil misiniz?"

Cevap veriyorum:

"Kefilim Şamil kardeş! Hem de nasıl kefilim... Gürbüz Çapan’a kefaletimi binle çarp... İşte o kadar kefilim..."
Yazarın Tüm Yazıları