Yaşar Nuri Öztürk: Ana-babaların feryadı

Yaşar Nuri ÖZTÜRK
Haberin Devamı

Aldığımız mektupların büyük bir kısmı, ana-babaların feryatlarıyla doludur. Biz bu feryatları çoğu kez adını koymadan dile getirmekteyiz. Sıkıntılarla dolu bir ülkeyiz. Ve nüfusu çok genç bir ülkeyiz. Problemlerimiz kadar gücümüz de büyük ölçüde bu ‘‘genç nüfus’’un varlığından kaynaklanıyor. Böyle bir ülkede şikáyet ve feryatların daha çok anne-babalardan gelmesi, acı ve ıstıraplardan en büyük payı anne-babaların alması doğaldır. Çünkü insan ruhunun tarihçe doğrulanmış deneyimlerinden biri, ‘‘Ağlarsa anam ağlar, gerisi yalan ağlar’’ şeklinde ifadeye konmuştur.

Ana-babalardan epey bir kısmı, yurtdışından yazıyor. Anaları ağlatan, özellikle Müslüman Anadolu insanının ruh kökünü korumak için çırpınan anaları ağlatan olumsuzluklar Türkiye dışında biraz daha ezici, biraz daha kahredici olmaktadır.

Şikáyetlerin bir kısmı dinsiz odakların tahribinden, bir kısmı da hurafeci ve Türkiye düşmanı din bezirgánlarının tahribinden.

Bu ikinciler elinde gençler 3 bela ile yüz yüze kalıyorlar: 1. İlkel hurafeler yüzünden duydukları nefretle din düşmanı olmak, 2. Din adıyla dayatılan saçmalıklarla boğuşurken ruh hastası olmak, 3. Dinsiz kalmamak için İslam dışında bir dine sığınmak.

Peki biz ne yaptık ve ne yapıyoruz?

Öncelikle şunu unutmamalıyız: Biz, yarınlarımızı emanet edeceğimiz yavrularımızı ‘‘emanetleri taşıyacak kıvama ulaştırmak’’ için, devlet, aileler ve bireyler olarak gerekeni yapmadık. İnkárcı-pozitivist felsefelerin et ve kanı ilahlaştıran büyülerine aldanıp kökümüzden tiksinir olduk. Mayamızı, dayanma gücümüzü diri tutacak ‘‘Kuran kaynaklı değerler’’i küçümsedik. Bunların yerine, kitleyi afsunlamak ve oyalamak için bir ‘‘hurafe ve aldatmaca dini’’ koyup gerçek dini, izbelere çekilmeye mahkûm ettik. Hurafe dini, yeni dünya şartlarında yetişen gençlerimizin ruhlarını ve beyinlerini doyurmada yeterli değildi. Çünkü şunun bunun eskimiş örflerini kutsal ilan etmeyi esas almıştı. İnsana saygı, insan iradesine işlerlik kazandırma yerine korkutma, bastırma ve tehdidi öne çıkarıyordu. Aydınlatıcı değil, dayatmacıydı. Bir yığın sahte kutsallıkla çekilmez hale getirilmişti. Saf Kuran dininin insan yaradılışına hitap eden kucaklayıcılık ve sadeliğinin yerini bunda bilim ve düşünce düşmanlığı, inat ve kin almıştı. Bu uydurmalar ve kaoslar yığınına ısınamayan gençlik, ithal ideolojilerin kullanılmasıyla kurulan ülke ve ahlak düşmanı tuzaklara düşerek özüne yabancılaştı.

İnsanımızın ahlaksal zeminini tahrip ederek bizi beyni ve ruhu çürümüş bir kitle durumuna düşürme hareketi bütün hızıyla devam ediyor. Biraz daha fazla para kazanmak uğruna bu hareketin hızlanmasına aracılık eden bazı basın ve yayın organları, bir yıkım mekanizması gibi çalışmaktadır. İğrenmeden ve bazen de tükürmeden ekrana bakamıyorsunuz.

Kısacası, evlatlarımızı, ahlaksal çöküşe doğru yol alan çağın şeytani akışına bıraktık. Umursamadığımız bu şeytani akış, göz nurumuz olan çocuklarımızı içte ve dışta perişan etmektedir. Bu perişanlık ya tam bir dejenerasyonla sonuçlanmakta ya da artık ülkemiz ve insanımız aleyhine kullanılmaya başlanan hurafe dinine teslimiyetle noktalanmaktadır.

İki başlı bir bela karşısındayız: Bir yanda ‘‘çağdaşlık, özgürlük, nimetlerin tadını çıkarma’’ adı altında ete ve şehvete köle olma noktasına getirilen kitleler oluşturulurken öte yandan ‘‘maneviyat, ruhsalık’’ adı altında bilim, düşünce, sevgi, hoşgörü ve hatta büyük ölçüde ülke ve bayrak düşmanı kitlelere vücut veriliyor. Bu iki başlı belanın insanımıza musallat ettiği hastalık ve karanlığa, vahyin verilerine dayalı gerçek din ve onun sağlam zeminine oturan gerçek ahlakla karşı çıkılmazsa, ana-babaların feryadı ‘‘kolektif ve kamusal’’ bir feryada dönüşecek ve iş işten geçmiş olacaktır.



Yazarın Tüm Yazıları